Sayıyla 40, Yazıyla Kırk - Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Sayıyla 40, Yazıyla Kırk - Hande Çiğdemoğlu

Sayıyla 40, Yazıyla Kırk - Hande Çiğdemoğlu

Paylaş

 Sayıyla 40, Yazıyla Kırk

İnsanlık sayıları hayatının, inançlarının, iletişimlerinin içine almıştır. Matematik sadece rakamlardan oluşan bir sistem değil, günlük hayatın merkezinde yer alan dünyadaki en geçerli ortak dildir. İnsanların rakamlarla ve sayılarla olan bağı eski çağlara dayanır. Özel ve uğurlu olduğuna, bazı doğaüstü varlıkları temsil ettiğine inanılan, dinde, matematikte, astronomide, astrolojide, edebiyat ve tasavvufta ayrı ayrı yer bulan bir sayı vardır ki o da 40’tır.

Bu sayı, tıpkı Orta Asya, Orta Doğu mitolojilerinde olduğu gibi Türk mitolojisinin ve halk kültürünün en gözde sayılarından biridir. Örneğin kırklı kişiler kutlu kişilerdir. Çünkü bunların kırk eren tarafından veya kırk şaman tarafından korunduğuna inanılır. Dede Korkut Hikâyelerinde, Manas Destanı’nda, Kırgız Türeyiş Efsanesi’nde Kırk Kız’a rastlarız. Oğuz Han’ın şölenlerinde giymek üzere diktirdiği sırıkların boyu kırk kulaç uzunluğundadır. Masallarda “kırk gün, kırk gece” düğünler yapılır. Cezalar “Kırk katır veya kırk satır” la tanımlanır. Ejderhalar kırk gün veya kırk yıl uyur.

Türk halk inancında Kırklar, Kırk Evliya demektir. Gözle görülmeyen Kırk erenler ise sonsuza dek yaşar, Bektaşilerde dört kapı kırk makam anlayışı yer alır. Hristiyanlar ,  kırk azize inanıp onlara kırk mum yakar.  Yahudiler, Musa Peygamber’in Tanrı’nın buyruklarını Turdağı'nda kırk gün kırk gecede aldığına inanır. Hz. Muhammet kırk yaşında peygamber olmuştur. İslam dininin doğuşu sırasında ona ilk inanan ve bağlananların kırk kişi olduğu söylenir. Ayrıca Tanrı’nın Adem’in çamurunu kırk gün yoğurduğuna, Nuh tufanı yağmurlarının kırk gün sürdüğüne, kıyamete yakın gelmesi beklenen Mehdi’nin yeryüzünde kırk yıl kalacağına inanılır. Kuran’ın 40. ayeti olan Mü’min Suresinin kelime anlamı; teslim olan, inanan, tamama erendir. İçinde insanın olgunlaşması, ulvileşmesi, bir ve bütün olması anlayışını barındırır. Mutasavvıflar kırk yaşından sonrasını yeni bir kapı kabul eder. Süregiden her şeyin seyrinin değişeceğine, tamama erme haline yaklaşılacağına inanırlar.

İnançlardan gelen bu ve buna benzer öğretiler günlük hayattaki alışkanlıklara da yansımıştır. Yeni doğan bebekler ve anneler için kırk gün önemlidir. Fiziksel ve psikolojik açıdan korunmasız olan bu riskli sürenin atlatılması, “kırkı çıkma”, “kırk uçurma” gibi deyimlerden de anlaşılacağı gibi, halk kültüründe aslında uzun zamandan beri önemsenmiş, ritüellerle desteklenmiştir. Buna benzer şekilde ölen kişi için kırk gün dua okunur, kırkıncı gün yemek verilir, helva kavurulur. Ölen kişinin ardında kalanın yüreğinde kırk mum yanar, her gün biri söner, kırkıncı mum sonsuza dek yanar derler. Nitekim psikoloji ekolünde de kırk gün yas süresidir.

Şöyle bir düşününce günlük hayatımızda alışkın olduğumuz pek çok deyimde bu sayı var. Kırkpınar, kırk haramiler, kırk-ikindi yağmurları, kırk dereden su getirmek, kırk ev kedisi, kırk para, kırk yılın başı, kırk yılda bir, kırk yıllık dost, kırkından sonra saz çalmak, bir fincan kahvenin kırk yıl hatırının olması gibi.

Velhasıl 40, geçmişten gelen, alışkanlıklarımıza nakşolmuş anlamlı hatta gizemli bir sayı. Peki ya kırk yaş? Bir bebeğin sadece annesini tanıdığı dünyasının değişmesi, hayata tutunması için kırk gün sayıyoruz. Göbek bağından kırk güne kadar kurtulan insan yavrusu, kırk yıl yaşadığında dünyaya karışmış sayılıyor mu? İhanetlere, yalanlara, bozgunlara, haksızlıklara alışıyor mu? Gülmeye olduğu kadar ağlamayı da benimsiyor, tadılan acıların yaşla birlikte artmasına dayanabiliyor mu?

Sorularının cevapları belirmeye başlar mı kırk yaşında bir insanın? “Demirin tuncunu, insanın piçini” tanır mı artık? Kırkına gelenler daha az mı korkar? Peki ya insanın huyu-suyu, kuralları, tepkileri keskinleşir, zırhları sertleşir mi? Kırk sene boyunca yaptıkları ile mi övünür, yapamadıklarına mı hayıflanır? Pişman olduğu kadar yaşlı, omuz silktiği kadar genç mi olur?

Yoksa daha her şey yeni mi başlıyordur? Ya hayaller! “Önce hayaIIer öIür, sonra insanIar” diyen Shakespeare’i haklı çıkarırcasına mı yaşamalı? Hayal kurmak kadar ona ulaşma umudu da yaşatmaz mı insanı? Her şeyin hükümdarı zaman, bu umudun başını kesmek için can atmıyor mu artık?

Cahit Sıtkı’nın yolunun yarısını geçmiş oluyor insan kırkında. Tık nefes olmaz mı yaşarken? Acele etmez mi nefes bile alırken? Sonlara yakın, başlangıçlara uzak hissetmez mi kendini? Aldığı nefesin, yediği yemeğin, okuduğu romanın, dinlediği müziğin, uyuduğu uykunun tadını özümseye özümseye mi çıkarır? Yoksa aceleci keyiflerle mi yetinir? Görmediği denizler, gitmediği dağları daha çok merak edip, telaşlanmaz mı insan? Erenlerden evliyalardan olmayan normal bir Ademoğlu ya da Ademkızı, kırk yaşından sonra ne olur? Uzar mı kısalır mı? Yoksa ne uzar, ne kısalır mı? Bilmiyorum. Çünkü ben, bugün kırk yaşıma girdim.

Hande Çiğdemoğlu
hande.cigdemoglu@gmail.com



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder