İş Kazası - Asiye Açar - Sevdalım Hayat
İş Kazası - Asiye Açar

İş Kazası - Asiye Açar

Paylaş

 İş Kazası

Trende, ikişer koltuğun karşılıklı olduğu dörtlü gruba oturduk kızımla. Karşımda 8-9 yaşlarında yerinde oturamayan bir oğlan çocuğu vardı. Oturdu kalktı, oturdu kalktı, ofladı pufladı, en son cama dayandı, dışarıyı seyretmeye başladı.

Pencerenin önünden yeni yükselen semtin uzun binaları hızla geçiyordu. Cam kaplı binaların tren yoluna bakan tarafında, henüz yıkılıp yapılaşmamış, eski, küçük, derme çatma evlerin önünden gitmeye başladık. Muşamba, çinko levha, tahta plakalarla yapılmış bir barakanın önünde, bir aile masa koymuş kahvaltı ediyordu; az ilerde boş tarlada bağladıkları at, kuyruğunu sallıyordu, herhalde önüne koyulmuş samanı yiyordu. Kızım bana:

- Anne, atlar duygusal mı olur? diye sordu.

Ben beklemediğim anda gelen bu sorunun şaşkınlığını atamamışken, karşımdaki esmer, zayıf çocuk, bize dönerek, gayet rahat bir şekilde:

- Bazıları duygusal olur dedi. Ama bazıları da... diyerek parmaklarını açıp sağa sola yatırarak, yüzüyle “fena yaramaz olur!” anlamında mimikler yaptı. Muzipti.

- Benim dedemin atı vardı mesela "Aliş" ...çok iyiydi ama "Kırat’ı” boş ver! Diye de devam etti.

Sohbet sohbeti açtı, zaten haraketli ve konuşkan olan bu çocuğu çok da şımartmadan,  konuşmayı devam ettirecek sorular soruyordum. Olanca doğallığı ile konuşkan yapısı bana çok sevimli gelmişti. Yanımdaki hanım:

- Mert, yerine oturmuyon mu?! diye çocuğa seslendi.

Bu bir soru değildi, bana "Çocuğun annesiyim" diye işaret vermek istemişti. Ama hiç karışmadı sohbetimize, sessizce dinledi bir süre. Oğlanın yanındaki yolcu gidince, hemen karşı koltuğa oturdu, böylece yüz yüze geldik, gülümsedim, o da bana gülümsemeye çalıştı. Mahcup bir insandı. Yaklaşık 45 yaşlarındaydı ama ağzının sol alt tarafında zar zor tutunan bir sarı dişten başka hiç dişi yoktu.

Çocuk sessiz geçen bir süreden sonra gayet bilinçli bir şekilde bana dönüp, gizli bir şey soruyor gibi gözlerime baktı.

-Siz neye bakılmaya gidiyosunuz?

Bir iki saniye kadar tereddüt ettikten sonra çocuğun bu soruyla neyi kastettiğini anladım. İki durak sonra devlet hastanesi vardı, hastaneye gidiyorlardı. Bu güzergahta çok hastane yolcusu olur, çocuk da büyük ihtimalle bu trendeki herkesin aynı yere gittiğini düşünüyordu.

- Ben hastaneye gitmiyorum, sen hasta mısın? Senin neyin var? diye sordum.

Bir akrabasıyla motor sürerken köpek dalamış, kaçmaya çalışırlarken ayağı zincire takılmış ve yırtılıp yara bere olmuş, ama artık iyileşmiş. Önce yürüyemiyormuş ama artık yürüyebiliyormuş...

Kadın belediyede işçiymiş. Mert’ten küçük bir kızı daha varmış, “Bir”e başlamış. Mert'in büyüğü Dilara, bir de okula gitmeyen 2 büyük oğlan, toplam beş çocuk.
Çok gibi geliyor duyunca, ama anne oğulun iletişimleri ve diğer kardeşlerden bahsedişleri inadına sevgi dolu.

Birazdan çocuk annesinin telefonunu elinden kaptı ve başladı bana fotoğraf göstermeye. Kahverengi bir tavşanları var, erkekmiş. Her şeyi yiyormuş, ekmek, marul, havuç, domates, boncuk yem-sanırım öyle bir şey- söyledi. Sonra minik bir kedi yavrusu gösterdi. Annesine dönüp:

- Senin hiç haberin yok! Biz dün gece kediyi aldık yatağımıza beraber yattık ki!

Anne anlayışla gülümsedi, hiç bir şey demedi, belli ki her şeyden haberi vardı ama ses etmemişti. Bir de almışlar kediyi çekmeceye koymuşlar, kedi tıkır tıkır ses çıkararak çekmeceden çıkmaya çalışıyormuş… Anne, kediyi çekmeceden çıkarmış ve “Hiç öyle şey olur mu!?” dedi bana bakarak ama aslında Mert'i uyararak. Mert yorum yapmadı, kabahatinin farkındaydı.

Sonra kalabalık bir doğum günü fotoğrafı gösterdi. Teyzeler, genç kızlar, çocuklar…  Yiyeceklerle donatılmış bir masa ve üstü resimli büyük bir pasta.

- Bak bak! Bir ben yokum fotoğrafta!

- Sen de ordaydın da fotoğrafta yoksun çocuğum! diye sakince teselli etti bu tatlı sitemi anne. Konuşurken, olmayan dişlerini saklamak için ağzını neredeyse açmadan konuşuyordu, bu sebeple söyledikleri zor anlaşılıyordu.

Sonra, dedesinin uzaktan çekilmiş bir fotoğrafını gösterdi. Bu küçük, kavruk adam, kurbanda kesilen koyunlarını gösterirken, tereddütlü biçimde yanımdaki kızıma baktı.

- Sen bakma, korkarsın! dedi.

Yine aynı doğum gününde çekilmiş bir fotoğrafta, kucağında yaklaşık 8-9 aylık bir bebekle genç bir kadının resmi geldi.

- Annem bu bebeği çok seviyor yaa! dedi.

Anneye baktığımda gözleri dolmuş, yüzü kızarmış, dudakları titremeye başlamıştı; ağlamak üzereydi.

- Babası öldü dedi. Babası öldüğünde 3 aylıktı bu yavrucak.

Üzüldüm, bir anda böyle bir şey duyunca.

- Neden öldü? dedim.

- İş kazası dedi.

- Allah rahmet eylesin dedim ve fazla düşünmeye fırsat bulamadan,  peş peşe görüntüler açıp telefonu yüzüme tutan Mert'e yenilerek, diğer fotoğraflara bakmaya başladım.

Bu defa, üzerine boydan boya kabaca dikiş atılmış bir erkek eli gösterdi. Önce bunun ne fotoğrafı olduğunu anlamaya çalıştım, dikkatlice fotoğrafa bakarken:

- Bu ne?! diye sordum.

- Dayım dedi çocuk.

- Dayısı. Makinaya yağ koyarken eline gres yağı patlamış, dedi kadın.

- Nerde oldu?

- İş kazası.

- Ne iş yapıyordu?

- Beton işi.

İşin ayrıntılarını bilmiyordu, anladım, uzatmadım.

Aynı aileden peş peşe iki iş kazası haberi beni çok şaşırtmıştı, onları hiç tanımadığım halde yaşadıklarına çok üzüldüm. Bir fotoğraf gösterme neşesi nerelere gelmişti. Bu masum, deli dolu çocuğun, henüz içinde bulunduğu hayatın şiddetinden habersiz, besledikleri yavru kedi ile dayısının yarılıp, siyah iplikle dikilmiş elini aynı sıradanlıkla bana göstermesi ne kadar garipti. Sevgi dolu fakir aile, ne iş olsa yapmak zorunda olan babalar ve iş kazaları.

Sonra dayısının hastanede eli sargılı, yüzündeki korkulu ve ölümü görmüş ifadesi ile çekilmiş bir videosunu gösterdi Mert. Video, büyük ihtimalle uzaktaki aile büyüklerine yollanmıştı, çünkü dayının hemen yanı başındaki güleryüzlü sevecen eş, "iyi iyi çok iyi, bakın hiç bir şeyi yok!" diye sesleniyordu kameraya. Dayının kocaman sargılı eli bir yastığın üstünde duruyor,  yüzündeki korkmuş ifade ve boş bakan gözler başka şeyler söylüyordu. Karşımdaki dişsiz anne:

- Avucunun içi de dışı gibi dikişliydi, diye bir yandan anlatmaya devam ediyordu. Bir ay oldu, az az eli kımıldamaya başladı, diye ekledi.

Omzum çöktü istemsiz.

Tren son durakta durunca, zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız bir sohbetin buruk tadıyla birbirimize iyi günler dileyip ayrıldık.

Gözleri zeka pırıltıları saçan bu kara kuru çocuk, bir gün büyüyüp de, daha güvenli ve saygıdeğer ortamlarda çalışırken, iş kazasında yitip giden ya da bir uzvunu kaybeden bu tanıdık aile babalarını hatırlayıp, iş güvenliği konusunda kesin çözümler üreten bir beyin takımında olacak mı acaba? Yoksa o zamana kadar “iş kazası” denen bu tedbirsizlik cinayetleri çoktan bitmiş mi olacak?

Asiye Açar
acarasiye01@gmail.com


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder