Hiçbir
Şey ve Her Şey
Albert Einstein, E=mc2
formülü üzerinde kafa yorarken, belli bir hıza erişmiş cismin değişikliğe
uğrayacağını ve zaman kavramının görece olduğunu ispatlamıştı.
20. yüzyılın sonlarında
MIT gibi ciddi bir üniversitenin önemli bilim adamı Thomas Pritchard, bir
sodyum atomunun, bir bariyerin iki tarafında aynı anda var olabildiğini
ispatladı. Yani bölünmeyen atom, aynı anda, iki ayrı yerde birden var
olabiliyordu.
İlginç değil mi?
20. yüzyılın büyük
fizikçileriyle binlerce yıl öncenin mutasavvıfları aynı noktada birleşiyorlar.
İki grup da gördüğümüz nesnelerin, katı cisimler olmayıp bir enerji hareketi
olduğunu savunuyor. Gördüğünüz masa, masa değil bir enerji hareketi. İnsan da
öyle, kuş da, köpek de, cam da, otomobil de… Ve enerji yok olmuyor.
***
Bizim bunca
önemsediğimiz dünya, sınırları bilinmeyen evrende, galaksiler arasında, güneş
sisteminde yer alan ve uzaktan soluk, mavi bir nokta olarak bile fark
edilemeyen, belki de evrende bir matematik büyüklük ifade etmeyen toz zerresi.
Biz de onun üzerinde kısacık bir an yanıp sönen, yaşam belirtileriyiz.
Bu yüzden Stephen
Hawking Tanrı’ya inanıp inanmadığını soranlara, insanın gerçek boyutunu
anlatıyor ve “Evren bizim gibi yaratıkların tasavvuruna göre kurulamaz” diyor.
Bir anlamda Einstein’ın
sözlerini tekrarlayarak, öğrendikçe, bilmediklerinin ne kadar çok olduğunu
kavraması gerçeğini vurguluyor.
Büyük bilim adamlarının
açıklamaları, evreni kavramamızın, bahçedeki karıncanın Wall Street
borsasındaki hesapları kavramasından daha güç olduğunu ortaya çıkarmakta.
Mutasavvıflar ise bu
gerçeği görmüş ve her zerrenin, büyük enerjinin bir parçası olduğundan
hareketle “birlik” ve “vahdet-i vücud” felsefesine ulaşarak “enel hak”
noktasına gelmişti.
Böylece en küçük en
büyük oluyordu. İnsanoğlu hem hiçbir şeydi hem de her şey!
Zülfü
Livaneli
Harika!
YanıtlaSil