Ben bir küçük gece kuşuyum.
Geceleri o âlem senin bu âlem
benim, yalınayak gezmeyi çok severim.
Gece gezmelerim bitip gündüz
olduğunda ise hep bir üzüntü gelir.
Yine gecenin bir vaktindeyim.
Saat kaç, bilmiyorum. Saatim yok
ki! Olsa da bir şey anlamam.
Bir ırmağın üzerindeyim,
yalınayak. Irmak kenarı boyunca benden daha uzun rengârenk çiçekler var. Daha
önce hiç görmediğim kadar güzel bu çiçekler.
Her biri mis gibi kokuyor. Irmağın
üzerinden bir karşı tarafa sonra tekrar aynı tarafa zıplayıp duruyorum. Taşlara
çarparken köpük köpük çağıldayan suyun tatlı sesi kulaklarımda.
Boşluğa doğru sesleniyorum:
- Heyyyy! Burası çoook güzell!
Sesim yankılanıyor...
Karşıdan bir çığlık sesi cevap
veriyor sesime. Ama bu ses benim heyecanlı, sevinçli sesime göre çok acı bir
çığlık!
Beni uykudan uyandıran acı
çığlığın neden kaynaklandığını tam olarak tahmin edemeyeceğim yaşlardayım.
Belki 5 belki de 7... Anladığım tek şey, dışarda, sokağın değil sokağı kesen upuzun
caddenin de ötesinde bir yerde ama sesi duyulacak kadar büyük bir huzursuzluk
olduğu. Ben de huzursuzlandım. Kalkıp perdeyi araladım ve pencereden dışarı
baktım. Dışarısı karanlık. Evlerin ışıkları genellikle sönük. Her yerde,
sokağımızda ve mahallemizde ve bence dünyadaki herkes uyuyor. Peki, gece herkes ama herkes uyuyorken,
insanlar tehlikede olmaz mı? Annem babam da uyuyor, ya kötü insanlar kötülük
yapmak için geceyi beklerlerse... Ya gelip bize de zarar vermek isterlerse
onlarla tek başıma nasıl baş edebilirim ki!
Anneme seslendim. “Anne, suuu!”
Belki uyumamıştır. Uyuyorsa da
uyanmalıydı zaten. Annem uyanık olursa kötüler de gelemezdi.
Az sonra ellerinde bir bardak su
ve bir bardak süt ile çıkıp gelen annem gayet sakindi. Çığlık sesi falan
duymamış gibiydi. Duysa da alışkındı, kim bilir... Benim gibi her şeye
şaşıracak değildi ya! Sudan sadece bir
yudum aldım. Zaten hiç de susamamıştım. Sonra sıcak sütü de duraksaya duraksaya
içtim. Neden bu kadar sıcaktı ki süt? Bunu içene kadar rüyama geri dönüş
trenini de kaçıracağım.
Uyku arasında, hatta bazen rüyalar
arası geçişlerimde sıcak süt içirirdi annem. Sonrasında hep daha huzurlu
uyurdum. Öyle de oldu... Gözlerimi kapattım, annem üstümü örttü ve güzeelce
uyudum. Yalınayak gezinmeye devam ettim.
Boyumu aşan bu rengarenk çiçekler
daha önce hiç görmediğim kadar güzel. Dünyada böyle güzel kokan çiçekler
olduğunu hiç bilmiyordum. Gece gezmelerimde sürekli yeni bir şeyler öğreniyorum.
Doğayı önce rüyalarımda keşfediyorum. Köpük köpük çağlayarak denize doğru giden
nehirde bazen balık oluyorum, bazen kıyıdaki bir ağaçtan düşen yaprak. Gezerken
seslerle, renklerle dünyayı öğreniyorum. Dünyamız çok güzel renkler ve çok
güzel seslerin olduğu mis kokulu bir yer... Mutlu oluyorum.
***
04.00
Aniden elektrik kesildi ve tam o
sırada sokaktaki bir arabanın alarmı çalmaya başladı. Ardından kötü bir şey
olacak sandım. Kötü şeyler duymaya alıştık ya. Kalkıp pencereden dışarı baktım.
Uykulu gözlerle önce seçemedim, gözlerim kamaşıverdi. Ay, hilal olmuş, etrafı
yıldız doluydu. Ayın ışığı sokaktaki tüm arabaların üzerine düşerek hepsini
birer ateş böceği gibi gösteriyordu. Sokakta uzun zamandır geceleri yükselen lağım
kokusu da yoktu. Şaşırdım. Bu haliyle hem ürkütücü hem de umut vericiydi sokak.
Belki bu saatte herkes uyuyordu. Evet.
Acaba onlar da uyuyor muydu? İşte
bu daha da umut vericiydi. Hepimizin huzurunu bozanlar? Masum insanları kendi
hırsları uğruna harcayıp yok edenler. Doğayı para uğruna katledenler? Ve nasıl
oluyorsa tüm bu yaptıklarını kendine hak görenler... Eğer bir tek ben uyanıksam
gidip onları bulabilir miydim? Tam uykularının en derin yerinde boğazlarına
çöküp hesap sorabilir miydim? Hesap sormak da neymiş, bu kirli insanları
yeryüzünden silebilir miydim?
Perdeyi iyice aralayıp tülü
çektim. Ay ışığı odaya doldu. Bir uçak gökyüzünde usul usul ilerliyordu.
Sokaktan bir kedi sesi geldi, sonra bir araba geçti. Ekin döndü yatakta...
04.26
Aniden etraf aydınlandı. Odada fazla
ışık olmasın diye kalın perdenin arkasına gizlediğim gece lambası yandı
yeniden. Ekin uyandı, yatakta oturdu. Saatin kaç olduğunu bilmiyor, bilse de
onun için bir önemi yok. Birkaç saniye öylece durdu. Ay ışığı vurunca mavi
yeşil gözleri daha da ışıltılı, bebek yüzü daha da pırıltılı, rüyadan yeni
çıkmış gibi görünüyordu. Belki de öyleydi. Rüyasına ara vermiş olabilirdi.
Dışarıdaki sesleri dinliyor ve anlamaya çalışıyor gibiydi. Bana bakıp kısık
sesle "su" dedi. Suluğunu komodinin üstünden alıp uzattım ona. Bir
uçak daha geçti üzerimizden. Bir yolcu geçti sokaktan, tekerlekli valizini
sürüyerek. Topuk seslerinin ritminden belli ki uçağa yetişme derdinde. Ekin
suyundan bir yudum içti ve “mamacık” dedi. Emziriverdim. Hemen uyudu. Mışıl
mışıl… Geceleri duyduğum çığlık sesi yok artık. Bir martı çığlığı duyuyorum
sadece. Ve ardından kargalar, kırlangıçlar... Sabahın tüm sesleri sıraya girdi.
Galiba her şey yolunda.
Çiğdem Metin Kurutaç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder