SUSMAM, SUSAMAM
Susmak bir seçimdir. Çoğu durumda, seçeneklerin
en kolayıdır. Üstelik alışkınızdır susmaya. "Söz gümüşse, sükût
altındır" sözünü en baştan yanlış anlamışızdır. Çünkü aynı atalarımız şunu
da öğütlemiştir. "Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın!" Etrafımıza
küçücük bir daire çizmişizdir. Dışarı pek çıkmayız. Ara sıra kafamızı uzatıp
yılanları görsek de vakit kaybetmez, hemen içeri çekiliriz.
“Zulmün karşısında susan dilsiz şeytandır.” sözü
de bizdendir ama susmayı öyle iyi biliriz ki "Eski köye yeni adet"
getirmeyiz. İşin aslı çoğu kez de
korkarız. Hem “Arsız güçlü olunca, haklı suçlu olurmuş” derler. Çoğu kez
doğrudur da. Elimizi taşın altına koymaz, üstüne üstlük başımızı kuma
gömüveririz. Çünkü başı dışarda, elleri taşın altında olanların hali ortadadır.
Komşumuz karısını öldüresiye döver, seslerini
duyar bazen gözümüzle görürüz ama aile işine karışmayız. Belediye sokak
köpeklerini zehirler, bir bahane buluveririz; "Zaten çocukları
korkutuyorlardı." Oysa çocuklara kıyılır. Onlar kurslarda, okullarda
tecavüze uğradığında, "münferit olay" diyen devlet büyüklerimizle
birlikte olayları kınayıveririz. Sessizce… "Yer yerinden ne olursa
oynayacak?" diye soran vicdanımızın sesini susturacak bir şeyler
buluveririz. Kapımızın önünde dövüle dövüle gencecik Aliler ölür, kiminin gözü
çıkar, kiminin kulağı patlar, "şahit yazarlar" diye susarız. Kim
bilir "anarşist" derler maazallah.
Ormanlar yanar, ağaçlar sökülür, dereler
kurutulur, nasılsa bizden uzaktadır. Kendiliğinden olan doğal olaylarmış gibi
"vah vah"la geçiştiririz. Her gün başka başka yerlerde ömrü solan
gencecik çocuklara dediğimiz gibi. Hava durumu gibi normal bir haber olmuştur
"şehit haberleri". Haber
demişken, "beğenerek takip ettiğimiz" gazeteciler, yazarlar hapse
atılır. Hemen yerlerine başkalarını koyuveririz.
Çocuklar büyüyordur. Eğitim denen sistem, içi
boş bir kör yumak halindedir. Oysa biz ülkemizin geleceğini eti ve kemiğiyle
birlikte devlet babaya vermişizdir bile. Okullar biter, "Ya nasip"
deriz. İşsizlik hep vardır. Daha da
artmıştır. Üstelik gençler artık canlarına kıyıyordur, "kader" deriz.
Soframızdaki mercimek bile kendi toprağımızda yetişmez, yine de
"şükür" deriz. Sağlığımız, refahımız, güvenliğimiz, geleceğimiz ipte
yürüyen acemi bir cambazdan beterdir. Yine de susarız.
Gabriel Garcia Marquez'in ünlü romanı Kırmızı
Pazartesi'de bir kasabada yaşanan cinayet konu edilir. Santiago Nasar
öldürülür. Bu, romanın başından bellidir ama yine de okuruz. Cinayetin nasıl
olduğunu değil, koca bir kasabanın nasıl sustuğunu okuruz. Ve dünyanın öbür
ucundan gelen bu hikâye, bize hiç yabancı gelmez. Çünkü biz susmayı iyi
biliriz.
Bu koca suskunluklar topluluğunun içinde, karı
delerek çiçek açanlar yok mudur? Vardır elbet. Hep olmuştur. Bizim suskunluğumuzun
bedelini ödeyecek birileri hep çıkmıştır. Şimdilerde "Adam olmaz!"
dediğimiz gençlerden çıkıyor o güzel sesler.
Berkay Gezgin'in umutla haykırdığı
"Her şey güzel olacak" cümlesi gibi, ölü topraklı sokakları
havalandıran başka bir söz daha var. "Susamam"
Şanışer adıyla bilinen rapçi Sarp Palaur'in
teklifiyle Fuat, Ados, Hayki, Server Uraz, Beta, Tahribad-ı İsyan, Sokrat St,
Ozbi, Deniz Tekin, Sehabe, Yeis Sensura, Aspova, Defkhan, Aga B, Mirac, Mert
Şenel ve Kamufle gibi 18 müzisyen genç bir araya geliyor. Doğa, kuraklık,
hukuk, adalet, hukuk, Türkiye, İstanbul, eğitim, sorgulamak, kadın hakları,
gurbet, hayvan hakları, intihar, faşizm, sokak, trafik gibi hepimizin içinde
boğulduğu konulara dokunan bir şarkı yapıyor. Rap gibi hayat bulmakta zorlanmış
bir müzik türü ile kısa zamanda milyonlara ulaşıp, takdir ve destek görüyor.
"Müziğin bir şeyler değiştirebileceğine inanıyoruz" diyen sanatın
vicdanından bahseden gençler bunlar. Şöyle diyorlar:
"Gel,
gün olur hapsolur bu suçlu cümleler!
Yenilir
hiç olurum fark etmezler!
Susma,
susamam!
Korkma
yanıma gel!"
Umutlanıyoruz. Cesaretleniyoruz. Sonrasında
beklenen oluyor. Kimileri yine bir kelimeden, bir cümleden rahatsız oluyor.
Kudretli ellerini abaların altına sokup, bildiğimiz o sopaları gösteriyorlar.
Doğal olarak gençlerin bir kısmı korkuyor. Dinleyenlerin, yazanların,
çizenlerin bazıları da öyle… Yine de ardında, korkmayan ve artık susmayacak
milyonlar bırakıyor bu şarkı. Sanatın vicdanı korkuyu yeniyor.
Susmak bir seçimdir. Ama ülkeni seçemezsin.
Doğduğun, doyduğun, nefes aldığın, güldüğün ve ağladığın yer senindir.
Güzellikleri, çirkinlikleri, dertleri, tasaları da senindir. Ülkenin sorunları,
"bana ne" diyemeyeceğin kadar fazlaysa artık, susmak bir tercih
meselesi olmaktan çıkar. Bundan sonra susmak ya da susmamak bir vicdan ve ödev
meselesidir.
Hande
Çiğdemoğlu
hande.cigdemoglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder