Küfrü Duasından Büyük Olanlar - Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Küfrü Duasından Büyük Olanlar - Hande Çiğdemoğlu

Küfrü Duasından Büyük Olanlar - Hande Çiğdemoğlu

Paylaş
KÜFRÜ DUASINDAN BÜYÜK OLANLAR
Mine Söğüt / Gergedan Büyük Küfür

"Öyle kolay pes etmez küfrü duasından büyük olanlar."

15 öykü. 1'den 15'e kadar sırayla da okusanız, 15'den 1 e geri de dönseniz, kitabın ortasından da başlasanız aynı etkiyle karşı karşıyasınız. Mine Söğüt'ün kendiyle özdeşleşmiş sarsıcı dili ve hayranlık verici kurgu yeteneği ile bezediği öyküleri, Gergedan-Büyük Küfür adlı kitabında toplanmış. Gerçek üstü kurgularla, bireysel ve toplumsal sorgulamalar içeren bu öyküler, kapalı dünyalarınızın içine hızlı ve etkili bir biçimde sızıyor. Rahatsız oluyor, geriliyor, inkâr ediyor, direniyor, düşünüyor, yine düşünüyor, geriliyor, rahatsız oluyor ve sonunda hak veriyorsunuz. Ezberleriniz bozuluyor, kuş tüyü yataklarınız dev bir gergedan derisi gibi sertleşiyor. Gerçeğin cüretkar gücü, belleğinizi ve ruhunuzu çepeçevre sarıyor. Edebiyatın gücü karşısında savunmasız kalıyorsunuz.

"İşte ben! Asırlardır aynı gafletle yanılan ve dünyayı da bu gafletle yakanım. Yeryüzünde ne kadar kötülük varsa hepsi benim yüzümden."

Yazarın, 2011 yılında yayınlanan Deli Kadın Hikayeleri adlı öykü kitabında yaktığı karanlık ateş, Gergedan Büyük Küfür kitabında harlayarak büyüyor. Toplumun sırtını yasladığı aile, ahlak, zincirlerle bağlı olunan ırk, din ve devlet gibi bir çok kavram üzerinden insan benliğinin arayışını ve sonra kayboluşunu sorguluyor. Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın ve sisli sularda sürüklenen ülkemizin kaderinin çıkar sahipleri, devlet adamları, din tacirleri ile yapılanmasına öfkeyle karşılık veriyor. Gerçek üstü bir kurguyla gerçekliğin tam ortasında yer alan öyküler bunlar.

Dev cüssesi ve korkunç görüntüsüyle bildiğimiz gergedan hayvanının metafor olarak kullanıldığı öykülerde aslında bu hayvanın insanlığın kötülüğü karşısında zulme uğrayan canlıların, örselenen değerlerin simgesi olarak yer aldığını görüyoruz. Deli Kadın Hikayeleri' nden yabancı olmadığımız Bahadır Baruter de illüstrasyonları ile öykülere görsel bir güç katıyor. Zaten yeterince sarsıcı olan öyküler, resimlerle birleşince okuyucunun imgelem dünyasını zenginleştiriyor. Aynı zamanda hayat arkadaşı olan bu iki sanatçının, ikinci defa sanatlarını kol kola sunmaları hayranlık verici.

"Ben karabasanlarla büyüdüm. Camları sıkı sıkı kapatmayı ve kapılara kilit üzerine kilit takmayı biliyorum."

Dayatılan ahlak kuralları, vazifeden mecburiyete devşirilme aile yapıları, henüz masum olan çocukların karabasanları şeklinde beliriyor. Özellikle kitabın ilk bölümündeki öyküler, kutsanan aile kavramını neredeyse taşlıyor. Gri gölgelere benzeyen anneler, vahşi hayvanlara benzeyen babalar, aslında silik erilliğin, zalim dişilliğin resmini çiziyor. Ortada, arada, aşağıda ve altta hep çocuklar var. Yarının annesi, babası, dini ve devleti olacak çocuklar. Hastalık, öğretilmiş ve dayatılmış geleneklerle çocuk rahme düştüğü an yayılmaya başlıyor.

Ailenin her şeyden üstün tutulduğu, anneliğin kutsandığı, babalığın yüceltildiği hikâyelere alışkın olan zihinlerimiz, bu kitaptaki öykülerle adeta sırı dökülmüş bir aynayla karşılaşıp huzursuzlaşıyor. Öfkelendiren ve rahatsız eden konuların, aynı üslupla kelimelere dökülmesi öykülerin etkisini kalıcı hale getiriyor.

"Kapalı kapılar ardında ne olup bittiğini asla bilemezsiniz. Ve kapalı zihinlerin ardında da ne olup bittiğini asla bilemezsiniz."

Kitaba adını veren "Büyük Küfür" adlı öykü, yapıtın kalbi niteliğinde. Kanının kokusu kurumamış meydanlar, duası sahteleşmiş camiler, aslında zihinlerde aynı olan değiştiğini sandığımız siyasi rejimler ve bu ülkenin vicdan kanatan ayıplarını ayrımsıyoruz.

"Her şeyden, Allah'tan, toplumdan, devletten, toplumdan ve babamdan ve annemden ve kendimden korktuğum için yapmadığım, yapamadığım şeylerin neticesinde katlandığım bu hayatı reva gördüğüne inandığım Allah'a sığınmam, ondan medet ummam, üstüne üstlük ondan da korkmam neticesinde şuursuzca çevirdiğim, işkence gibi bir hayat çemberinde delirmekteyim. Korkuyla terbiye edildim."

Gergedan adlı son öykü, Ionesco'nun 1959 yılında ilk kez sahnelenen Gergedanlar isimli oyununa atıfta bulunuyor. Bununla birlikte öykülerin içinde Kafka, Saramago ve Marquez gibi yazarları, Haneke, Greenaway, Passolini ve Yorgos Lanthimos gibi yönetmenleri, Lale Müldür, Yannis Ritsos ve Cemal Süreya gibi şairleri anımsatan öğeler görüyoruz. Yazarın eserinin sonundaki yazısında bu sanatçılara olan teşekkürü kadar ilgi çekici bir sonsözü daha var.

"Bu kitabın yazarı, gelmiş geçmiş tüm faşist iktidarlara ve o iktidarların peşine canı gönülden takılıp duran şu insanlığa da öfkelidir."

Mine Söğüt, keskin ve büyülü kalemiyle, okuyucusunun hayatında kapansa da izi kalacak derin bir yara açmaktan çekinmemiş. Buyurun siz de okumaktan çekinmeyin. Gözleriniz kitabı okumadan öncekinden farklı görecek, buna hazır olun.

*
Mine Söğüt kimdir?
Edebiyat dünyamıza 2003 yılında Beş Sevim Apartmanı-Rüya Tabirli Cinperi Yalanları romanıyla giren yazar, eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümünde lisans ve yüksek lisans programlarıyla tamamlamış. 1990 yılından itibaren Güneş, Yeni Yüzyıl gazetesi, Tempo dergisinde gazetecilik yapmış. Hala Cumhuriyet gazetesinde gündemdeki politik ve sosyal olaylara dair görüşlerinin yayınlandığı "Uykusuzluk" adlı bir köşesi var. Derleme, monografi, biyografi, öykü ve roman türünde 11 adet yapıta sahip yazar, düşünmeye, karşı çıkmaya ve üretmeye devam ediyor.

Hande Çiğdemoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder