Karakar - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Karakar - Ender Macun

Karakar - Ender Macun

Paylaş

Karakar

Lambayı yakma, bırak,
sarı bir insan başı
düşmesin pencereden kara.
Kar yağıyor
karanlıklara.
Nazım Hikmet

Birkaç gün sonra kar yağacak. Sabırsızlıkla bekliyoruz yani. Siz aldırmayın meteorolojiden gelen yalan yanlış bilgilere. İfşa ediyorum ki onlar bilmiyor. Ya da, biliyorlar da söyleyemiyorlar. Kolay değil bunu söyleyebilmek. Hem hiçbir hava durumu tahmini ‘birkaç gün sonra kar yağacak’ diye başlamaz. Öyle değil mi? Boşuna bakmayın siz hava durumuna. Beklenen kar hava durumundan önce gelecek. Hatta hava durumu karın hızına yetişemeyecek desem yeridir. Tam da öyle olacak.

İlk önce havada açık grimsi, pembemsi, morumsu parça bulutlar belirecek. Alâ. Kuleleri, gökdelenleri, köprüleri, koca otelleri yalayıp yavaş bir Karaindrou müziği eşliğinde geçecekler, üst üste binip bütün gökyüzünü kaplayacaklar. Gecenin ve gündüzün tam da ortasıymış gibi olacak hava. Ne gece ne de gündüz ama. Yakınlardan bir yerlerden bir Garbarek müziği yayılacak sokaklara. Henüz hiçbir şey fark edilmemiş olacak ama. Gündelik telaş işte.

Durakta Haydarpaşa otobüsünü bekleyen yaşlı ve torbalı teyze, hemen yanındaki simitçi çocuk görecek ilk kar tanelerini. Yaşlı teyze biraz önce satınaldığı simitten ilk ısırığı koparmış olacak. Bu masum ilk kar taneleri yavaşça salınacak havada, asfalta düşüp orada kaybolacak. Araçları içinde radyo dinleyerek aheste yol alan insanlar sileceklerini çalıştırmayacak daha. Ne otobüsler ne kamyonlar ne de taksilerin silecekleri çalışacak. Herkes durup ilk kar tanelerini hayran hayran, öyle işte, seyre dalacak. Kontaklar kapanacak. Ne gaf! Araçların pencereleri vzzzzzzz ağzına kadar açılacak. Bir bir eller, kollar çıkacak bu pencerelerden. Hatta gömlek ve kazakların kolları sıyrılacak. Havanın soğuğunu ve pamuk gibi yağan karı yakalamaya çalışacaklar insanlar ama nafile.

Bu romans kısa sürecek, merak etmeyin. Uzunca süredir beklenen kar işte o an her yerde yağıyor olacak. Kuzeyde, güneyde, batıda ve doğuda. Kenya’da, Çin’de, Küba’da… Yavaş yavaş kadim gökyüzü ve biçare yeryüzü aynı tuhaf renge bürünecek. Araçların camları vzzzzzzzzz kapatılacak. Kontaklar yeniden çevrilecek, silecekler şaka da şuka da çalıştırılacak. Sokak köpekleri ve sokak kedileri apartman girişlerine, mağaza girişlerine, kuytulara akın edecekler. Sokaklarda bir koşturmaca, bir hengâme başlayacak.

Esen harikulade rüzgârla, kar giderek şiddetini artıracak. Şapkalar, şemsiyeler, bastonlar, torbalar, çantalar, poşetler yer ve gök arasında bir yerde uçuşmaya, kaçışmaya, giderek birbirlerine karışmaya başlayacaklar. İnsanlar yavaş yavaş uyanacaklar ama duruma. Boğaz'a Karadeniz tarafından giriş yapan uzuncana kara bir şilep yolunun üstüne aniden çıkıveren büyücek bir buzula çarpıp inleyerek duracak. Kısa zaman içinde boğaz bata çıka yol alan buz tabakalarıyla dolacak. Küçük balıkçı tekneleri, vapurlar, sandallar, turist taşıyan devasa cruise gemileri, yatlar oldukları yere mıhlanacaklar. Orada kalacaklar. Dış ve iç dünyayla iletişim kesilecek. Elektrikler kesilecek. Elektrikler kesildi diye dünyanın hiçbir yerinde protesto olmayacak ama.
Biz memlekete dönelim. Kar daha da şiddetle yağacak. Sahipsiz kalmış balıkçı, işportacı ve bitirim tezgâhları birkaç saat içinde küçük birer tepeye dönüşecekler. Araçların ilk önce silecekleri ve lambaları sonra da motorları zınk diye duracak. Kapıları da kalıncana bir katman buzla kaplanmış olduğundan, ne yapsan nafile, açılmayacak. ‘Zorlama, kıracaksın kapı kolunu’ diyecek biri. Araçların içinde insanlar birbirlerine yaslanarak, bekledikleri kara kavuşmanın sevinciyle mırıl mırıl, kediler gibi uykuya dalacaklar.

Yağacak işte. Aşikâr. Evler soğuyacak. Hem de nasıl yani. İnsanlar kalplerinden başlayarak brrrrrr, soğuyacak. ‘Neden ilk önce burun değil de, ya da ne bileyim, parmaklar değil de, kalp?’ Bilmem. İlk önce kalp soğuyacak işte. Ama ilk donan o olmayacak. Hiçbir şey evleri ve insanları ısıtmaya yetmeyecek. Evlerinde kat kat hırka, kazak, çorap, patik, bilumum giysiyle pencerelere koşan insanlar dışarısını göremeyecekler ama. Ne el ele gezerken bir anda donup oracıkta heykelleşmiş genç aşıkları, ne de arsada futbol oynarken oldukları yere çakılı kalmış mobilyacı, demirci çıraklarını görebilecekler. Bunların her biri ufak tefek tepelere dönüşmüş olacak zaten. ‘Brrrr, ne hava ama’ diyecek biri. Arka odaya, donmaya gidecek.

Kar çok daha şiddetle yağacak. Evlerinde mışıl mışıl pinekleyen insanların uzandıkları telefonlar kalıp sabun gibi avuçlarından hoop kayıp yerlere düşecek de tuzla buz olmayacak. ‘Donmuş telefonum’ diye bağıracak biri. ‘Televizyon da donmuş’ diyecek bir başkası. Evin içi zifiri karanlık olmayacak ama. Yok, olmayacak. Gökyüzünün, yeryüzünün ve karın tuhaf beyazı eviçlerine sökün edecek. İşte o an evlerindeki herkes dışarıdakiler gibi mışıl mışıl tatlı mı tatlı bir uykuya dalacak. Kimi masa başında sigara tellendirirken, kimi mutfakta, musluktan başlayıp lavaboda biten ip gibi buzla artık olmayan bulaşıkları yıkarken, kimi zaten çoktan donmuş olan kediyi severken.

Düğünde, eğlencede olanlar da toplu olarak uykuya dalacaklar. Her yer  buz kesecek. Her yeri buz kaplayacak. Göller, denizler, akarsular, dağlar, tepeler… O buzun altında uyuyakalmış insanlar, hayvanlar ve bilumum diğer canlılar bir daha uyanmayacaklar. Oysa ne de çok beklemişlerdi kar yağışını. ‘Kar gelsin, mikroplar kırılır’ diyordu biri. Kimdi o? ‘Tatil yağıyor’ dediydi bir başkası hani. ‘Ne güzel yağıyor, baksana.’

Usta ne diyordu? Üflenen bir mum gibi söndü… koskocaman ışıklar... Ve şehir… kör bir insan gibi kaldı… altında yağan karın.

Ender Macun




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder