Tir Tir
Titretici Bir Björk Şarkısı: MIDSOMMAR
Dikeye yakın yükseliyor şeyler; işlerin teslim
hızı, cinselliğin yaşanması, aşk hezeyanları, evlilikler, boşanmalar,
yolculuklar, acılar.. teknoloji, moda, sanat, bilim.. her şey. Tüm bu dikeylik
yetmiyormuş gibi her konuda azami olmak gerekiyor. Azamiyi sindiremezsen
tökezlersin bi tanem. Tökezleyeni ne kapitalizm ne de evrim sevmez. Basar
tekmeyi, gelsin bir sonraki. Başımız dönüyor.. döndürülüyor. Öyle yeni şeyler
beliriyor, pörtlüyor ki ayarlarımız yetersiz kalıyor. 80’lerin Prozac Toplumu
iyileşemeden tahtalı köyü boyladı. Bu yeni şeyin adı “İnsan 2.0.” Bu şeyin
tasarlayacağı yeni insan 200-300 yıl yaşayan, bünyesinde organik olmayan
dijital, silikon ve madeni parçalar taşıyan, beyin sığası şimdiki insanın
kerelerce üstünde yeni bir TÜR. İnsanın doğaya yabancılaşması ve bir yandan da
doğayı kendi yabancılaşmasına uyumlandırma çabaları (sürdürülebilirlik kavramı-
kapitalizmin çarkının sonsuz döngüye ulaşması hayali/rüyası) tarihin hiçbir
evresinde bu denli dikey ve azami olmadı.
Bu yolda son sürat araç kullanan sanatçılar var.
Şimdi onlardan biri olan ABD’li yönetmen Ari Aster’in son filmi Midsommar’ın (Ortayaz
ya da Yaz Ortası) özel gösterimindeyiz. (Çok bilmişler Midsommar’ı Türkçeye
Ritüel olarak çevirmiş. Keza adamın bir önceki filmi Soysal/Irsi’yi
(Hereditary) de Ayin diye çevirmişlerdi.
Neden ki?) Perdede beliren ilk görüntülerle farklı bir filme hazırlanıyoruz.
İğne yapraklı ağaçların üstüne kar yağıyor. Çekimde havaya kül karışmış gibi bir
filtre kullanılmış. Belki de ben öyle zannediyorum. Manzara buz gibi, donuk. Kış
sesi kulaklarımızı dolduruyor. Karın yağışına odaklanıyor kamera. Kar taneleri
hızla birbirinin içine geçiyor, loşlukta, donuklukta.. devinim ve renksizlik
gözleri sızlatıyor. Hop oradan bir odaya zıplıyoruz. Sinir bozucu bir kız..
oldukça gergin. Kardeşinden bir e-posta almış. Bipolar velet çok can sıkıcı
şeyler yazmış ve kız bir sinir krizinin eşiğinde.. film de; seyirciyi tam bu
mahalde tutmaya ayarlı. Ailesinin yaşadığı evi telefonla arıyor. Evde telefon
çalıyor ama kimse bakmıyor. Anne ve baba yan yana yatakta çok derin bir uykuda.
Kız endişe içinde ama endişesiz bir yapmacıklıkla telesekretere bir mesaj
bırakıyor. Sinir uçlarınızda bir eğe çoktan gezinmeye başladı. Bu eğelenme
duygusu filmin tını miksajıyla destekleniyor. Başka dünyalı, deprem üzerinden
ölümü çağrıştıran bir tını bu. Yönetmen muştuluyor.. ayaklarınızın altındaki
zemini yerle bir edeceğim! Bu anlamda bir tınıyı (Dönüş Yok-Irreversible- daha
doğru tercüme etmek istersek “Tersindirilemez” gibi bir sözcük uydurmamız
gerekiyor.. uyduralım) Gaspar Noe kullandı. Krizin eşiğindeki kız erkek
arkadaşını arıyor. Yaptığından dolayı tedirgin. Ona çok mıymıy ettiğini ve
elinden kaçıracağını düşünüyor. Ben de çoktan bambaşka bir sinema evrenine
düştüğümü anlıyorum. Film gelenekçi Holyywod’un değişimini muştuluyor.
Afalladım. Bu afallama hali film boyunca sürecek. Film başlamadan önce
seyriciye hoş geldin diyen ev sahibi kadın bu filmden girdiğiniz gibi çıkamayacaksınız
demişti. Aklım kadında. Ufak ufak ne demek istediğini anlıyorum. Hiç
abartmamış.
Sorunlu bir ilişkisi olduğunu anladığımız kızın
erkek arkadaşı onu kıracağı korkusuyla ilişkiyi sürdürüyor.. ya da başka bir
şey. Bu sorunlu çift genç adamın erkek arkadaşlarıyla beraber İsveç’in ufak bir
beldesine seyahate çıkıyorlar. İsveç’teyiz. Gün ışığı, yeşillikler, çiçekler,
böcekler, bahar bu be bahar.. her yerde. Bizimkiler araba kullanırken biz kır
manzarasını seyrediyoruz. Sonra kamera dönüyor.. görüntü de. Yol gökyüzünün
olması gereken yerde yukarıda ve üzerinde bizimkilerin aracı gtepetaklak..
ilerliyorlar. Aşağıda gökyüzü. Bir kez daha aklıma “Tersindirilemez” geliyor.
Kameranın böyle kullanılarak seyircinin allak bullak edildiği vurucu filmdi.
Ari dedi: bildiğiniz dünya bu sınırda bitiyor. Yolda duruyorlar ve bitkisel
uyuşturucular alıyorlar. Durum iyice psychodelic bir hal alıyor. Gidişat
tekinsiz.
Özel bir kutlama için cinsiyetsiz denilebilecek
beyaz robalara bürünmüş bir grup insanın yaşadığı köye varılıyor. Ziyaretçilerin
arasındaki İsveçli genç adam klanını tanıtıyor. Paganik bir şeyler olacağı
artık aşikâr. Paganların sahnelenmiş yaşamı kamerayla bize iletiliyor. Feragat
ve mutluluk üzerinden bir felsefe geliştirmiş klanın üyeleriyle tanışıyoruz.
Her yer apaydınlık, güneş ışıyor ve biz korkudan ölüyoruz. Eğe sinir uçlarımızı
törpülemeye devam ediyor. Filmin en şok edici sahnesinde Jodorowsky’e selam
duruluyor. Korkudan kötürüm olduk. Bakması yürek isteyen sahneler var. Film
ilerliyor ve mesaj veriyor; “benim alt metinlerimle ilgilenme. Tamam alt
metinler yoğun ama ilgilenme, o alt metinlerle üstte gördüğün, apaçık gördüğün henüz
anlam veremediğin belki de hiç veremeyeceğin kütleyle ilgilen.” Yine de benim aklım duvara çizili yanan ayıda
kalıyor ve n’olur ama n’olur Ari bana bu hayvanın canlı canlı yakılmasını
izletmesin bu alt metnin bir parçası olsun diye içimden geçiriyorum.
Rahatsızlığıma ve korkuma bir de bunu ekliyor hin. Ziyaretçiler birer ikişer
ortadan kayboluyor ve kayboluşları hep netameli. Kızımızın erkek arkadaşına
ergen bir İsveçli kız abayı yakıyor.. onu çiftleşmek için seçiyor. Dahası filmi
anlatmaya gireceğinden burada keselim.
Yönetmen doğru söylüyor, kendinize bir iyilik
yapın ve bu filmin alt metinleriyle uğraşmayın. Yönetmenin önünüze fırlattığı
algılanması için gerekli olan organın bünyenizde bulunmadığı dev, biçimsiz
kütleye odaklanın. O kütleden ses miksajı, alt üst edilmiş bir korku sineması
janrı, sağlam oyunculuklar, “sahnelenen” bir sinema anlayışı, acayiplik, korkudan
ölürken ne olur biraz gülebileyim arzusu ve sıkıntısı ve ardından bunun
gelmesini bekleme gibi şeylere odaklanın. Bu film bir Björk ya da Arca şarkısı
perspektifinden manalı. Onların şarkılarındaki gibi muamma ve iticilik, içine
girilemezlik ama tutulma, taş, toprak, hava, soğuk, sıkıntı, cinsellik vs
var. Bu film insanı tir tir titreten bir
Björk şarkısı. Genel geçer alt metin didilemesi beyhude. Didilediğinde bulduğun
şeyler yüzeyde sana sunulan büyük kütlenin esrarengiz güzelliğine dair bir şey
sunmayacak. Bırakın muamma kalsın oralar. David Lynch’in filmlerindeki her şeyi
didikletmemesinin, açık etmemesinin ardında muammanın tüyler ürpertici estetiği
yatar. Adam dibine dek haklıdır. Yüzeyde kalın ve sıyırıcılarınızı çalıştırın.
Sıyırabildiğiniz kadar sıyırın. Filmin güzelliği, iticiliği, hafızaya kazılışı
ve gitmemesi, sizi yaklaşık iki saat önceki sizden farklı kıldığı şey orada.
Eşref
Alemdar
eshrefalemdar@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder