Koşar Adım
Koşmak iyidir. Harika bir spordur. Bir şeylerden
kaçıyor ya da birilerini kovalıyorsanız işe yarar. Hele bir yere yetişecekseniz
faydalıdır da. Ama ulaştığınız yerde bile durup nefeslenmiyor, bağdaş kurup
oturmuyor, arkanıza yaslanmıyor, hatta yine koşmaya devam ediyorsanız sorun var
demektir.
“Hayat ne kadar hızlı akıyor” diyenler, durup
dinlenmeden bir yerlere yetişmeye çalışanlardan çıkıyor genelde. Hayat aslında
hızlı falan akmıyor. Kendi kurgusal oyunumuz olan takvimlerin rakamları,
birbirine eklenerek aynı hızla ilerliyor. Dünya ise evrenin yasalarını
çiğnemeksizin kendi yörüngesinde milyarlarca yıldır olduğu gibi dönüyor. Acele
eden, koşan, yakalamaya çalışan, kimi yetişemeyen ve bütün bunlar için
hayıflanan bizleriz.
Sabahları tekrar tekrar çalan saat alarmları ile
uyanıyoruz. Uykudan çıkmaya gönülsüz bedenimizi, güne belki birkaç hareketle
hazırlamak ve sonra kendimizi suyun arındırıcı gücüne bırakmak için vaktimiz
yok değil mi? Belki hızlı bir duş, belki de sadece yüz yıkama, diş fırçalama
yeter de artar bile. Güzel bir müzikle kendine kahvaltı hazırlayan, sonra
ekmeğin, peynirin belki bir yumurtanın, domatesin üstüne damlayan zeytinyağının
tadını çıkarmak fantezi gibi geliyor çoğumuza.
Ayılmak için suda çözünür bir kahve ve yoldan alınacak bol yağlı bir
poğaça neyimize yetmiyor!
Çabucak giyiniyorsunuz. Vücudunuza bakmıyorsunuz
bile. Belki yeni oluşan bir ben, belki kapanmayan bir yara gözünüzden
kaçıveriyor. Yüzünüze eklenen o çizgiyi zaten fark etmediniz. Onu görseniz
sevebilirdiniz, kim bilir? Bir an önce evden çıkmanız, işe yetişmeniz lazım. Bu
arada pencereden bakan komşunuzla hatırlaşmak aklınızdan geçiyor ama ondan da
çabucak vazgeçiyorsunuz. Ya sohbeti uzatırsa, ya uzun uzadıya cevap vermeniz
gereken bir soru sorarsa? Geç kalırsınız! Geç kalmak dünyanın en kötü şeyidir.
Komşunuzu görmemezlikten gelip hızlıca aracınıza ya da toplu taşıma aracına
yöneliyoruz. Bu arada yanımızdan geçen kedinin tüylerinin güzelliğini,
üzerinden atladığımız karıncaların yaptığı yolun harikulade düzenini kaçırıyorsunuz
elbette. Başınızı kaldırıp gökyüzüne bakmayalı çok oldu. Zaten bakılsa ne olur?
Gördüğünüz bulutları bir şeye benzetmeyeli beri yetişkinsiniz artık.
Yetişkinler, yapmaları gereken şeyleri yaptığı için yetişkindir.
Yaşıyor, yaş alıyorsunuz. İş, alışveriş, aile
ile geçen zaman, seyahat, eğlence, hepsi aceleyle yapılıyor. Çocuğunuzla
oynarken acele ediyorsunuz çünkü oyun bittikten sonra onu yatırıp, ne zamandır
izlemek istediğiniz filmi açacaksınız. O da belki yarım kalacak çünkü yatmadan
mutfağı toplamanız lazım. Bir an önce uyumalısınız. Sabaha erken kalkmalı!
Arkadaşlarınızla bir yerde buluşmak için de
koşturuyorsunuz. Çünkü sohbet edip birer kahve içmek için az vaktiniz var.
Buluştuğunuzda ondan bundan konuşuyorsunuz. Hiçbir mevzu derinlemesine irdelenmiyor.
Çünkü anlatacak şey çokken, vakit az. Zaten kendinizi verip dinleyemiyorsunuz
da, ”Alışveriş listesinde eksik bir şey var mı?” sorusu kafanızı kurcalıyor.
Koşarak alışveriş yapıp, koşarak eve
gidiyorsunuz. Bir yemeği yaparken ki hazzı alacak vaktiniz yok. Baharatı
koklamadan tencereye atıyor, yarattığınız güzelliği keyifle karıştırmıyorsunuz.
Hele bunları yaparken sevdiğiniz bir şarkıyı mırıldanmak mı? Aklınıza bile
gelmiyor. Zaten dağıttığınız mutfağı toplarken boynunuzla omuzunuz arasına sıkıştırdığınız
telefonla annenizle, babanızla, arkadaşınızla ya da konuşmanız gereken kim
varsa onunla konuşuyorsunuz.
Günler kendi hızıyla akıp giderken tatil
zamanları bile yavaşlamıyor. Çünkü
koşmaya alışmışsınız. Daha çok yer görmek, daha çok etkinliğe katılmak,
tatilden daha fazla faydalanmak için oradan oraya telaşla savruluyorsunuz.
Hayat kendince akıyor. Onu hızlandıran sonra da
ondan şikâyet eden sizsiniz. “Çok şey kucaklayan iyi sıkamaz.” deyimi ne kadar
da doğru. Sımsıkı kucaklayabileceğiniz kadar yük alın sırtınıza. Tadını
çıkaracağınız, gülümseyeceğiniz, gülümseteceğiniz hızda yaşayın. Elden
geldiğince, olabildiğince... Arkanıza yaslanıp bir şey planlamadan, bir şey
öngörmeden, bir şey istemeden ve hayıflanmadan derin bir nefes almak bile
iyidir. Bedeniniz ve ruhunuz bunu hak ediyor.
Hande
Çiğdemoğlu
hande.cigdemoglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder