Fazıl Say'ın İstanbul Senfonisini Yaşamak - Durmuş Cevlan - Sevdalım Hayat
Fazıl Say'ın İstanbul Senfonisini Yaşamak - Durmuş Cevlan

Fazıl Say'ın İstanbul Senfonisini Yaşamak - Durmuş Cevlan

Paylaş

Fazıl Say, Batı’nın köklü müzik geleneği ve disiplini içerisinde, Nazım Hikmet, Pir Sultan Abdal, Mezopotamya, Cumhuriyet Devrimi, Yunus Emre, Anadolu, Aşık Veysel, İstanbul ve Osmanlı gibi Anadolu’nun tüm kültür öğelerini işleyip senfonik tonda bize ulaştıran bir müzik dehası. Belki de onu dünya çapında Batı müziğinin en iyi ustalarından birisi olmanın da ötesine taşıyan özelliği, doğu -özellikle de Anadolu kültürünü çok iyi tanımasıdır. Fazıl Say’ın Batı’da ilgiyle takip edilmesinin sebeplerinden birinin, Doğu’nun zengin kültür temasını Batı’nınkiyle buluşturması olduğunu söylemek sanırım yanlış olmaz.

Yani Fazıl Say hem Doğu’dur hem de Batı. Tıpkı İstanbul gibi. İstanbul’un gündelik hayat kavgasından sıyrılıp onu hiç hissetmeye çalıştınız mı? Galata köprüsünü geçerken ayaküstü değil. Yahut Eminönü’nde vapura yetişip iş için Kadıköy’e geçerken değil. İstanbul’u hissetmek için biraz zaman ayırmalısınız. İstanbul, binlerce yıllık kültürün ev sahibi, doğunun en batısı, batının en doğusu. Öylece gelip geçmemek onu biraz duymak gerek! Her ne kadar bağrına bıçak gibi saplanan kuru, beton binalara ve yığınlaşmış her türden insan kalabalığına maruz kalsa da köklü geçmişi ve kültürü ile zamana meydan okumaya devam ediyor İstanbul.

Fazıl Say, İstanbul’u hissetmek ve anlatmaktaki ustalığını “İstanbul Senfonisi” ile göstermiş 2012 yılında. İstanbul Senfonisi’nin hiç İstanbul’a gelmemiş insanları bile İstanbul’la tanıştırdığını söylemek sanırım hatalı olmaz. Ben ilk kez 2017 yılında bir sabah vakti dinledim. Fazıl Say, orkestra icraya geçmeden önce eseri hakkında kısa bir bilgi veriyordu. Almanca konuşuyordu. Söylediklerinin nerdeyse tamamını anladım ve hiç ara vermeden sonunda dek dinledim. Fazıl Say konuşmasında bir nevi Fazıl Say resmî web sitesinden kopyaladığım aşağıdaki tanıtım yazısını özetledi:

1 – Nostalji “İstanbul Senfonisi”, gecenin buğusunda Marmara Denizi dalgalarının kıyıda sakince hışırdaması ile başlar. Nitekim bu deniz seslerini eserin en sonunda tekrar duyarız. Şöyle ki, 7 bölümlü “İstanbul Senfonisi”, denizden çıkıp İstanbul’u anlatır ve biterken tekrar denize döner. Nostalji bölümünde, geçmişin izinde denizin hışırtıları eşliğinde hayallere dalarız. 1940’lardayızdır belki… Orhan Veli İstanbul’u dinliyordur…Ya da 1920’ler…Dalmış gitmişizdir. Hayallerdeyizdir…Gecenin bir vakti loş deniz hışırdar ve eserin hicaz makamındaki ağır “ana teması” başlar. Ney ve kanun da orkestranın şarkısına uzaklardan dokunur. Müzik ve görüntüler kararmaya başlar. Bizlerse hayal içinde hayallere dalarız. Karanlığın içine gömüldüğümüzde, zamanda yolculuk gibi, 1453 yılına gideriz. “Fetih” günüdür! Davullar, trompetler, gümbürtüler, patlamalar, etraf savaş alanıdır. Mehter takımı duyulmaya başlar: Ceddin Dede! Kudümler vurur. İstanbul’un yaşadığı en hareketli gündür. Osmanlı-Bizans savaşmaktadır. Sonra tekrar uyanılır ve gecenin karanlığına, “hicaz” şarkıya dönülür. Deniz hışırdar. Biz hayaller içinde hayallerdeyizdir…

2 – Tarikat Bu bölümde tarikatların karanlık yüzü ve fanatizm anlatılır. Dinin siyasi emellere alet edilmesine duyulan öfke ve din sömürücüsü tarikatların büyük otoritesi, bu hızlı bölümü oluşturan karanlık ve gergin notaları oluşturmuştur. Bu notalar aslında onların öfkesi, “din ve para” konusudur. Ve bir ritimden yola çıkar öfkenin müzikteki kurgusu. “La ilahe illallah” diye “zikir” edenler akla gelir. Ritim müziğidir. Ritim melodisidir. Besteciye göre, yüzyıllardan beri gelen ileri Mevlevi ve Bektaşi müzik kültürlerinin çok gerisinde, “arkaik” denebilecek bir müziktir günümüz zikirlerindeki ritim melodileri… “La ilahe illallah” cümlesinin salt ritmi bu bölümün ana fikridir.

3 – Sultan Ahmet Camii Dinin siyasi emellere alet edilmesini Tarikat bölümündeki karanlık notalarla duyduktan sonra, bu bölümde “apaydınlık” bir İslam şaheseri anlatılır: Sultan Ahmet Camii. Besteci için camiilerin en güzeli, en huzurlusu, en muhteşemidir. Orada olmak büyüleyicidir, metafiziksel boyutta salt benlik uzlaşısıdır, meditasyon gibidir. Ney ve kudüm “segâh makamı”ndan anlatmaya başlar. Orkestra ardından genişleyerek büyür. Camiinin evrene yükselmek isteyen, uhrevi, hüzünlü teması hissedilir.

4 – Hoş Giyimli Genç Kızlar Adalar Vapurunda Kanun, Adalar vapuru güvertesindeki yakışıklı delikanlıdır. Flüt, obua, klarnet ve fagot, yakışıklı delikanlının ilgisini çekmeye çalışan hoş giyimli genç kızlardır. Tuba, vapur düdüğüdür. Mutlu ve güneşli bir yaz sabahıdır. Kızlar, delikanlı uğruna kavgaya tutuşur.

5 – Haydarpaşa Garı’ndan Anadolu’ya Gidenler Üzerine Bu bölüm, bir nevi, Nazım Hikmet’in Memleketimden İnsan Manzaraları eserine arka plan müziği gibidir. Gece treni yola koyulur. Tren yolculuğu yapanlar hayaller kurar. Yolculuk hayallerdir. Lokanta vagonunda yeni evli bir çift hayallere dalmıştır. Ötede dalıp gitmiş âşık bir adam vardır. Aşk’tır sezi… Sağımızda deniz vardır. Vurma sazlardan rayların seslerini duyarız. Trompetler tren düdüğü seslerini verir. Bir başka masada dertli bir adam vardır. Trombon onun temasını karanlıktan verir. Sonra tekrar diğer masalara döneriz. Ray sesleri ve ray ritimleri eşliğinde dertli adam, âşık adam, yeni evli çift, herkes bir aradadır.

6 – Âlem Gecesi Gecenin ışıklarında bir İstanbul sokağı… Uzun kanun taksimi yoğun senfoniyi rahatlatır. Kanun bitince danslar başlar. Bir yerde Dök Zülfünü Meydane Gel şarkısının bir benzerini işitir gibi oluruz. Ardından tüm süratiyle bir “köçekçe” başlar. Köçekçe büyük bir gürültüyle kesilir. Sulukule’nin ışıklı sokaklarında körkütük sarhoşuzdur. Kanun, Dök Zülfünü Meydane Gel’i çalamayacak kadar sarhoştur. Gecenin ışıklarında bir İstanbul sokağı…

7 – Final Ve günümüz… Bugün! Dertli insanlar… 15 milyon nüfuslu “mega-metropol” İstanbul. Romantizmin, yaşamın kalmadığı, stres, sıkıntı, bunalım ve hayalsizliğin hâkim olduğu rengi algılarız. Üç kere sağır edici mertebede patlar orkestra. Sıkıntılı melodiler kasvettir. Müzik kaçmaya çalışır. Patolojik enstantaneler gibi, bir foto flaş hızında gözümüzün önünden eserin tüm bölümlerinden temalar geçer: “1453” kudümleri, “La ilahe illallah” ritimleri, “camiinin hüzünlü teması”, “hoş giyimli bir genç kız”, “trendeki dertli adam”… Ve başladığımız noktaya, gecenin karanlığına, hayallerimize döneriz birden. Hicazdır, şarkıdır. Nostaljidir… Yine dalgalar hışırdamaya başlar.

Henüz 3,5 yıllık bir İstanbullu olarak, İstanbul Senfonisi’ni dinler dinlemez adeta yaşamak, içime çekmek istedim. Birkaç dostuma senfoninin 7 parçasını onları en iyi hissedebileceğimiz yerlere gidip dinlemeyi önerdim. Sayımız bir anda on bir oldu. Hazırladığım program dahilinde arkadaşlarla güneşli bir cumartesi günü Edirnekapı Şehitliği’nde buluştuk.



İlk durağımız, Senfoni’nin ilk parçası olan Nostalji’yi dinlemek üzere Fetihkapı’ydı. Fetihkapı, Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’un fethinin ardından İstanbul’a ilk girdiği kapı olarak bilindiğinden açıkçası fethi hissetmek istedik. Kulaklıkları taktık ve on bir arkadaş eş zamanlı Nostalji’yi dinlemeye başladık, müziğin yükseldiği beşinci dakikada Fetihkapı’dan tarihi yarımadaya girdik ve ardından Bizans surlarının dibinden Balat yakınlarına kadar indik.







Balat’tan sonraki durağımız ikinci parça olan Tarikat’ı dinlemek üzere Fatih Çarşamba’ydı. İstanbul’un beşinci tepesine inşa edilen görkemli Yavuz Sultan Selim Camiinin avlusundan Eminönü, Fener, Balat, Eyüp, Haliç ve Galata’yı seyrettikten sonra eski Bizans sarnıcı olan Çukurbostan Parkı’nın yanından İsmail Ağa Camii’ne yürüdük. Müzik, Yavuz Sultan Selim Camii avlusundan İsmail Ağa Camii avlusuna ulaşana dek kulağımızda birkaç kez tekrar etti. İsmail Ağa Camii önünden geçişimizi bilerek cemaatin öğle namazından çıkış saatine denk getirdim. On bir arkadaş kulaklarımızda Fazıl Say’ın Tarikat’ını dinlerken cübbeli ve sarıklı İsmail Ağa tarikatı müridleri ile iç içeydik.







Üçüncü durağımız, Sultanahmet’ti. Sultanahmet aydınlığı ve huzuru zaten hep hissettirmiştir. Ancak İstanbul Senfonisi’nin üçüncü parçası Sultanahmet’i dinlerken orada olmalısınız! Bu eseri Sultanahmet’te dinlediğinizde beni daha iyi anlayacaksınız!








Ve sonraki adım, Ada Vapuru! Sultanahmet’ten tramvayla Eminönü’ne geçip 16:30 Şehir Hatları Ada Vapuru’na bindik. Haydarpaşa açık olsa inip “Haydarpaşa Garı’ndan Anadolu’ya Gidenler Üzerine” isimli beşinci parçayı orda dinlerdik. Ama ne yazık ki kapalı, biliyorsunuz! Bu sebeple bu kısmı sadece Ada Vapuru Haydarpaşa’yı selamlarken dinlemek zorunda kaldık…




Ada Vapuru, yönünü adalara çevirdiğinde, Senfoni’nin dördüncü parçası, “Hoş Giyimli Genç Kızlar Adalar Vapurunda”yı dinledik. Hoş giyimli genç kızlar flüt, obua, klarnet ve fagot kaçtı, yakışıklı delikanlı kanun kovaladı, hem de en az 15 dakika!





Ve Heybeliada’dayız. Tarihi yapıların doğaya olan saygısını bir nebze olsun koruyabildiği bu enfes adayı uzun uzun anlatmama gerek yok. Adanın büyüsü bizi bir saatte alem gecesine hazırlamayı başardı. Senfoni’nin altıncı parçası olan Alem Gecesi’ni Heybeliada’da bir rakı masasında tüm restoran ile birlikte iki kez dinledik. Fazıl’ın zihninde canlanan alem gecesine uymaz belki ama biz ne çok heyecanlandık!




21:45 vapuru ile Bostancı’ya döndük.

Yedinci ve son parça olan Final’i, 15 milyon nüfuslu “mega-metropol” İstanbul’un trafik sorunsalının tam ortasında, yol almaya çalışan araçları ve insanları izleyerek Bostancı’da dinledik. Fazıl’ın da dediği gibi, müzik bile kaçmaya çalıştı! Biz de kaçtık ve yavaş yavaş dağıldık.

Eminim, on arkadaşımın tamamı da bir güne yaklaşan bu gezide tıpkı benim gibi çok farklı şeyler hissetti. Bunları tur esnasında zaman zaman konuşabildik. Heyecan, korku, endişe, neşe, hüzün, huzur… hepsi bir arada. İstanbul beni hiç bu kadar etkilememişti, adeta yer yer bir filmin içindeydim. Müzik başladı ve sözcükler yok oldu....

Bu yazıda nerelerde ne hissettiğimi anlatmaktan bilerek kaçındım. Gidin ve hissedin!

Kendimiz için hazırladığım etkinlik programından faydalanmak isterseniz tıklayınız. Aşağıda ayrıca kullandığımız rotayı ve albüm kapağını paylaşıyorum.





 Durmuş CEVLAN

1 yorum: