Çaresizlik Hatırı Sayılır Bir Günahtır - Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Çaresizlik Hatırı Sayılır Bir Günahtır - Hande Çiğdemoğlu

Çaresizlik Hatırı Sayılır Bir Günahtır - Hande Çiğdemoğlu

Paylaş
ÇARESİZLİK HATIRI SAYILIR BİR GÜNAHTIR.

İnsanın kendini başarısız ve işe yaramaz hissetmesi kadar boğucu bir duygu yoktur. Aynı yeteneklere sahipsinizdir, çalışkansınızdır da ama bazen işler yolunda gitmez. Kolay pes etmeyen biriyseniz, uzandığınız yerden doğrulmak zor değildir. Ne yapmanız gerektiğini, nasıl yol alacağınızı biliyorsunuzdur. Hızlıca işe koyulursunuz. Tekrar tekrar denersiniz. Ama bazen ne yaparsanız yapın, istediğiniz ya da alışkın olduğunuz gibi olmaz. Başarısızlık, her yeri kaplayan bir duman gibi çabucak ve yoğun bir şekilde etrafınızı sarar. Üstelik artık yorgunsunuzdur da. Kim bilir belki baş edilmesi zor sıkıntılarınız vardır. İlerleyen zaman ise acımasızdır. Talih denen şeyin, kime nasıl döndüğünü anlamaya çalışmak anlamsızlaşmıştır. Artık önünüzde, içerisi karanlık olduğu besbelli o yere açılan bir kapı vardır.  Çaresizlik! Ya o kapıdan girecek, Hemingway’in tanımladığı “hatırı sayılır günah” a karışacaksınızdır, ya da son gücünüzle kanatları ağır kapıyı kapatacaksınızdır.

Ernest Hemingway’in Yaşlı Adam ve Balıkçı (İhtiyar Denizci) adlı kitabının, dünyada pek çok okurun dimağında taze bir meltem gibi yer etmesi, Nobel Ödülü gibi pek çok ödüle layık görülmesi, yazıldığı zamandan çok sonraları dahi ilgi görmesi şaşırtıcı değil. Çünkü Ernest Hemingway, bu kitabında insanoğlunun sahip olduğu azim, umut, çaba, hayal kırıklığı, sevgi ve merhamet gibi zamanın ve mekânların ötesinde yer alan duygularından bahsediyor.

Filmi de çekilen bu romanın başkahramanı, yaşlı bir balıkçıdır. Tam 84 gündür, en kadim dostu olan denizden eli boş dönmesi, balıkçının kendi deyimiyle talihsizlikten başka bir şey değildir. Ama bu durum, hayatını Küba sahilindeki bu köyde geçirmiş balıkçının, en iyi bildiği işi yapamamanın verdiği üzüntü ve gurur kırıklığını engellemez. Çocukluğundan beri yanında olan genci, balık tutamadığı için başka teknelere göndermiştir. Çocuk ise ustası olarak gördüğü ve aynı zamanda çok sevdiği yaşlı balıkçı Santiago’yu bırakmaz. Onu sık sık ziyaret ederken, kısmetinin açılacağına, eskisi gibi avlanacağına dair umut aşılar. Çocuk, yaşlı adamın deniz ve balıklardan sonra belki de tek dostudur.

"..Yaşlı balıkçı, bütün acılarına karşın dişini sıkarak; gücünden, direncinden, onurundan, geri kalan ne varsa bir araya getirerek balığın inadına karşı hazırlandı..."

Roman,  yaşlı balıkçının okyanusta yalnız geçen birkaç gününü anlatır. Kayığıyla sefere çıkan balıkçı, hayatının en büyük vurgunu olacak çok büyük bir kılıç balığının oltasına takılmasıyla, onu sürükleyen balıkla birlikte günler geçirir. Okyanusun ortasında, ne açılan yaralarının acıları, ne yaşlılığının getirdiği engelleyemediği bedensel arazları, ne açlığı, ne susuzluğu, hiçbir şey onu yıldırmaz.

Yaşlı balıkçının bu tutkun öldürme isteğinin içinde zalimlik ve harislik yoktur. Hatta balığı yol arkadaşı, dostu, kardeşi gibi görüyordur. Sadece yapmak zorunda olduğu işi, layığıyla sonuçlandırmak ve eve sağ salim dönmek istiyordur.

“…Sonra yiyecek bir şeyi olmayan zavallı balığa acımaya başladı; ama bu duygu onun öldürme kararını zerre kadar sarsmıyordu. ‘Kim bilir kaç kişinin karnını doyuracak’ diye düşündü.’ Acaba onu yemeye layık mıdırlar? Hayır, ne münasebet! Bu ağırbaşlılığa, tavırlarındaki bu soyluluğa bakılırsa onu yemeye layık kimse yok.’
Ne olursa olsun onu öldürmek zorundayım. Yıldızları öldürmeye kalkmadığımıza iyi ediyoruz; ya bir de onu yapsaydık. Ne var ki güneşi, yıldızları, ayı öldürmeye kalkmadığımızla iyi ediyoruz. Denizlere çıkıp gerçek kardeşlerimizi öldürmek yetiyor bize.”

Yaşlı balıkçının azmini, kendiyle ve doğayla olan naif mücadelesini, yazarın sade ama vurucu anlatımıyla okuyoruz. Romanı okurken kitabın sayfaları, bir an için okyanus lacivertine boyanıyor. Ellerinizde bir balığın kaygan derisini hissediyor, cildinizde açılmış yarıklara dokunan tuzlu su ile dağlanıyorsunuz. Balıkçı ve balığın mahrem yolculuğuna siz de katılıyorsunuz. Hemingway’in kendine has yalın ve vurucu üslubunun sonucudur bu. Aynı zamanda sahici ve dokunaklı insan duygularını, okuyucuya mesaj verme kaygısından uzak bir anlatımla vermenin etkisidir.

Ernest Hemingway’in, kendi tutkulu yaşamının doğal bir yansıması gibi anlamlandırılabilecek bu eser, sanki yazarın sadece kendi için yazdığı satırlar gibi samimi. Yazar, ruhundaki ve yüreğindekileri tüm doğallığıyla kaleme alıyor. Yaşlı adam, gücünü belki de sonuncusu olacak avı için zorlarken, küçük teknesinde okyanusta yol arkadaşıyla sürükleniyor.  Bizler de sessizce onlara katılıyoruz. Hep yanlarındaymış ve hiç ayrılmayacakmış gibi.

Hande Çiğdemoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder