Tuval Yüzeyinde Kıvıl Kıvıl Nakışlar - Eşref Alemdar - Sevdalım Hayat
Tuval Yüzeyinde Kıvıl Kıvıl Nakışlar - Eşref Alemdar

Tuval Yüzeyinde Kıvıl Kıvıl Nakışlar - Eşref Alemdar

Paylaş


Tuval Yüzeyinde Kıvıl Kıvıl Nakışlar
Özgür Demirci, Baharistan adlı sergisini Galeri 77’de açtı. Açılışı duyurmuştu ama yoğun işlerden dolayı gidememiştim. Kısmet geçen haftaya imiş. Galeri 77 Ayvaz grubununmuş. Ayvaz’ın endüstriyel üretimini biliyordum, ancak sanat üretimiyle ilgili olmasından bihaberdim. Sanayicinin sanata destek vereni insanı mutlandırıyor.. hâlâ.

Özgür Demirci’nin nasıl bir ressam olduğunu anlatacağım ama adamın yaptığı işler minyatür sanatı odağında cereyan ettiğinden, önce bir serzenişte bulunacağım. Minyatür deyip dururuz fakat kendimize özgü bu sanatı neden Latince kökenli bir kelimeyle adlandırırız? Yanıt basit; Modern Türkler öz be öz kendilerine ait olan değerleri bile Batılıların sözcükleriyle dillerine pelesenk etmeyi seçkinlik addeder. Geri planda standart koyamama sığlığı ve bilgisizliği vardır. E, bu serin kılıklara bürünüp tuhaf jargonlarla konuşma kolaycılığıyla alt edilebilecek bir şey değil tabi. Bir kestirme lazım; öz olanı önce yabancılaştır, sonra ithal et ki değeri artsın!

Onlar diye bahsediyorum ki kendimizi bu güruhtan dışlayıp bir tavır alalım. Her serin görüntü esasen serin değildir. Tarihte minyatüre tasvir ve nakış demişiz, sonra tarihin sislerinin ve tozlarının arasına terk etmişiz. Minyatür sözcüğünü ithal ederek bu sanatı kendimize önce yabancılaştırmış sonra da; ithalat etiketi malın özünü değiştirerek daha değerli kılıyormuş gibi, yüceltmişiz. Hem nakış artık salt kumaşa makineyle işlenen motif zanaatı. Robotik bişey. Tasvir de fırçayla değil kalemle yapılır; edebiyatçının çevre, ortam eşya figür anlatımıdır, indirgenmiş ve işlevi tekleştirilmiştir.


Oysa anlamda kayıp tarihi bir kayıptır. Minyatürün bizdeki karşılığı nakış ve tasvir, minyatüristin de musavvir ve nakkaştır. Daha incelikli anlamak, içselleştirmek için bunları bu sözcüklerle bilmek zaruridir. Ne diyor İsmail Tunalı, yerelden yola çıkıp evrensel olunursa özgünlük yakalanır. Şimdi Özgür Demirci’nin sergisine geri sıçrıyoruz.

Odakta tasvir ve nakış var. Büyük tuvaller ressamın kâğıdı olmuş.. nakış ve tasvirin o ufacıklığının beli kırılmış. Boyut büyüyünce, kitaptan sıyrılınca herkesleşmiş, halka mal olmuş. Etrafında dolaşanların gözlerine gözlerine sokulmuş. Tabii “işlenen” hâlâ bir tasvir ancak karşımızdaki bir modern/modern sonrası bir resim.

Resmin plastik öğelerine girerek sıkıcılaşmak istemiyorum ancak bir tasvirle gerçekçi resim arasında ne fark vardır sorusunun yanıtı belki de tasvirin başkalaşım geçirdiği bu resimlerin içinde yatıyor. Ne bir gölge, ne bir uzbakı (perspektif), ne ışık, ne pentür var. Bu açıdan eskimiş modernistlerin resim anlayışına pek uygun.. daha özgül konuşmak gerekirse kübizm, sembolizm, gerçeküstücülük vs. Gerçeği yık ve yeniden yarat! Nakkaşlar ya da musavvirler bu kadar büyük laflar eden anarşistler/modernistler miydi.. sanmıyorum ama denen o ki, onlar nakışın, tasvirin gizli DNA’sıyla hareket eden zanaatkar sanatçılardı.

Örneğin tasvirde kişileri toplumsal önemine göre daha büyük ya da küçük çizer, ufuk çizgisindeki sıralamayı göz ardı ederlerdi. Türk resminde uzbakının gelişmemesi bu DNA’da gizlidir. Bir tasvire bakılınca insanı allak bullak eden, acayip ve gülünç bulunan bu ayrıntısızlık, bayağılık ve aykırılıktır. Güzel olan da budur! Bir modern dönemi ressamın algı yoluyla yarattığı öznel resimler gibi.. ressamın “en güzeli budur” diye seçtiği açılardan ama topyekünü birleştiren bir tek açıyla üretilmiş. Derinliksizlik, iki boyutluluk bile isteye vurgulanır. Demirci de öyle yapmış. Hatta yağlı boyayı dahi tek kalınlık belirleyip öyle sürmüş tuvale.. ama incelikle, ince ince.. ama kıvıl kıvıl, canlı. Devingenlik, dinçlik ve sağlık fışkırıyor adamın tuvallerinden. Kopuk memeler ve ellere karşın!


Sergiye gitmeden önce içimi kemiren bir sıkıntım vardı. Bu kopuk memeler ve eller yakın planda insanda nasıl bir etki bırakıyor diye. En nihayetinde kopmuş, bedenden ayrılmış organlar bunlar. Bu yüzden sergiyi görmeden önce baktığım resimlerin fotoğraflarından, ikirciklendiren, tırmıklayan bir hissiyat nüfuz ediyordu içime. Sıkıntılanıyordum. Ancak yersizmiş. Bir cümbüş, bir sağalma bir sağlıkmış o memeler, kopmuş başlar ve eller.

Bazı ressamlar sembolleri severek kullanır. Bu alanda en yetkin isimlerden biri Miro’dur. Özgür’ün sembolleri Miro’nunkilerden farklı.. kopartılmış, kesilmiş organlar. Memeler bereketi, dişiliği, doğurganlığı sembolize ederken kopmuş eller “iş”i, “eylem”i sembolize ediyor. Ellerin yerini bazan dev ya da minnacık parmaklar alıyor.

Kullandığı ince fırçalardan bahsetti Özgür. Konuşurken naif bir çocuk oldu ve kalbimi ısıttı. Resimlerinde hakikaten tuvalin doğasına uymayacak denli ince çizgiler ve vuruşlar var. Fırça sanki kalem olmuş. Çiçekler, çiçekler, çiçekler. Bahar çiçekleri. Sergiye adını veren Baharistan, 15. yy. bilgin ve mutasavvıfı Molla Cami’nin Baharistan adlı kitabından alınmış. Özgür bu kitaptan o denli etkilenmiş ki hikâyeleri tuvale aktarıp o acayip, arızalı ama çok güzel kompozisyonlarını kurgulamış. Hatta eski nakkaşların, musavvirlerin eserlerinden birebir figürler alıntılamış. Hikâye anlatan resimler bunlar, ama salt hikâye anlatmıyorlar. Kübistlerin yaklaşımlarından, Siyah Kalem’in uzbakısı bozuk tasvirlerinden geçip çok güçlü bir ressamın imbiğinden süzülerek yenilikçi resimler oluyorlar.  Özgür tasviri ve nakışı o denli içselleştirmiş ki tuvaller sanki sırlanmış kil olmuş, çiniye yeni bir yorum gelmiş. Çiğ renklerin cümbüşü fışkırıyor her resimden. Sergiyi gezerken Benim Adım Kırmızı akla geliyor. Orhan Pamuk’un hikâyesini anlattığı nakkaş sergi boyunca size eşlik ediyor.

Bıkkınlık vermiş Doğu-Batı bileşimi bildimciliğini bu sergide görmedim.. karşımda bir bileşim olmasına rağmen. Hatta serginin en dev resminde Matisse’in “Dans Edenler”ine görüntüsü bıçkın, sakallı bıyıklı iki Osmanlı tefçisi eşlik ediyor olsa da. Yeni bir rotanın ilk nümayişi olabilir bu resim. Özgür’ün kendi yarattığı mistisizmi kübistlerin sert çizgileriyle ortaya çıkıyor.

Bu eserleri temel alarak besteler üreten besteci Aytuğ Ülgen’in müzikleri eşliğinde sergiyi gezerken, mistisizmi daha yoğun hissediyorsunuz ve bir başka sanatçının ruhunun kapısından içeri giriyorsunuz. Özgür bu sergiyle kendi Baharistan kitabını yazmaya başlamış ve o kitapta yer alacak bazı hikâyeleri de resimlerin yanına astığı kâğıtların üzerine aktarmış. Hikâyeleri ayaküstü okumaya giriştiğinizde hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz zira ilgiye mazhar olmak istiyor sözcükler, cümleler. Tıpkı Zaval’lı Metin’in (İbrahim Metin) kitaplarındaki sözcükler ve cümleler gibi. Bu iki adamın ne çok ortak özelliği olduğu düşüncesiyle sergiden ayrıldım.

Çok kötü; insanların ne okumaya, ne sergi gezmeye vakti var.. sosyal şaralala’ya vakit ayırmaktan bunlara vakitleri yok. Tuh tuh!

Sergi: Özgür Demirci “BAHARİSTAN: Altında nehirler akan yüksek ağaçlar ve narin çiçeklerin hikâyesi” 25 Nisan - 2 Haziran 2019

Galeri 77 Adres: Necatibey Cad. No:77 Ayvaz Han 34420 Karaköy/Beyoğlu, İstanbul
Tel: +90 212 251 90 82

(İsmail Tunalı: Yeni Bir Aydınlanmaya Doğru; Orhan Pamuk: Benim Adım Kırmızı; İbrahim Metin: İbrahim Efendi Tabletleri)

Eşref Alemdar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder