İnsan canına kıymış birinin, çektiği filmi
izlemek ister misiniz? Peki ya bir tecavüzcünün yazdığı romanı okuma fikri
kulağa nasıl geliyor? "Öyle şiirleri var ki taş olsa aşka düşer."
diyorlar. Ama öğrendiniz ki, şairin yüzü ihanete dönmüş. Gönlü ona düşmüş kim
varsa yakıp yıkmış. İnanır mısınız o dizelere? Diğerinin ise özü sözü yalan,
kendinden başka kimseyi saymaz. Oysa o dizeler, şarkılara güfte olmuş,
yürekleri deler geçer. Dinler misiniz? Ya kutsal bellediğiniz değerlerin
üstünde tepinip duran yazarın kitabı? Karısını döven adamın bakmaya doyulmaz
tablosu? Yalanla dünyasını inşa etmiş heykeltıraşın elinden çıkan o harikulade
eser?
Bu soruların genel ahlak kurallarına bağlı
cevapları birbirine yakındır. Ancak sanatın kitlelerle buluşmasında süreç, ters
yönde çalışır. Genellikle sanat eserleriyle, sahibinden önce tanışırız. Belki
en fazla, kitap kapağındaki ya da sergi tanıtım broşüründeki özgeçmiş yazısı
kadar biliriz sanatçıyı. Ne zaman ki o satırlar, o notalar ruhumuza yol alır,
hayranlık başlar. Sanat öyle doğaüstü bir şeydir ki, insanı gerçek dünyanın
sığlığından, uzak diyarların derinliğine sürükler. Kelimeleri büyülü sulara işleyen
yazarın hislerini, alelade bir hikâyeyi öyle filme alan yönetmenin gözünü, aynı
notalardan şahane besteler yapan müzisyenin duyumunu, herkesin elinin altındaki
renklerle yeni dünyalar yaratan ressamın elini yüceltiriz. Bunları yapabilen
insanlar sanki bizimkinden farklı bir dünyada yaşıyordur. Etraflarındaki
atmosfer onları kişisel eleştiriden ve sorgulamadan muaf tutuyordur.
Sonraları kimi istemeden, kimi bile isteye
bilgi sahibi oluruz onlar hakkında. Öğrendiğimiz bazı şeyler, dünyamızı alaşağı
edecek cinsten olur. İnanmak istemeyiz, bazen de reddederiz duyduklarımızı. Ama
gerçek, gün ışığı gibi gözümüzü alıyorsa kaçamayız.
Dünyada az şey vardır ki, inandığı bir şeyin
yalan olması kadar insanı darmadağın etsin. Kandırılmışlık hissi, bazılarında
küskünlük bazılarında öfke büyütür. Sonucu her ne olursa olsun, sanatın üstüne
sahibinin kiri bulaşmıştır artık. Sarsılırız. Sanatla buluşmanın yolu bu
şekilde olduğunda, başta sorduğumuz sorular da,
cevapları da doğal olarak yön değiştirir.
“Katil birinin kitabını okur musunuz?” sorusu
ile “Okuru olduğunuz bir yazarın katil olduğunu öğrendikten sonra, başka bir
kitabını okur musunuz?” sorusu yer değiştirir. İkinci soruya verilen cevap, ilk
sorudaki kadar net olmayabilir. Oysa gerçek aynıdır.
Sanatçının derisi, sanatı değil midir? Biçim
almış, ete kemiğe bürünmüş hali? Derisinden sıyrılmış bir vücut ise ölüdür,
yoktur.
Sanatı hayata dair en sahici uğraş kabul
edersek, onu sadece yapıtlara yoğunlaşıp yürütülen çalışmalar olarak görmek,
gerçeklikten uzak bir yaklaşım olacaktır. Sanatçı, dünya görüşünden,
duruşundan, yaptıkları ve yapmadıklarından sorumludur. Yapıtlarını, sanatçının
varlığından bağımsız kabul etmek, o an kalbi hoş tutsa da sonrasında akla ziyan
gelir. Sanat, sarhoş edicidir, evet, ama bilinir ki her sarhoşluğun bir de
ayıklığı vardır. Siz ne dersiniz? Sanatı kucaklarken, neleri bırakıyorsunuz?
Hande
Çiğdemoğlu
hande.cigdemoglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder