Zıtlıklar - Asiye Açar - Sevdalım Hayat
Zıtlıklar - Asiye Açar

Zıtlıklar - Asiye Açar

Paylaş

 Zıtlıklar
16 yıllık öğretmenim. Konya, Bitlis, Uşak ve İzmir'de, her birinde en az 2 yıl olmak üzere 9 ayrı okulda, birbiriyle hiç alakası olmayan kültürden  öğrenciler, öğretmenler, veliler ve idarecilerle çalıştım.

Her bir bölgenin birbirine olan zıtlığı, ayrıca içinde yaşayan insanların, kuralların, yaşam tarzının bulundukları mekâna zıtlığı hep ilgimi çekmiştir.

Hatırladığım en ilginç farklılıklardan birisi Bitlis yıllarımdan. Kışları çok güzel kar yağardı. Sonradan öğrendim ki, Türkiye’de en kaliteli kar Bitlis'e yağarmış. Dağcı bir arkadaşım söylemişti. Pamuk gibi iki metreye yakın yağardı. Akşamları arkadaşlarla kendimizi bahçedeki yarım metre karın içine atardık. Poff! diye ses çıkardı. Ne güzel günlerdi!

Lisede öğretmendim. Karın içinden tek kişilik yol açılırdı, oradan okula giderdik. Kar tatili diye bir şey yoktu. Bazen karın ilk yağdığı gün nezaketen tatil verilirdi, onun resmi yazısı da biz okula gittikten sonra ulaşırdı. O karda geldiğimiz okuldan, aynı zahmetle geri dönerdik.

Sonra Uşak Eşme’de görev yaptım. Geceden biraz kar serpiştirdi, kaymakamlık geceden kar tatili diye ilan verdi. Güldüm, sabaha kar falan kalmamış, hepsi erimişti bile.

Rastladığım diğer bir farklılık komşuluk ilişkileriydi. Ücrada, küçük yerlerde öğretmenlere değer verilir. Tatvan'da ve Bitlis'te ev tuttuğum zaman bütün komşularım beni sevgiyle selamlıyorlardı, bir öğretmenle komşu olmaktan gurur duyuyorlardı. Öğretmene medeniyetin kapısı olarak bakıyorlardı.

Büyük şehirde, taşındığım gün merdivende tanıştığım alt komşumun ilk cümlesi, "Banyonuz aşağı su akıtıyor!” oldu. “Eyvah!" dedik, “En korktuğumuz şey!” Eşim koşarak banyoya gidip silikon tabancasıyla her yeri macunladı. Yetmedi, tesisatçı çağırıp akabilecek her yeri elden geçirdik. Birkaç gün sonra karşılaştım komşumuz hanımla. "Su geliyor mu aşağıya?" diye sordum, "Yok yok zaten 3 yıl önce bi gelmişti, sizden öncekiler yaptırmıştı!" dedi!

Her imkânı barındıran büyük şehirlerde, insanlarla kopuk yaşadığı için iletişim becerileri kısır kalmış, insanlarla tanışıp konuşamadığı için, onlarla tartışma veya kavga ortamı yaratıp bağlantıya geçmeye çalışan bu gibi komşulardan, küçük yerlerde yol yordam bilmediği için kapıyı aralar aralamaz salona dalanlara; bana insanların değişmeyeceği konusunda “İnsan gerçeğinden bir adım öteye gidemez Asiye, üzülme!" diye öğüt veren, bir kuru dağa bakarak, derin ve dolu dolu sohbetler ettiğimiz köy öğretmeni güzel meslektaşımdan, en modern şehir hayatı içinde 32 kelimelik yüzeysel bir “hava durumu-siyaset-maaş” sohbetiyle gününü geçiren iş arkadaşlarıma… Zıtlıklar hep şaşırttı beni.

Küçük yerlerde anası babası okuma yazma bilmeyen, fakir öğrencilerim öyle iyi ve saygılı çocuklardı ki, elimde bir poşet görseler hemen koşar, elimden alır “Vallah hocamm çok yazıksınn!" derlerdi.

Sonra 3 büyük şehrimizin birinde, kalburüstü bir mahallede bir lisede çalıştım. Sınıfa girdiğim zaman kız öğrencilerden biri göz ucuyla bana bakıp başını çevirdi. “Ne bakıcam sana, her türlü senden üstünüm!” diyor gibiydi. Sonra sevdik birbirimizi, ama sevgiye ve ilgiye doymuş çocukla, birbirinizi sevmeniz de çok sancılı bir süreç oluyor.

Yatılı bölge okullarında çocuklar, “Öğretmenim, burda yataklar çok güzel vallahi!" deyip, dünyanın en temiz mutluluğunu yaşarken, Bostanlı'da çocukların ağzına, içine somon ezilmiş muhallebi tıkıştırıyor tek gıdanın besin olduğunu düşünen anneler ve o kadar nimet içinde, yemek yemekten bile keyif alamayan sıska çocuklar yetiştiriyor.

Yine de her bölgede eğer onları okumayı bilirseniz, çocuklarla çalışmak çok güzeldir. Doğruyu söylerler, eğer sizin doğruyu sevdiğinizi anlarlarsa tabii. Yoksa not almak için öğretmenlerine methiyeler düzen gözü açıklar da boldur. Ben öyle bir öğretmen değilim. İltifat çok hoşuma gitse bile sadece teşekkür ederim, utanırım da herhalde biraz. Oysa kimin hoşuna gitmez, kendisi hakkında güzel sözler duymak? Ben yüreğime taş başar, konuyu değiştiririm.

Ama bir gün Eşme'de bir öğrencim öyle bir şey söyledi ki bana… 6.sınıfta çok matrak bir öğrencimdi. Ben sınıfa adım atar atmaz gülerek coşarak ayağa kalkar "Hoş geldiniz öğretmenim!" diye bağırırdı. İltifatlara başlardı. “Öğretmenim bugün çok güzelsiniz.” “gerçi hep güzelsiniz de…" Bunu sınıfta yapacak tek çılgın çocuk o olduğu için kimse de bir şey demezdi. Ben de alışmıştım artık Mahmut'un bu tavırlarına...

Bir gün ders esnasında sınıfta hapşırdım. Tutamadım kendimi, bi daha hapşırdım. Çocuklar "Çok yaşayın öğretmenim" falan dediler. “sagolu cocukla...” demeye kalmadı, burnum gıdıklayıp duruyor, bir daha hapşırdım. Mahmut dedi ki “Öğretmenim bahar güneşi çarpmıştır, gerçi sizin güneşi çarpmanız lazımdı ama!"

40 yaşındayım, böyle güzel bir iltifat duymadım. Sözün güzelliği, art niyetsiz bir sevgiyle söylenmiş olması. Tuhaflığı, 12 yaşında bir çocuk tarafından söylenmiş olması.

Özgürlükler içindeki yalnızlıklar, kırsallık içindeki zekâ, zenginlik içindeki cahillik, fakirlik içindeki mutluluk, çocukluk içindeki felsefe.

Zıtlıklar... Beni hep şaşırtmış ve hayran bırakmıştır.

Asiye Açar


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder