IN THE
NAME OF THE FATHER
1970 ‘li yıllar, Belfast, ailesi ile
anlaşmazlıklar yaşayan Gerry Conlon İngiltere’ye gider. Bir süre çiçek çocuklar
“hippi”ler ile takılır. Belfast’ın kan ve baruta karışan havasından sonra boşvermişlik
tatlı bir huzur verse de 1974 yılında Guildford’da askeri barda IRA’nın
patlattığı bomba Gerry’nin ve üç arkadaşının hayatında büyük bir deprem
yaratır.
IRA’nın koyduğu bombayı bu kez haber vermemesi
yüzünden beş kişi ölür, pek çok kişi yaralanır. Halk kızgındır, polis halkın
baskısı altında suçluları aramakta olsa da esas aradığı bir günah keçisidir. IRA’
yla mücadele adı altında İngiltere, anti-terör yasasıyla hukuk kurallarını rafa
kaldırmış, tüm vatandaşlarına potansiyel terörist gözüyle bakmaktadır. Polisin
sorgulama ve gözaltı yetkileri artırılmış, sorgulanamaz hale getirilmiştir. Polis
bu yetkisini kullanarak, aradığı günah keçilerini 1 hafta süren işkenceler sonrasında bulur.
Guildford Dörtlüsü olarak anılan Gerry Conlon,
Paul Hill, Patrick Armstrong ve Carole Richardson,
polisin sadece varsayımlardan ibaret
suçlamaları ve işkenceyle imzalattığı itirafnameler sonucunda ömür boyu
hapis cezasına çarptırılır.
Gerry’den sonra
babası Giuseppe, halası ve kuzenleri de suça yardım ve yataklıktan ceza
alırlar. Babası ile aynı koğuşta kalmaya başlayan Gerry’nin kendilerini kurban
eden sisteme karşı başarı sağlayacaklarına inancı yoktur. Babasıyla olan çatışması,
görüş ayrılığı zamanla anlayışa evrilir. Gerry ilk başlarda umudunu kaybetmiş
olsa da artık babası için, babası adına mücadele etmek ve asılsız suçlamaları,
bu suçlamaların mimarı kanunsuz polisleri ortaya çıkarmak zorundadır.
Guildford Dörtlüsü, avukat Gareth Peirce’ın, Giuseppe Conlon ile başlattığı mücadeleye
tutunur ve polisin ürettiği sahte delillere
karşı tekrar masumiyetlerini kanıtlamaya çalışırlar.
Yargı, adaleti sağlamasını beklediğimiz bir
kurum olmasına rağmen halkın öfkesi ve talepleri ile kolayca yön değiştirebilen
bir yerdedir. Yargı konumunu devlet otoritesine ve öfke sellerine yaklaştırdıkça
adaletten uzaklaşır ve Themis’in terazisini çöpe atar. Adaletin terazisi artık kimi
zaman halkın öfkesi kimi zaman da iktidarın sopasıdır. Böyle olunca da
masumiyet karinesi tersine işler, kişiler masumiyetlerini kanıtlamak zorunda
bırakılır.
Çok eskide mi kaldı bu despot uygulamalar? Artık
medeni dünyada bu hukuksuzluklar olmuyor mu gerçekten? “Bir düğün için yol mu kapatılır” diyen avukatın önce işkence görmesi ve
zorla imzalatılan itirafname ile ev hapsine alınması desem bir şeyler
çağrıştırır mı? Bu distopyadan
kurtulmanın yolu, bazen can yaksa da, Themis’in halkın veya iktidarın değil
kendi terazisini kullanmasıdır. Guildford
Dörtlüsü’nün 15 yıl sonra elde ettiği adalette kullandığı gibi…
Yeşim
Yeşiloğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder