Yüreğimin Yarıklarından Sızan Sorular - Selma Sayar - Sevdalım Hayat
Yüreğimin Yarıklarından Sızan Sorular - Selma Sayar

Yüreğimin Yarıklarından Sızan Sorular - Selma Sayar

Paylaş

 Yüreğimin Yarıklarından Sızan Sorular
"Benim derin iç çekişlerim vardır, en olmaz yerinde telaşlandıran martıları, tam da bir şeyler kapmaya çalışırken bol köpüklü ve kavgalı bir denizin ortasından…" Ercan Kesal
                                                                                            
Yüreğim gibiydin. Bir yanın kızdıkça köpüren, tepkisel ve kavgalı, öteki yanın uyuyan okyanus kadar sessiz ve sakin. Bana, şarkı söyler gibi usul usul akmaktaydı bir yanın, özgürlük kavgasında söylenen bir marş kadar coşkuluydu öteki yanın. Kederimiz benziyordu birbirine. İkimizin hayatı da zikzaklıydı.  Bu karşıt duyguların, hayatımda derin yaralar açtığı bir gerçekti.

Gençtim, toydum. Hikâyelerimizin bu kadar benzer oluşunun farkında değildim. Cehaletin kol gezdiği bir yerde doğmuş olmanın dayanılmaz ağırlığını yaşarken, bu yaşamın yarattığı katı kurallar “eksik etek” sayıyordu beni.

Hayallerimin hiçbir kıymetinin olmadığı o dönemde, “okumak istiyorum” demek, ölüm fermanımı imzalamaktı. Ya korkularıma yenik düşüp, toplumun dayattığı kurallara baş eğecektim ya da hayallerimin peşinden gidecektim. Elbette kendimce doğru olanı yaptım.

Babamın erken yaşta, üstelik benden yaşça büyük bir adamla, beni evlendirme arzusunu kursağında bırakıp büyük bir şehre doğru yol aldım. Ardımda gözü yaşlı bir anne, öfkeli bir baba ve beni saçma kurallarıyla yargılayan bir toplum bırakarak…

Hiç kolay olmadı hayat mücadelem. Çok sıkıntılar yaşadım. Avare gezdiğim, evsiz, yurtsuz kaldığım zamanlar oldu.

Doğduğum şehrin sokaklarında dolanıyorum. Belleğime çocukluğumun dünyası takılıyor. Asi dışındaki anılarım ve mekânlar, öyle yabancılaşmış ki bana, şaşkınlık içinde kalıyorum.  Ama Asi Nehri var ya, o hep tanıdık ve samimi. En yakın dostum, sırdaşım. Kimsecikler yokken, kıyısına geliyor, onunla söyleşiyorum. Beni anımsıyor, anlıyor. “Çok çekmişsin” der gibi, bakarak gülümsüyor bana. Sakinleştiricileri almışsam, süt liman kıvamında seyre dalıyorum onu. O da aynı sakinlikte süzüyor beni. Eğer ilaç saatimi kaçırmışsam, deli gibi kıyısında koşmaya başlıyorum. Ama ne koşuş! Dakikalarca, nefes nefese kalana dek, sürüyor bu koşu. Sonra durup, soluklanıyorum. Oturup Asi’ye dikiyorum gözlerimi. Asi, hala beni sakince süzerek ve yüzüme gülerek, “anlat” diyor bana Yine aynı kâbusun içindeyim. Duramıyorum yerimde. Bir de yüreğime saplanan birkaç anı; kavga ve gürültüyle aldırdığım lastik pabuçlarımın başına gelenler…

O zamanlar evimize yakın bir bahçe vardı. Aklınıza hangi yemiş gelirse, o bahçede bulunurdu; nar, üzüm, elma, armut, portakal vs. En çok eylül zamanını iple çekerdim. Çünkü yer fıstığı yetişirdi o bahçede. Ben dört gözle o zamanların gelmesini beklerdim. Yemyeşil bir renge bürünürdü bahçe ve fıstığın toplanma zamanında, taa uzaktan kokusunu duyumsardık. Mahallenin bütün çocuklarının gözü o bahçede olurdu. Sahibinden istemek aklımızın ucundan geçmezdi. Hayatımda tanıdığım en sert adamdı. Cüssesi bile korkmamıza yeterdi. Hele bir sesi vardı ki! Borazan hafif kalırdı yanında. Gelişini ve gidişini nöbetleşe gözlerdik, bahçeye yakın bir yerde. Günlük kontrollerini hep aynı saatte yapardı. Midedeki gazını geğire geğire çıkarışının ve ardından ağız dolusu tükürüğü saçışının sesini duyardık. Böylece gelişini uzaktan anlardık. Sesimizi kısar, çalıların arkasından geçişini izlerdik. Bazen başının arkasında bile gözlerinin olduğunu düşünürdük. Sadece önünü değil, arkasını da görüyormuş gibi gelirdi. Derken bahçesinin dört bir yanını gezer, bir şey eksilmiş mi diye dikkatlice inceler, geldiği gibi de giderdi.

Sonrası bizim için düğün, bayramdı. Bahçeye dalar, o mevsimde ne varsa yolar, büyük bir iştahla yerdik. Sonra, ters akan ve adı gibi Asi olan nehrin kıyısında oturur, ayaklarımızı buz gibi akan suya sokarak, hayallere dalardık.

Yokluk zamanları. Çoğumuzun ayaklarında terlik. Renkli lastik ayakkabı lüks. Aylarca dil dökerdik aldırabilmek için. Havalı havalı giymek de ayrı bir ayrıcalıktı. Fazla suya basmadan, çamura bulamadan, olabildiğince kuru yerlerden yürümeye özen gösterirdik.

Lastik ayakkabım, fıstık tarlası, anılarım ve çocukluğum. Hepsi benim dünyamda anlamlı ve önemli.

Günlerden bir gün, yine mahalleden arkadaşlarla sözleştik. Gölgesinden bile korktuğumuz komşu adamın bahçesine gireceğiz. Fıstığın son demleri. Tadı daha da güzelleşmişti. Bir ulaşabilsek, toprağını eşeleyebilsek, kim bilir neler çıkacak altından. Bunun hayaliyle bahçeye birkaç arkadaş daldık. Bir önceki günün akşamında da yağmur yağmış. Toprak hafif çamurlu ve nem kokuyor. Ayağıma geçirdiğim lastik ayakkabı da benim için çok kıymetli. Kirlenirse annem azarlayacak. O telaş ve korkuyla, bahçeye tam dalıyorduk ki;
“Ne yapıyorsunuz bahçemde?”

Hepimiz donduk. Hareket etmek bir yana, nefesimiz kesildi korkudan. Eline geçirirse dayaktan kırıp geçirebilirdi. Eyvallahı yoktu bu konuda. Daha önce dayağını yemiş olanlar, korkudan, bahçesinin elli metre yakınından geçemiyordu.

Derken, içimizden gözü kara bir arkadaşın:
“Koşun!” diyen sesiyle, adeta uçar gibi nehrin kenarına doğru kaçmaya başladık.

Beklenmeyen bir şey oldu. Can havliyle kaçarken, plastik ayakkabım ayağımdan çıktı ve nehrin kenarında kaldı. Suya ha düştü, ha düşecek. Etrafımda kimse yok. Herkes çil yavrusu gibi dağılmıştı. Dursam, adamın nefesini arkamda hissediyorum, tuttuğu gibi nehre atabilir. Durmasam lastik ayakkabımdan mahrum olabilir, okula yalın ayak veya terlikle gitmek zorunda kalabilirim. Işık hızıyla seçimimi yaptım. Lastik ayakkabımı nehrin kenarında bırakıp, var gücümle koşmaya başladım. Ara ara, göz ucuyla arkama bakıyorum. Geliyor adam. İçimden dua ediyorum, ayağı bir yere takılsın, düşsün, ben de zaman kazanayım diye. Bu arada, arkadaşların “koş, daha hızlı koş” diye bağıran sesleri çınlıyor kulağımda. Bir yandan, korku, heyecan ve telaş içinde kaçıyor, bir yandan da arkamı kolluyorum. O da ne? Adam koşmaktan yorulmuş olacak ki, diz çökmüş, duruyor.  Epeyce rahatladım. Adamın, arkamızdan homurdanarak, söve söve gidişi, görülmeye değerdi!

Aradan epey bir zaman geçti. Adamın gittiğinden iyice emin olduktan sonra, ayakkabımı bıraktığım yere gittim. Bir de ne göreyim! Yerinde yeller esiyor. Geceden yağan yağmurun etkisiyle nehir suyu yükselmiş ve lastik ayakkabımı bilinmeyen bir yere sürüklemişti. Arkasından uzun bir süre ağladım. Şimdi bile, tam olarak neye ağladığımı bilmiyorum. O zorba komşunun bahçesinden, çok sevdiğim yer fıstığını alamayışıma mı, lastik ayakkabımı nehrin suyuna kaptırışıma mı, yoksa günlerce okula terlikle gitmek zorunda kalışıma mı?

Anımsadıkça, hâlâ aklımda asılı duran bu sorular, yüreğimin yarıklarından sızarak yanıt ararlar…

Selma Sayar




1 yorum: