Dans Etmediğimiz
İçin Mutsuzuz
Bebek ele avuca geldiğinde başlar bedenini hareket ettirmeye. Bir şarkı,
bir müzik bazen de sadece basit bir ritim yeterlidir bunun için. Bebekler
keyifli olduklarını gösterirler böylece, çocuklar oyunlarının içine katarlar.
Sevinince el çırparız, keyiflenince omuzlarımız hareketlenir, ayaklarımız ritim
tutar. Çünkü insanın içinden gelen en doğal eylemdir dans. İnsanın en eski, ortak ve anonim dilidir.
İçgüdüsel olarak kendini gösteren bu hareketler kültürlerin gelişmesiyle,
toplumsal özgünlükler kazanmış, çeşitlenmiştir. Belirli amaç ve koreografi ile
yapılan ritmik beden hareketleri olarak tanımlanan dans, zamanla bir sanat
disiplini olarak literatüre geçmiştir. Dünyada yörelere, coğrafyalara, dinlere
ve kültürlere göre değişen sayısız dans türü var. Elbette pek çoğu gelişerek
bir sanat türü olarak dünyaya yayılmıştır. Meslek olarak seçilen, öğretilen,
geliştirilen bir olgu haline gelmiştir.
Peki ya bu işi hobi ve meslek olarak yapmayanlar ne olacak? İçlerindeki bu
doğal ihtiyaç nasıl giderilecek? Dansı günlük hayatlarına dahil eden toplumlardaki
bireyler bu açıdan çok daha şanslı. Karnavallar, şölenler, kutlamalar ve yemeklerinin
içine dansı yerleştiren insanların buna sahip olmayanlara nazaran çok daha
mutlu olduğunu söyleyebiliriz sanırım.
Bizler gibi gelişmeye çalışan, derdi ekmek olan, gündemi kavga, kan ve acı
dolu ülkelerde ise durum farklıdır. Bunlar bir tarafa, dansın önündeki en büyük
engel belki de dinsel öğeler ve yoz toplumsal öğretilerdir. Arap kültürüne
öykünmemizin, bize ait olmayan bir yapıyı din birliği kisvesi altında
benimsememizin sonuçları bunlar.
Türkler dansı, Şamanizm inancına sahip
olduğu zamanlardan başlayarak bir coşku ve kıvanç paylaşma amacıyla kullanmış,
dahası bunu cinsiyetlere tescillememiştir. Zira Türk kültüründe kadın ve erkeğin birlikte
dans etmesi hiçbir zaman yadırganacak bir unsur olmamıştır. Sonrasında Anadolu
topraklarında da baş gösteren dansların hemen hemen tümü el ele, göz göze ve
karşılıklı yapılır. Buna rağmen bugün geldiğimiz acınası durum, dansı kadın
bedeninin erkek zevkine hizmet etmek olarak gören Arap-İslam kültürünün eseri. “Dansöz gibi kıvırma” , “Eli ayağı ayrı
oynuyor” gibi deyimlerden anlaşıldığı üzere dans, erkek egemen toplumun
genelinde ayıp, günah ve basit bir olgu gibi görülüyor. Böylesine zengin
topraklarda ne yazık ki olması gereken düzeyde gelişmiyor karşılık görmüyor.
Sanatsal anlamda ilerlemiyor, günlük hayattaki yerini kaybediyor. İnsan
doğasının en içten ve en masum eylemi günlük hayatın işleyişinde yer bulamıyor.
İster bireysel, ister toplulukla yapılıyor olsun dans insanı mutlu eder.
Birleştirici, kucaklayıcı ve coşkulu bir eylemdir. Mustafa Kemal Atatürk’ün
“Dans medeni bir ihtiyaçtır.” sözünü anımsamak gerek. Dansı düğünlerde göbek
atmanın ötesine taşıdığımız, “yemeğe çıkmak” gibi “dansa gitmek” eylemini
normalleştirdiğimiz, yöresel ve modern dans gösterilerinin rağbet gördüğü,
sanat olarak dansın itibar kazandığı günler görmek dileğiyle…
Hande Çiğdemoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder