Referandum Öncesinde Son Ada'yı Okumak İçin 5 Sebep - Yeşim Yeşiloğlu - Sevdalım Hayat
Referandum Öncesinde Son Ada'yı Okumak İçin 5 Sebep - Yeşim Yeşiloğlu

Referandum Öncesinde Son Ada'yı Okumak İçin 5 Sebep - Yeşim Yeşiloğlu

Paylaş

Dünya diktatörlük geçmişinden izler taşıyan Son Ada'nın aynı zamanda insanlık geleceğine ayna tuttuğu tartışmasız. Yaşar Kemal'den "Zülfü büyük kapıdan bu romanıyla girmiştir." övgüsünü alan bu roman bir ütopyanın bir distopyaya ne kadar kolay evrilebileceğini gösteren önemli bir eser. Her eyleminin devletin bekası için elzem olduğunu savunan, iradesinin halkın iradesinin yansıması olduğunu iddia eden insanların bazen bir ülkeyi bazen de bir adayı adım adım yıkıma götürmesinin kısa ve öz bir anlatımı olan bu romanda zaman zaman anarşist olmanın insanlık için en doğru yol olduğunu düşünebileceksiniz. Korkmayın haklısınız!

Eserleri 30'dan fazla dile çevrilen, evrensel bir yazar olduğuna şüphe bulunmayan ülkemizin güzide yazarlarından Zülfü Livaneli'nin bu kitabındaki bazı tanıdık durumları paylaşmak isterim ki 16.04.2017 referandumu sonrasını öngörebilmek mümkün olsun. Bu kapsamda Son Ada kitabından kendi adıma çıkardığım mesajları şu şekilde sıralamak mümkün:

1- 6 milyar insan içerisinde sadece bazı kişilerin gerçekten sahip olabildiği yaşam alanını korumak için çabalamayan kişi bataklığa saplanmaya mahkumdur.

Son Ada kendi deyimiyle kartpostal gibi bir tablo çiziyor. Masmavi deniz, yemyeşil ağaçlar, zaman zaman göç etseler de doğal yaşam alanlarında insanlarla yaşamaya alışan martılar .... şeklinde devam eden muhteşem "uyum" içerisinde bu uyumu bozabilecek tek etken: İnsan. Maalesef  adım atmayı öğrendiği günden beri dünyaya zarar vermekte olan insan dün de bugün de aynı, yarın da değişebilmesi çok zor. Yine de bu değişimi sağlamak için çabalayanların sayısı bir hayli fazla. Çünkü bazıları farkında ki asıl savaş ne doğayla ne de bazı silahlarla kontrol altına alabildiği diğer canlılarla, asıl savaş kötü ve iyi arasındaki savaş. Bu savaş, bu dünyada misafir olduğumuzu unutan, sırf iletişim kurabildiği için, sırf zalimliğini dışa vurabileceği silahlara sahip olduğu için kendini üstün sanan bazılarının her adımda zarar vermesine engel olma savaşı. İnsanın savaşı egoyla, bencillikle, açgözlülükle, narsizmle, cehaletle.

Geçen her bir günde bu savaşı kaybediyormuşuz dünden bir adım daha geriye gidiyormuşuz gibi hissedebilirsiniz. Ne var ki hala devam ediyorsanız demek tüm umutlar tükenmemiş, demek nefes almayı bırakmamak için bir nedeniniz var. Ama sadece nefes almaya devam etmek tek başına yeterli değildir. Bu savaşta zor kararlar almak, istemeseniz de bazı taşları oynatmak bazı putları yıkmak zorundasınızdır. Aksi halde yalan silahı karşısında yok olacaksınızdır. Oyunu temiz oynamayacağını daha en başından söyleyen bir kişiyi engellemenin yolu yalanlarını yaymasına engel olmakla başlayacaktır. Savaşta düşmanı küçümsemek, onun gücünü hafife almak her daim yenilgi getirmiştir. Göktürklerin Sasani bozgunu da İskoçya'nın İngiltere karşısında bağımsızlığını kazanması da düşmanın gücünü hafife almanın kaybetmeye mahkum olacağını gösteren önemli birer derstir. Tarihten ders çıkarmalı, iyinin egemenliği için savaşan her bir kişinin tecrübesinden faydalanmalı ve artık adım atmalı.

Korkarak kapatılan her kapı bir gün kırılacak, görmemek adına çekilen her perde bir gün yırtılacak, sessiz kalınan her haksızlık sana zalimlik olarak geri dönecek. Dokunmaya çekindiğin koru söndürmek için elini uzatmazsan büyüyen yangında yanmaktan kurtulamayacaksın. Kısacası insan, yaşadığı doğayı da içindeki iyiliği de korumak, bunu yapmak içinse savaşmak zorundadır. İnsan savaşmazsa, kötülüğün yayılmasına engel olmazsa, karanlığın aydınlığı boğabileceğini öngörmezse karanlıkta yaşamak zorunda kalacak, bataklıktan farkı olmayan karanlıkta kurtulmaya çabaladıkça daha da dibe çökecektir.

2- Kötülüğün yayılması için tek bir adım atması dahi yeterlidir.

Sabahattin Ali İçimizdeki Şeytan'da “İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir.” demiş. İnsanın içinde iyilik olduğu kadar kötülük de vardır. Kimisinde iyilik bir adım öndedir, kimisinde kötülük. Kimisinde o kadar zayıftır ki kötülük "melek" olarak tanımlanır. Kimisine de şeytanı layık görürüz. Bilmeyiz  esasında kim melek kim şeytan, çünkü insan ikiyüzlüdür.

İnsanın ikiyüzlülüğü kimi zaman güven duygusunu öldürürken kimi zaman tam aksine bir tapınma duygusunu da ortaya çıkarabilir. Kendi ikiyüzlüğünün farkında olan insan, bu duyguyu bastırabilmek adına tapındığı kişinin "mutlak iyi" olduğuna kendini inandırır. Kendi egosunun, bencilliğinin dışavurumu olan mutlak iyi için aksini iddia edenlerle muhteşem bir savaş başlatabilir. Bu savaşta kişinin kendisi artık bir birey değil sadece bir erdir. Er olabilmek için düşünmekten vazgeçmek ve itaat etmek zorunda olan birey bu bedeli çoğu zaman isteyerek öder.

Tarihin her döneminde özgürlüklerinden vazgeçmek isteyen, er olmayı "dert" edinmeyen, bunu adeta insanlığın kanunu olarak addeden kişiler oldu. Yönlendirilmesi, düşünceleri çarpıtılması çok da zor olmayan bu kişilerin kendilerini mutlak iyi adına savaşırken hayal etmeleri salt kendi aleyhlerine değil tüm insanlık aleyhine sonuçlar doğurdu. Kötülüğün sıradanlaşması da, erdemden uzak dönemlerin sıkça yaşanması da kendisine tapınılan mutlak iyi için başlatılan savaşlara bağlı doğan sonuçlardır.  Her ne kadar bu savaşların "şeytan"a karşı olduğu iddia edilse de kişiler aslında salt iktidar savaşlarının kurbanları olduklarını fark edemedi. Esasında her birimiz birilerinin güç savaşında piyon yapmak istediği, er olması beklenen kişileriz.  Bu noktaya ya kendi talebinizle (kendi ikiyüzlülüğünü, açgözlülüğünü göz ardı edebilmek, hırslarınızı hayata geçirebilmek için ya da daha güzel bir hayata kavuşma hayali ile takınılan itaatkar tutum dolayısıyla) ya da zorla (korkularınızı, sevdiklerinizi size karşı kullanmaları dolayısıyla) geleceksiniz. Şayet mutlak iyi olarak tanımlanan ancak esasında kötülüğün simgesi olan kişinin en başından kapıdan girişine engel olmazsanız... Ki Son Ada sakinlerinin de yaptıkları ilk hata bu olmuştu...

3- Eyleme geçmekte geciken bir düşüncenin başarıya ulaşması neredeyse imkansızdır.

Hayatın bir amacı olduğunu bilen ama bu amacı bulduğu yanılgısına düşmeyen bir insan aldığı her nefesi hayallerine bir adım daha yaklaşmak için kullanır. Çünkü amaç arayışında hayallerinin her daim var olacağını ve yaşama amacını bu hayalleri sayesinde bulacağını düşünmektedir.
Hayalle tek kast edilen sadece baharda çiçeklerle bezeli bir parkta gülümseyen bir yığın insan arasında huzur ve mutluluk dolu olma ve bunu tüm insanlık için istemek değil elbette. Çünkü insanın içinde var olmaya devam edecek ve maalesef bazılarını ele geçirebilecek olumsuz duygular var olduğu sürece bu duyguları dizginleyemeyen insanların başkalarının mutluluğunu öldürmeye devam edeceği açık. Bu yüzden saf mutlulukla dolu bir dünyanın, dünyanın en zor ütopyası olduğuna inanmak yanlış olmayacaktır. Bu nedenle hayallerimiz salt mutlu olmak üzerine olmayacak ama acıları dindirmeyi de içerecektir. Dolayısıyla bu hayallerin bir ülkü haline gelmesi, bir noktada yaşama amacımız olması da kaçınılmaz olacaktır.

Bir ülkü uğruna yaşayan, bir hayalin peşinde giden bir insan ne yapmalı? Nerede ne zaman ve nasıl eyleme geçmeli? Esasında atılan her adım bu sorulara cevap bulmak içindir. Tarihte büyük başarılara imza atmış, kimi zaman ülkesi kimi zaman ailesi kimi zaman salt kendisi için de olsa "başarmış" kişilerin bunu doğru zamanlamaya borçlu olduğunu görüyoruz. İnsanın hayalleri için de cevap aynı: Zamanlama. Ne erken ne geç, tam zamanında atılmalı o adım. Yoksa ya erken olduğu için zayıf ya da geç kaldığı için etkisiz olacaktır. Siz siz olun geç kalmaktansa erken davranmayı tercih edin. Çünkü erken harekete geçtiği için başarısız olan bir eylemin başarıya ulaşması işin başka zamanlar da olabilecekken, eyleme geçen ama olumsuz sonuç alınan bir yol bir daha denenmeyecek, aksi durum Einstein'in dediği üzere delilik addedilecektir.

4- "Dost", "Terörist" ve" Düşman" tanımları iktidar sahiplerinin çıkarlarına göre değişir.

Ada sakinleri için "dost" sayılabilecek martılar, sırf başkan öyle istediği için "düşman" olabilmişti. Çünkü insan olarak temel problemimiz dost ve düşman kavramlarına devlet aygıtının karar vermesine izin vermek.

Gücü elinde bulunduran kişiler, bu gücü elinde tutabilmek adına her türlü anlaşmayı yapabilecektir. Bugün katil dediği kişi için yarın kardeşim diyebilecek, bugün dostum dediği kişinin yarın ölmesi için çalışabilecektir. Tüm bunları yaparken de toplumun kendisi gibi düşünmesini, kendisi gibi çaba harcamasını, güç savaşını kazanması için gereken her şeyi yapmasını, insan haklarına aykırı yasalara dahi evet demesini bekleyecektir. Bu beklentisinin boş çıkmaması için de birlik, beraberlik, süper güç olma, terörizm, vatanseverlik vb. kavramlarını kullanacaktır. Tıpkı insan haklarına aykırı gözaltı ve izleme kuralları, fişleme düzeni getiren her bir vatandaşı potansiyel düşman addeden yasaya "Vatanseverlik Yasası" (patriot act) denmesinde olduğu gibi.

Güç savaşında iktidar sahiplerinin dost veya düşmanı saniye saniye değiştirmesi, bu konuda tutarsız olması önemli değildir. Önemli olan menfaatine en uygun anlaşmayı yapabilmesidir. Bu yüzdendir ki çözüm üretme sanatı olması gereken siyaset hep "yalan söyleme sanatı" olarak uygulanagelmiştir. Öyle bir sanat ki kendi içerisinde dahi çelişen bir kişinin bu çelişkisini saklayabilir, menfaat için akla karanın birbirine bulanmasını mazur gösterebilir, bu durumdan kişinin kendisine mağduriyet yaratabilir. Zira kendisini her daim mağdur gören bir topluluk için yaratılabilecek en ideal körlük onları iktidar sahiplerinin de onlar gibi mağdur olduğuna inandırmaktır.

İnsan iktidar kavgalarında bir silah olan kavram kargaşasından uzak durmak, devletlerin dost-düşman tanımlamalarını göz ardı etmek ve insanları sadece iyi ve kötü insanlar olarak ayırmak zorundadır. Aksi halde Einstein'in aptallık kuramında da belirttiği üzere insanlığı ırk, din, cinsiyet, milliyet vb. şekillerde kategorileştiren aptallardan biri olacaktır.

5- Tabloya değen ufak fırça darbeleri sonunda resmi tanınmaz hale getirir.

Her gün yeni bir haber, eğitim-öğretim değişti, imar planları değişti, bütçe kanunu değişti, emeklilik şartları değişti, fiyatlar değişti, dost-düşman değişti, sınırlar değişti, öncelikler değişti.... Bu değişimlerin her biri iktidarın ülkeyi yönetmek adına aldığı kararlar olarak lanse edilebilir, her iktidarın iktidar vaatleri kapsamında değişiklik yapabileceği savunulabilir. Her ne kadar iktidarlar vaatleri kapsamında sistemde rötüşler yapsalar da bu değişimlerin temel yapı taşlarına dokunmaması gerekir. Aksi halde karşı devrimden bahsetmemiz gerekecektir.

Tüm iktidar sahipleri aydınlanma yolunda adım atmak yerine, cahilliği örgütleme böylece iktidarda tutunma süresini uzatmayı tercih eder. Zira iktidar sahiplerinin temel amacı insanın daha ileri gitmesinden öte güçlerini arttırmaktır. Bu nedenle eğitimden bilime, ekonomiden çalışma hayatına her alanda etkinliğini artırmak, kendi sistemini dikte ettirmek, kendi sosyal grubunun egemen sınıf haline getirmek için mevcut düzeni tırpanlar. Bu tırpanlamanın en yoğun olduğu alan eğitimdir. Devletin eğitim sisteminin temeli vatandaşının bilimsel bir eğitim alması değil onun otorite ile uyumlu itaatkar bir er olmasını sağlamaktır. Bu nedenle her iktidar önce eğitim sisteminde değişikliğe gider. Bu değişiklikleri diğer alanlara yapılan müdahaleler takip eder.

Genelde yapılan değişiklikler iktidarın ömrü ile sınırlı olduğundan kurumun kendi iç sistemine istenilen zararı vermez, iktidarın tam anlamıyla hakimiyet kurması mümkün olmaz. Ne zaman ki iktidarın hakimiyet ve dolayısıyla tırpanlama süresi artar işte o zaman kurumsal kimlik değişimleri de başlar. Artık iktidarın kendi çalışma düzenini kurmasına değil tüm alanlarda bu çalışma düzenini zorunlu hale getirmesine tanık oluruz.

"İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar mutlaka yozlaştırır." özlü söz olmasından öte her diktatörlüğün verdiği acı bir derstir. Dolayısıyla bu dersi almamak için bazı önlemler almak, küçük değişimlerden korkmamak gibi aptalca bir hataya düşmemek, resmin değişmesine engel olmak gerek. Aksi halde hiç umulmayan daha doğrusu kör/bakar beklenen bir anda tüm insanlık kazanımlarının bir anda yok edilmesi mümkün olabilecektir.

Yazılanlar hem yaklaştığı açık olan tehlikeler hakkında ipucu vermek hem de tarihe not düşmek adına yazıldı.  Elinizden gelenin fazlasını yapmak veya umursamamak sizin elinizde artık.

Söyleyecek söz de çıkarılacak ders de yazılanlardan daha fazla şüpheniz olmasın. Yine de burada bitiriyorum çünkü anlatmaya kelimelerin yetmediği anlarda bizi  suskunluklarımız anlatacak, birinin sustuğu anda bir başkası konuşacaktır. Tarih kelimelere zincir vurmaya çalışan delilerle ve o delileri alt eden kurşun kalemlerle doluyken her zaman konuşan biri olacaktır çünkü!

Yanılmak ve de güzel günler görmek umuduyla iyi okumalar...

Yeşim Yeşiloğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder