E-Sorun - Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
E-Sorun - Hande Çiğdemoğlu

E-Sorun - Hande Çiğdemoğlu

Paylaş

E-Sorun
“TBF 2016’da yetenekleriyle bizi kendine hayran bırakan o çocuk artık büyüdü ve ilk uluslararası turnuvasını kazandı. Caps’in, Final’in En Değerli Oyuncusu seçildiği seride, Team Liquid’i 3-0 mağlup eden G2 Esports, MSI 2019 şampiyonu oldu.”

Bu haber satırlarından bir şey anlamayanlar için bir açıklama yapmalı. Sevgili genç kardeşimiz, çok oyunculu çevrimiçi savaş alanı video oyunu olan League of Legends (LOL) turnuvasında şampiyon olmuş. E-spor olarak tanımlanan bu etkinlikte, interaktif bilgisayar oyunlarının takımları, taraftarları, turnuvaları ve şampiyonları var artık. Odalarında bilgisayar ekranı karşısında göz, omurga ve kaslarını sabitleyen gençler, legalleşen bir spor dalında ter döküyorlar. Aileleri ve arkadaşları ile kurdukları sınırlı iletişim de bu oyunlar etrafında odaklanıyor.

Geri kafalı gibi görünmek istemem ama bir bilgisayar oyununun ön adı ne olursa olsun spor olarak nitelendirilmesini anlamlandıramıyorum. İnsan bedenini ve zihnini geliştirme amacında bireysel ve toplu olarak gerçekleştirilen bir eylem olarak nitelendirilen “spor” kelimesi ile eğlence amacıyla üretilen, insanın zaman algısını neredeyse yok eden bir bilgisayar oyununu yan yana getiremiyor olmam sanırım benim suçum değil.

Bu ülkede, 80’li yıllarda çocukluğunu sokakta oynayarak geçirmiş herkes teknolojinin ve yaşam tarzının hızlı serüvenine şahit oldu. Beyaz manyetolu telefonun kenarındaki kolu çevirerek önce postanenin arandığı, oradaki memura, dört haneden oluşan telefon numarası söylendikten sonra beklenen uzun dakikalardan, akıllı cep telefonunda WhatsApp iletisinin çift tık olmasını beklediğimiz saniyelere çabucak geçiş yaptık.  Öyle ki, henüz çocukken gelecekte herkesin yanında taşıyacağı telefonların olacağı haberini gazetede okuduğumda buna, sakallı doğan bebeğin kıyamet alameti olduğu haberi kadar az inanmıştım. Kıyamet hâlâ kopmadı ama cep telefonlarımızı evde unuttuğumuzda günümüzün allak bullak olduğu dönemlere geldik.

“Bizim zamanımızda” diye başlayan, geçmişi övüp bugünü taşlayan söylemler gerçekten sevimsiz. Üstelik teknoloji odaklı medeniyetin hızla gelişmesi kadar heyecan verici bir süreç olamaz. Ama bu, tıpkı nükleer silahlardan, genetiği değiştirilmiş yiyeceklere, kişisel mahremiyetin tecavüze uğradığı iletişim teknolojilerinden, bağımlılık yaratan internet uygulamalarına kadar olumlu insan keşiflerinin, olumsuz uygulamalara dönüşmesinin korkutucu olması gerçeğini değiştirmiyor.

Bilimsel ve teknolojik gelişmelerinin, insan konforunu artırması hedeflenirken, insan özgürlüğünü ve doğal yapısını hapsetmesi ne kadar da üzücü. Düşünüp muhakeme eden, kurgulayan bir canlı olduğumuz kadar toprakta koşan, suda yüzebilen, tırmanabilen, sıçrayabilen canlılarız. Dünyanın ve evrenin doğal ve küçük parçalarıyız. Kendi konforumuz için ürettiğimiz ve doğaya yapay olarak çaktığımız her parça aslında bizi ona yabancılaştırıyor. Bağımlı olduğumuz alışkanlıklar zaman içinde özünden kopan tanecikler gibi yalnızlaşıyor. Ruhumuzun temel yapı taşı olan özgürlük duygusu koşullu yaşam biçimleriyle zayıflıyor ya da yön değiştiriyor. İşin en kötü yanı ise bu yaşadıklarımızın yarattığı yıkıcı etkiyi fark etmiyor ya da umursamıyor olmamız. İnternet bağlantısının zayıflaması, diz üstü bilgisayarımızın şarjının bitmesi, navigasyon aletinin bozulması, akıllı cep telefonumuzun güncelleme yapmaması gibi durumları gerginlik, hatta mutsuzluk verici sorunlar olarak algılıyoruz. En son ne zaman koştuğumuzu ya da elimizin toprakla buluştuğunu hatırlamamak ise umurumuzda olmayabiliyor.

Yetişkinlerin dünyasını bir kenara bırakmak gerekirse, asıl önemli olan konu çocuklar ve gençlerin içinde bulunduğu durum. Dünyaya gelen küçük insan yavrusunun topraktan ve denizden önce telefon/tabletle buluşması, çocuğun sokakta akranlarıyla oynayarak kendi özgür dünyasını yaratabilecekken, birileri tarafından kurgulanmış videolarla hapsolması, çocukluktan çıkarken içindeki savruk enerjiyi beden gücüyle dışa vurmak yerine saatlerce ekran karşısında bilgisayar oyunu oynaması sadece ebeveynlerin suçu olabilir mi?
Bir devlet, 


Yeni anne olmuş bir kadına bebeği ile birlikte gidebileceği oyun parkları, sosyal etkinlik merkezleri, spor tesisleri kurmazsa,

  • Yeni baba olmuş, henüz ne yaşadığını ayrımsamamış bir adama sadece 5 gün ücretli izin verirse,
  • Ev dışındaki hiçbir alanda güvenliği sağlayamaz, sokakta, kursta, okulda yaşanan çocuk istismarları ve cinayetlerin önünü alamazsa
  • Sporda cinsiyet ayrımcılığı yapar, formalarda bile yasaklamalara giderse,
  • Spor yapan çocukların bağlı bulundukları kulüpte uğradığı taciz ve mobbingi cezalandırmazsa,
  • Sınavlara hazırlık merkezi haline gelen okullardaki öğrencilerini, uzun ders saatlerine ek olarak etütler ve kurslara gitmek zorunda bırakırsa,
  • Medyada suçu öven yapımların önünü açarken, sokaklarda tırmanan suçu engellemezse,
  • Uyuşturucu kullanım yaşının ilkokula kadar düşmesine önlem almazsa,


Kısaca, devlet çocuklar ve gençler için ücretsiz sosyal ve sportif yaşam koşullarını oluşturmak şöyle dursun güvenliğini bile sağlayamıyorsa ebeveynlerin bu tutumlarını da eleştirmemek gerek.

Özellikle büyük şehirlerde yaşayan, çocuklarını teknoloji tutsağı olmasına göz yuman aileler, kendince çocuklarını koruyor olabilir mi? Kumla oynasın diye parka götürdüğü çocuğu kedi/köpek kakası, insan tükürüğü ve çöpten zarar gören, oyuncakları ve zemini petrol türevi malzemeden yapılan, oyun alanı çocuk güvenliği açısından ergonomik özelliklere sahip olmadığı için kazalara uğrayan, ülkeye alınan aşısız mülteci çocukların sağlık kontrolleri yapılmadığı için ortak alanlardan tehlikeli hastalıklar kapan ebeveynler, çocuklarını eve hapsetmeyi seçebilir. Spor ve sanatsal etkinliklerin maddi yükünü sırtlanamadığı için çocuğunu okul ve ev arasına sıkıştırabilir. Sokakta çocuğunun başına ne geleceğini bilmediği için, onu gözünün önünden ayırmak istemeyebilir.

Asıl önemlisi toplum bir türlü kaos ve kriz ortamından çıkamadığı için, yetişkinler de mutsuz, tedirgin, sağlıksız ve vizyonsuz hale geldiler. Yoğun biçimde sorunlarla uğraşan, geleceğinden endişeli ebeveynler tahammülsüzdür.  Evleri tek kaleleridir ve sorun istemezler. Tercihleri, ağlamayan çocuk, tartışmayan ergendir. Bu yüzden telefon, tablet, bilgisayar ne varsa çocuğun eline verilir. Uyuşan çocuk, sessizdir ve en azından fiziksel olarak güvendedir.

İnsan, bilim ve teknolojinin değil, bunları istediği gibi yönetenlerin kurbanı sayılır diyebilir miyiz? Peki, kendisinin ve çocuklarının elinden eğitim, doğa, spor, sanat, eğlence ve sosyal yaşam gibi haklar bile isteye alınırken, sadece hayıflananlar kaderine razı kurban olmaktan öteye geçebilir mi?

Hande Çiğdemoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder