Osmanlı Sosyetesi’ne Heyecan Verici Bir Yolculuk: Yusuf Franko ve Karikatürleri - Sevdalım Hayat
Osmanlı Sosyetesi’ne Heyecan Verici Bir Yolculuk: Yusuf Franko ve Karikatürleri

Osmanlı Sosyetesi’ne Heyecan Verici Bir Yolculuk: Yusuf Franko ve Karikatürleri

Paylaş

Size, Osmanlının son dönemlerini tüm yönleriyle yeniden düşündüren bir sergiden bahsedeceğim bu hafta; Beyoğlu’ndaki “Yusuf Franko’nun İnsanları: Bir Osmanlı Bürokratının Karikatürleri” sergisi.

Önce ilginç bir hikaye ile başlayalım. Bundan atmış yıl önce 1956 yılının yazında, eşi ile birlikte İstanbul’a tatile gelen Amerikalı bir diplomat Kapalıçarşı’da bir halıcıdan çok karlı bir alışveriş yapıyor. Ancak diplomatın aldığı şey; halı, kilim ya da antika bir eşya değil; vasat bir Osmanlı diplomatının 1884 ve 1896 yıllarında çizdiği ve hiçbir yerde yayımlanmamış karikatürlerinden oluşan 86 sayfalık kişisel albümü.
Albümün ilgi çekiciliği, sadece hikayesinden kaynaklanmıyor elbette. Albüm meraklısına bunun çok ötesinde bir serüven sunuyor. Albümdeki karikatürler, 19. yy sonunda Beyoğlu çevresinde konumlanan Osmanlı cemiyet hayatının seçkin üyelerini üstün bir göresellik ve ince bir hicivle ortaya koyuyor;

Saray ahalisi, hariciye mensupları, yabancı devlet sefirleri ve aileleri, dönemin iş ve sanat dünyasının üyeleri karikatüristin kaleminden kurtulamamış. Karikatüristin kendisi de bu seçkin Osmanlı sosyetesinin bir üyesi olarak Osmanlı Devlet bürokrasisi ve iş dünyası ile yakın bir ilişki içinde bulunmaktadır. Bence bu karikatürleri önemli kılan noktalardan biri de bu. Sahi ya, karikatürleri anlatırken karikatüristi unuttuk: Yusuf Franko Kusa Bey (1856–1933).
Serginin danışmanı ve metin yazarı Mehmet Kentel’in aktardığına göre, bu albüm 1956 yılından itibaren 60 yıl boyunca, hiçbir yerde sergilenmeksizin ve yayımlanmaksızın, diplomatın elinde kalıyor. Bu süreçte albüm, diplomat ve ailesi ile birlikte, Afganistan, Nepal, Burma, Kamboçya, Hindistan, Vietnam, Endonezya, Japonya ve ABD, Kanada ve İzlanda’yı dolaşıyor ve dolaştıkça ünü ve efsanesi de iyice yayılıyor. Albüm, ilk defa 1966 yılında ABD’de Horizon isimli bir kültür&sanat dergisinde çıkan makalede tanıtılıyor ve Hayat Tarih Mecmuası’nda 1969’da bu makalenin tercümesi ile albüm kendi topraklarına ilk defa tanıtılmış oluyor. Türk karikatür tarihine ilişkin çalışmalarda bazı referanslar olsa da, hiçbir müze envanterinde görünmeyen ve sergilenmeyen bu albüm, Toronto’daki Aga Khan Müzesin’nde muhafaza edildiği tespit edilene kadar gizemini koruyor. Ardından bu “seyyah” albüm, İzlanda’nın Reykjavik kentindeyken serginin küratörü Bahattin Öztuncay aracılığı ile 2016 yılında Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç’un koleksiyonuna katılıyor. Ancak bir hususu eklemek gerekir ki 1956 yılından öncesinde albümün neler yaşadığına ilişkin bir açıklama göremedim sergide.

İşte size anlatacağım sergi, 60 yıl aradan sonra, albümün doğduğu yere, Pera’ya dönmesi şerefine verilmiş olan bir “hoşgeldin töreni” niteliğinde. Koç Üniversitesi’nin araştırma enstitüsü olan, Anadolu Medeniyetleri Araştırma Merkezi (ANAMED), Yusuf Franko’nun albümünü ilk kez gün yüzüne çıkarıyor. Yusuf Franko Bey’in, hiçbir yerde yayımlamadığı, 1884-1896 yılları arasında tamamen bir hobi olarak çizdiği anlaşılan ve Avrupadaki çağdaşlarından önemli izler taşıyan kişisel karikatürleri Osmanlı tarihi ve kültürü için eşsiz bir kaynak sunsa da ilk kez bu sergi vesilesiyle görülebiliyor. Buna sevinmeli mi üzülmeli mi siz karar verin! Ancak sevinseniz de üzülseniz de bu sergiyi kaçırmayın. Serginin küratörü, aynı zamanda albümün de kaşifi olan Bahattin Öztuncay. Tasarımı ise Yeşim Demir üstlenmiş. Serginin akademik danışmanı ve metinlerinin yazarı ise, genç bir araştırmacı olan Mehmet Kentel.


Türlü dış çatışmalar ve siyasi çalkantılarla boğuşan bir memleketin Hariciyesinde görevli vasat bir diplomatın elinden bu kapasitede bir derleme çıkması beni oldukça şaşırttı. İşte bu sergi Yusuf Franko isimli bu Osmanlı paşasının, içinde bulunduğu seçkin sosyal ve mesleki çevredeki kişileri ustalıklı bir hicivle konu alan karikatürlerini ortaya döküyor. Belki de Yusuf siyasi hicvin riskinden dolayı bu eseri hiç yayımlamadı ve karikatürleri kendine sakladı. Ancak bence bu sergiyi istisnai kılan şey, karikatürlerin orijinalliği ve görsel başarısınının ötesinde bu karikatürlerlerden olağanüstü bir tarihsel ve sosyolojik bir bağlam yaratması. Dolayısıyla eski karikatürlerden müteşekkil basit bir resim sergisi beklemeyin. Serginin kurgusu bunun çok ötesinde bir okumalar bütünü sunuyor: Osmanlı bürokrasisinde ilişkiler ağının getirdiği ayrıcalıklı konum ve bu ilişkiler ağını doğuran Pera/Beyoğlu sosyetesinin Osmanlı tebasından mutlak şekilde izolasyonu. Bu noktada, karikatürleri ve karikatüre konu insanları ön plana çıkaran sergi adının, temasıyla tam bir uyum içinde olup olmadığı tartışılabilir.

Ancak serginin yaratıcıları, sadece başarılı bir bağlamlasallaştırmadan (contextualization) dolayı değil, aynı zamanda ilk defa gün yüzüne çıkan bir karikatür derlemesinin bu özelliğinin pazarlanmasıyla yetinmedikleri için de büyük bir tebriği hakediyorlar. Zira konusu itibariyle ilgi çekici olan ve on yıllar boyu dünyanın çeşitli memleketlerini dolaştıktan sonra nihayet 2016 yılında doğduğu topraklara dönebilen bir karikatür albümünün ‘prömiyeri’, kendiliğinden pazarlama gücü olan bir sergi doğururdu.

Serginin yaratıcılarının, çekiciliğine rağmen eserin bu özelliğine saplanmaksızın, üzerine bir çok şey inşa etmesi takdire şayan. Bir eserin kültür sanat çevrelerine bu kapasitede sunulması, o eserin çok daha kalıcı olması açısından da oldukça önemli. Kısacası, sergi Yusuf Franko adının ve karikatürlerinin kültür/sanat belleğimize girmesi ve yerleşmesinde oldukça önemli bir hizmet görüyor. Nitekim ekşi sözlükte, Yusuf Franko ile ilgili entrylerin tamamının bu serginin ardından girilmiş olması bunun basit ve avam bir göstergesi. Eserin özellikleri ve serginin yaratıcılarının başarısından olsa gerek, sergi kültür sanat çevrelerinden ve basından kapsamına oranla çok daha fazla ilgi görmüş durumda. Sergi Conucopia dergisinin de bu ayki kapak konusu.


Hukukçuluk saplantısı mıdır bilmiyorum, gezdiğim her sergide; tez-antitez-sentez kurgusunu gözüm arar. Bir serginin ya sergilenen eserler üzerinden ya da eser sahibi üzerinden bir sonuca ulaşması, benim aklımda o sergiyi hep daha kalıcı kılmıştır. Yusuf Franko’nun İnsanları sergisi de, bu özelliği ile zihnimde yerini sağlam bir şekilde konumlanmış durumda.

Sergi, Yusuf Franko’nun soy ağacı ve Frankoların sosyal konumuna ilişkin kısa bilgilerle başlıyor. Franko Kusarlar, Katolik kilisesine bağlı Arap, Melkit bir aile olup, 18. yy sonunda Lübnan’dan İstanbula göç etmişler. Baba Nasi Franko, Osmanlı bürokrasinin basamaklarını tırmanmış ve Osmanlı tarafından Lübnan’da bir mutasarrıflık teşkilatı kurulduktan sonra Lübnan’a mutasarrıf olarak atanmış birisidir. Yusuf’un kuzeni ve aynı zamanda kayınbiraderi Said Naum Duhani Paşa ise, 1870 İstanbul yangınında yok olan, Beyoğlu’ndaki meşhur Naum Tiyatrosu’nun sahibi Mihail Naum’un yeğenidir. Yusuf Franko’nun kardeşlerinin tamamı da Osmanlı hariciyesinde oldukça önemli görevler yürütmüş diplomatlardır. Serginin girişinde yer alan ve bir şu açıklama Franko ailesinin kurdukları ilişkiler ile bulundukları konum arasındaki irtibatın özeti niteliğinde: “1908 Devrimi’ne kadar Osmanlı Bürokrasisi içinde akrabalık ilişkileri ve patronaj çok önemli bir yer tutuyordu; zira yetişmiş eleman azdı ve resmi bir işe alım prosedürü yoktu. Diplomasi de yüksek sosyal prestijine rağmen çok karlı bir uğraş değildi ve yükselmeyi başaranlar, çoğunlukla finansal olarak kendilerini garantiye alabilenlerdi. Evlilik özellikle taşra elitlerinin merkeze entegrasyonu için önemli bir araçtı.”

Yusuf, aileden gelen bu bürokratik miras ve arkadaş/patronaj ilişkilerinden kaynaklı olarak Osmanlı sosyetesinin kaymak üstü kaymak (crème de la crème) tabakasında kolaylıkla kendine yer edinmiş. Öyle ki Tevfik Paşa ve Said Paşa gibi veziri azamlar dahi bu ilişkiler ağının bir parçası durumunda. Sergide devamla, Yusuf’un “Types et Charges” adını verdiği albümünün tamamı değil, sadece seçmece bir kısmı projeksiyona dahil edilmiş. Ancak albümdeki tüm karikatürler sergide bulunan 2 adet elektronik ekran aracılığı ile görülebiliyor. Bunun sebebi, mekansal darlık mı yoksa bilinçli bir tercih mi tam olarak bilemiyorum. Ancak bu husus ufak bir eleştiri olarak not edilebilir. Sergi mekanından konu açılmışken, İstiklal Caddesi üzerinde bulunan ANAMED binasının, her ne kadar konum olarak sergiyle uyum içinde olsa da, kapasite olarak yeterli olmadığı kanısındayım.

Albümden seçilerek sergide işlenen karikatürler ağırlıklı olarak yabancı sefirler ve ailelerinden oluşan bir sosyal çevreye ilişkin. Bu noktada Yusuf’un, sefirlerin eşleri, onların kızları ve ailelerini yakinen tasviri dikkatimi çeken diğer bir konu oldu. Bununla birlikte sergi yabancıların Osmanlı idaresi ve ticaretinde ne derece etkili olduklarını da ortaya koyuyor. Bu noktada karikatürler üzerindeki Fransızca etkisi çok açık bir şekilde görülüyor.

Kuşkusuz yedi düvelin sefirleri dışında, Osmanlı bürokrasisinden önemli kişiler de hicvedilmiş durumda. Bu noktada en çok göze çarpan karikatür, “Bab-ı Ali İstişare Sirki” olarak isimlendirilmiş, “Ménagerie consultative” karikatürü. Bu karikatüre bakıldığında, hariciyenin üç önemli adamı bir kafese hapsedilmiş sirk hayvanları olarak tasvir edilerek, dönemin hariciyesinin “resmi çekilmiş” denilebilir. Ancak, papağan olarak resmedilen, hariciye nazırı Noradunkyan efendinin Yusuf’a, Duhaniler aracılığı ile, yakınlığı bir yandan da bu yorumu güç kılıyor. Ortada heyecan verici bir labirent var aslında!

Yusuf’un hedef kitlesi arasında aktris Sarah Bernhardt gibi dönemin meşhur sanatçıları da bulunmakta. Sarah Bernhardt’ın 1888 ve 1908 yılları arasında 4 defa İstanbul’u ziyaret ettiği göz önüne alındığında, Yusuf’un karşılaşmış olma ihtimali bir hayli yüksek. Albümdeki karikatürleri “l’expiation” başlıklı enfes bir parça ile son buluyor. Bu karikatürde, Yusufun albüm boyunca alaya aldığı kişiler kendisini ipe çekiyor ve karikatürde, idamına aile üyeleri ağlarken, bazı dostları da gülüyor. Bu karikatür de kanımca Yusufun siyasi hicivlerin o dönem için taşıdığı risklerin farkında olduğunun kanıtı. Ne dersiniz Yusuf bundan dolayı mı yayımlamadı eserlerini?


Bu sergiye “Yusuf’un karikatürlerinin çok ötesinde” dememin sebebi, Yusuf’un karikatürlerinde vücut bulan Pera’nın yüksek sosyetesinin dışına çıkması ve Osmanlı sosyetesinin izolasyonunu göstermesidir. Zira sergi, Pera seçkinlerinin ışıltılı dünyasının dışında, Yusuf’un o dönemde söz konusu olan trajik konulara yer vermediğini vurguluyor. Bu trajediler arasında, hiç değişmeyen tarih yıkıcılığı alışkanlığımızın bir göstergesi olarak Pera&Galata Belediyesi’nin 1984 tarihinde yıktığı Ceneviz dönemi surları, yok olan küçük kabristan, 1870 tarihli büyük Pera yangını sırlanmaktadır.

Yusuf Franko’nun insanları arasında benim tespit edebildiğim kadarıyla çok önemli hukukçular, hatta idare hukukçuları da var. Bunların başında şimdiki Danıştay Başkanlığı’na tekabül eden, dönemin Şuray-ı Devlet reisi Said Paşa geliyor. Şuray-ı Devletin o dönem bağımsız bir yargı merci değil, ancak önemli bir idari makam olduğunu da hatırlayalım. Nitekim Said Paşa sadrazamlık görevinden sonra bu göreve geçmiştir. Said Paşa yusuf Franko’nun hamilerindendir. Bunun dışında, Şuray-ı Devlet azalığı (Danıştay üyeliği) yapmış Pierre Vékil Efendi de Yusuf’un dünyasında yerini alıyor.

Sergi en sonunda, “Yusuf’un Dünyasını Haritalandırmak” başlığı altında, enfes bir “fermeture légendaire” ile kapanıyor. Goad’ın 1905 tarihli Pera&Galata haritası üzerinde Yusuf’un albümde karikatürize ettiği insanlar arasındaki ilişkiler ağı haritalandırılmış. Yusuf Franko üzerinden oldukça başarılı bir sosyal ağ kurulmuş. Haritadaki 35 kişinin neye göre seçildiğine ilişkin bir açıklama yok ancak, bu harita başlı başına; sermaye&mülkiyet, diplomatik konum, toplumsal konum ve eğitim karşılıklı bağımlığını ortaya koyması açısından çok önemli. Bu ağ haritası karikatürlerdeki kişiler arasında, arkadaşlık, iş&himaye, akrabalık ve mülkiyet ilişkilerini, farklı renkteki iplerle ortaya koyuyor. Bu haritada, yabancıların Galata&Pera semtiyle kurdukları yoğun mülkiyet ilişkisi ve mülkiyet bağının iş&himaye ilişkisi üzerindeki çekiciliği, sermayenin tarih boyu şaşmaz motivasyonunu bir kez daha doğruluyor.

Serginin sonundaki bu sosyal ağ haritasına küçültülmüş bir versiyonunu içeren el broşürü ziyaretçilere bir kaynakça ekiyle birlikte veriliyor ki, bu durum serginin bilimsel kalıcığı açısından son derece yararlı. Ancak broşürden konu açılmışken, serginin genelini kapsayan klasik müze broşürünün verilmesi de çok daha güzel olabilirdi.

Sergide, Yusuf’un “Types et Charges” başlıklı albümünün tıpkıbasımı ve Youssuf Bey: The Charged Portraits of Fin-de-Siècle Pera adlı bir makale kitabı da satılıyor. İçerik olarak gayet güzel olan bu kitabın bir numunesi de sergi girişinde mevcut. Kataloğu alamazsanız dahi gidip inceleyebilirsiniz. Zira kitap ateş pahası; tam 600 TL. Bir katalog ve derleme için bu olağanüstü pahalılığı, sanatın topluma yayılması konusunda bir eleştiri olarak buraya not edelim.

Enes Yalçın

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder