Sessiz Veda - Gülcan Sural - Sevdalım Hayat
Sessiz Veda - Gülcan Sural

Sessiz Veda - Gülcan Sural

Paylaş

 Sessiz Veda

Hafif bir rüzgar vuruyor yüzüne. Sağ eliyle sol yanağını okşuyor. Rüzgarın estiği yöne doğru bakıyor. Beklediği var gibi. Beklemeye alışan gözlerini uzaklardan çekip, yüreğinin tam üzerine sabitliyor bakışlarını. Yüreği ki; acemi ustanın elinde ziyan olmuş altın parçası gibi...

Bir ağırlık var içinde. Ağrı desen ağrı değil, acı desen acı değil. Öylesine gereksiz anı ve duygu doluluğu ve bir o kadar da boşluk, boş vermişlik... Hayatın gözünden kaçmış bir güzellik...

Ben yüreğinden çıkacak iki kelimeye muhtaçken, o uzaklara anlatıyor. Konuşmuyor haykırıyor sanki. Gözüne kaçan yalnızlığı, hüznü, gözünde kalan anılarla örtmeye çalışıyor. Bilmiyor... İçindeki öfke, korku her ne ise onu an be an eritiyor. Üşümüş elleriyle montunun fermuarını açmaya çalışıyor. Çok üşümüş olmalı ki elleri, hemen vazgeçip ceplerine sokuyor. Bir ara arkasını dönüp bana bakıyor. Göz göze geliyoruz. Gülümsüyor...

Gülmek nasıl da yakışıyor ona. Tekrar başını önüne çekip, bakışlarını uzaklara sabitliyor.

“Neden?” diyor, cılız bir sesle.

“Neden?”

“Bilmem.” diyebiliyorum sadece.

Benden istediği cümle bu değil. Bunu biliyorum. İstiyor ki, yüreğini hafifletecek iki kelamım olsun.

Oysa biliyorum bu halimizin nedenini. Benim sevgim ikimize yetecek kadar çoktu ama beni benim kadar isteyen yoktu. O bunları fark ettiğinde ise, yollar uzun uzundu...

Hiçbir şey yapamıyorum. Yanına gidip “Çay alayım mı, ister misin?” diyorum.

“İki de simit alırım, martılara da atarsın. Olur mu?”

“Olabilir” diyor.

Cevabı yine belirsiz gibi. Hiçbir zaman kesin cevaplamaz ki zaten.

Bana net olma sen, ben seni belki de böyle sevdim...

İki simit, iki çay alıp geliyorum. Martılara lokma lokma yapıp simitleri atmaya başlıyor hemen. Onu izlerken çaylar soğuyor. “Ne muazzam bir görüntü” diye geçiyor içimden. Şu an kadar bile sevildim mi peki ben?

Olsun! Sevmek zaten karşılıksız tabii olma hali değil mi?

Martılar onu beslediği için seviyor ama ben açken de sevmedim mi?

Bir çırpıda fedakârlığım içimi acıtıyor, vefam göğsümü kabartıyor.

Bir gün Deniz’le bir parkta oturmuştuk. Yaşlı bir amca uzun bir süre ağacın altında dinlenmiş ve kalkarken elindeki şişede kalan suyu ağaca dökmüştü. Birbirimize bakıp gülümsemiştik. Vefa ne güzel bir haslet... Keşke herkeste fazlaca olabilse diye en koyusundan muhabbete dalmıştık. Şimdi ona hatırlatsam, anlatsam bu anılarımızı. Boş ver... İçim içimden geçmiş sanki.

İnsanın derdi dilindeyken öyle çok anlatıyor ki; susmak bilmiyor, istemiyor. Dert yüreğe inince susuyor. Ne anlatmak ne anlaşılmak istemiyor. “Boş ver!” diyor.

“Boş ver!”

“Oysa ben onu üzecek, kıracak hiçbir şey yapmadım. Onun yanındayken, ondan başka bir şey düşünmedim. O kızmasın, üzülmesin diyeydi bütün çabam. Ne dediyse, tamam dedim.

Ne zaman başladık, ne zaman bitirdik bilmezdim bile. O giderdi hasret olurdu, gelirdi vuslat...

İnsan sevdiğine eziyet eder miydi? Habersiz gider miydi? Zamansız zamanlarca bekletir miydi? Ben sevmediğimden değil, çaresizliğimden vazgeçmiştim. Bir gidişi daha sırtlayacak gücüm kalmamıştı ki, anlatamıyordum. O anlamadı diyemiyorum bile, öyle sevmişim işte. Ben anlatamamışımdır. Ahh! Benim şifasız yüreğim! Kaç çeşit gidişini gördün? Kaç defa gözyaşlarıyla uğurladın cam arkalarından?

Kaç mevsimi karşıladı yüreğin üşüyerek?

Herkes mi öldürür “Sevdim” dediğini?

“Daldın”

“Anlayamadım, ne dedin?”

“Daldın diyorum. Ne düşünüyorsun?”

“Seni”

“Yanındayken de mi?”

“Hı hı. Yanındayken bile... Bana kırıldın biliyorum. Neden diye sordun. Hala cevap vermedim. Cevap vermediğim her saniye daha da kırıldığını biliyorum üstelik. Ama benim sana verecek cevabım yok. İçimden gelen tek şey bu.  Susmak... Ben sana cevabımı verdim.”

“Ben duymadım öyle ise”

“Evet sen duymadın, haklısın.

En sevdiğin şarkı aniden çıkınca bir yerde, mıh gibi çakılıp kalınca ağlayarak verdim cevabımı.

Hiç olmadık yerde adın geçti bir keresinde mesela; akşama kadar yüzüm gülmeyince verdim cevabımı.

Günlerce, haftalarca gelmediğinde bıraktığın yerde sabırla beklerken verdim.

Uykunun en can alıcı yerinde, sağımdan soluma dönerken uyanıp kalbim acıyınca verdim cevabımı.

Bir rüzgar kokunu bana getirdiğinde deliler gibi arandığımdaydı, duymadığın cevabım.

Hiçbir şey yapamadan elim ayağım bağlı, kursağımdaki binlerce sözcükle, çaresiz beklerken verdim cevapları.

Sen şimdi diyorsun ya neden? diye. Senin bulamadığın nedenleri ben bitirdim çünkü.”

“......”

“Biliyor musun? Bizim evin bahçesindeki kısır ceviz ağacını izledim günlerce.”

“İlahi. Onda ne buldun Allah aşkına?”

“Koskoca ağaçta kurumuş bir dal vardı. Günler, haftalar geçti... Yağmur yağdı, rüzgar değdi, hatta kar bile yağdı ama o kurumuş dal ağacı bırakmadı. Gücüm kuvvetim oldu o dal. Dün baktığımda ağaçta dal yoktu. İnanır mısın, hangisine ağlayacağımı bilemedim. Kuruyup solduğu halde bir umutla ağaca tutunan dala mı, yoksa bir gün kendisini bırakıp gideceğini bilerek yaşayan ağaca mı?”

“Çok üzgünüm”

“Ben de”

Eve dönerken yol boyu kuş gibi hafiftim. Sanki sırtımda bir dağ taşıyordum da, müsait bir yere bırakıp nefes aldım. İnsan taşıyamayacağı yükün altına girdi mi eziliyor, yoruluyor. Yüreği yıpranıyor. Karınca misali; sana göre bir ekmek kırıntısı, ona göre koskoca bir ekmek...

Gülcan Sural
gulcansural@hotmail.com


1 yorum: