Kara Delik - Cemile Özyakan - Sevdalım Hayat
Kara Delik - Cemile Özyakan

Kara Delik - Cemile Özyakan

Paylaş

 
Kara Delik

Otobüs terminaline girip hızlıca bilet gişesine doğru yürüdüm. Kimsenin yüzüne bakmıyordum, durmuyordum; yolum saatlerce devam edecekmişçesine akarak ilerliyordum. Cebimde tomarla para vardı, hepsi de küçük paralar. Komşunun oğlu Süleyman’la on sekiz yaşına gelince evden kaçmak için biriktirdiğimiz parayı alıp, çıkmıştım evden. En büyük hayalimiz buydu. Ama ben planı bozup, daha on dört yaşıma girmeden bunu yaptığım için çok dikkat etmem gerekiyordu. Kasabadan otogara geçerken bakkalın oğlu Hüseyin’le karşılaştıksa da bir şey sormamıştı. Polise falan yakalanmadan şehirden ayrılsam sonrası kolaydı. Yazın akrabaları görmek için Adana’ya gittiğimizde tanıştığım abilerin yanına gidiyordum. Başka bir şehirde yaşayan tek bildiğim onlardı. Özellikle Özgür Abi’nin bana yardım edeceğinden emindim. Beraber sigara içmiştik ve Baran kardeşim, ne zaman istersen gel, artık burası senin ikinci evin sayılır, demişti. Babam ya da başkası beni onların yanında bulamazdı. Bilet gişesine gelip Adana’ya bir kişi dedim. Adam yüzüme dik dik baktı. Yan tarafında açık duran televizyonda az önce haberlerde kayıp aranıyor diye benim yüzümü görmüş gibiydi. Otogarda herkes herkese dik dik bakıyordu gerçi. Adam anlamış da görmezden gelmeye karar vermiş gibi parayı alıp, bileti uzattı. Herkesten saklanmak için gidip karanlığın hafif çöktüğü köşede alçak bir duvarın üstüne oturdum. Etraf çiş ve peynir kokuyordu. Otobüs perona yanaşır yanaşmaz bindim. Koltuğuma iyice sinmiştim. Sırt çantamı ayaklarımın arasına aldım. Benim de çişim gelmişti ama mola yerinde gitmeye karar verdim. İnip kendimi riske atamazdım. Etrafta gezinen birkaç polis vardı zaten. Yolcular yavaş yavaş binip yerlerine oturdular. Yanıma yaşlı bir amca düşmüştü.

“Hayırdır, kime gidiyorsun?” diye sordu tanıyor gibi.

“Amcamlara” dedim. “Ramazan Amca’m var Adana’da.” Ramazan Amca gerçekten amcamın adıydı.

“Kimlerdensin, neredensin?” diye sorunca kısa keseyim diye yalan atıp durdum, ama kimi söylesem "tanıyorum” dedi.

“Ben seni götüreyim Ramazan Amcanlara, ben de o tarafa gidiyorum,” diye ısrar etti.

“Yok,” dedim, “başka işlerim var önce, birkaç yere uğrayacağım.”

İndikten sonra peşime takılmadı neyse ki. Doğru Özgür Abi’nin dükkâna gittim. Barın arkasında oturmuş çene çalarken, beni görünce şaşırdı.

“Baran, kardeşim! Hoş geldin, hayırdır?” diye konuşurken yüzünde bahar gibi açan içten gülümsemesi, “Evden kaçtım, beni sakla” deyince şimşek gibi kayboldu. Yüzü bembeyaz oldu. “Otur şuraya, anlat kardeşim, nedir?” dedi.

Konuşamadım, içerdeki müşteriler bizi dinliyor gibi geldi.

“Şu çantayı bırak, gel biraz yürüyelim.”

Çantayı barın arkasına attı. “Mustafa, bara bak, geliyorum ben,” diye mutfağa doğru seslenip, çıktı. Arkasından yürüdüm.

“Ne oldu oğlum, anlat.”

“Yok,” dedim. “Anlatamam.”

“Anlat ulan, ona göre derdine çare bulalım,”

Oraya vardığım andan itibaren çarenin onda ya da herhangi bir yerde olmadığını biliyordum. Ne yaparsam yapayım artık bu işi çözmemin imkânı olmadığını bildiğim gibi.

“Çaresi yok abi,” dedim.

“Her şeyin çaresi bulunur.” dedi.

İçimden her şeyin çaresi bulunmaz, diye geçirdikten sonra “babam,” dedim.

“Ne oldu babana?” dedi.

“Abimi öldürdü,” dedim.

Birkaç saniye sustu.

“Nasıl?”

“Ağzına silahı sokup, patlattı, sonra da intihar etti diye yaydı,”

“Sebep?” Sakin görünmeye çalışıyordu, ama nefes nefeseydi. Yüzü de bembeyaz olmuştu.

“Abim oğlanın biriyle olmuş, ondan.”

Durdu. Birkaç dakika bir şey demedi. Bir sigara yaktı.

“Annen gördü mü öldürürken?”

“Annem yaptırdı zorla.”

Yine sustu. Sigaradan birkaç nefes alınca sakinleşmiş gibiydi, ya da diyecek bir şey bulamamıştı. Devam ettim.

“Babam da erkeklerle oluyormuş, kendileri konuşurken duydum. Annemin dediğine göre hastalık abime ondan geçmiş. Babama sıçtığın boku temizle!” dedi.

“Seni nasıl dışarı bıraktılar?”

“Kimseye anlatmayacağıma kitabın üzerine el bastırıp, yemin ettirdiler. Sonra kendini vurdu diye ağıta başladılar. Ben de karmaşada kaçtım, dedim ya. Ne anlattırıp duruyorsun?”

Sigarası bitince bir tane daha yaktı. Bana da bir tane uzattı. Yaktım.

“Bak,” diye ciddiyetle başladı söze. “Seni benim yanımda bulurlarsa karışır ortalık, ben seni zorla alıkoymaktan en az otuz sene yerim. Seni sokakta bırakamam.”

“Bir şey olmaz, dedim. Barda çalışır, paramı kazanırım.”

“Saçmalama dedi, şimdi alıp seni evime götürsem on sekiz yaşından küçük olduğun için başımıza iş açılır…”

On sekiz yaşına gelmemiş olmak büyük bir kabahatmiş gibi başımı önüme eğdim.

“Sen beni sabaha kadar tut, sabah giderim, bir gece kalayım sadece.”

Bir tane daha otobüs bileti alacak param çıkardı. Gittiğim şehirde hemen bir lokantada falan işe girerim, kendime kalacak bir yerler ayarlarım diye düşündüm. Bence bu iş zor değildi, Özgür Abi abartıyordu.

“Aç mısın?”

“Yok.”

“Bir şeyler iç.”

“Yok, sağ ol.”

Kolumdan tutup, hafifçe çekti.

“Gel hadi, bara gidelim, bir su iç bari.”

Dönünce bir masaya oturdum. Müşteri kalmamıştı.
“Çantan burada” deyip, barın arkasında duran çantamı masama getirdi.

Sonra “Marketten su alıp, geliyorum hemen” deyip, çıktı.

Beş dakika sonra dönüp, masama bir şişe su bıraktı. Ondan on beş dakika sonra bir polis arabası ışığını saçıp, sirenini öttürerek barın önünde durdu. Daha sonra düşününce Özgür abinin barda su varken, markete gitmesinden şüphelenmemiş olmama şaşırdım. Belki de aslında gidecek yerim olmadığını anlayıp, kaçmaktan vazgeçmiş ve bilerek o masaya oturmuş, beni ihbar etmesini beklemiştim. Bunu Özgür Abi’yle konuşmadan önce, otobüste yaşlı adamla olan konuşmamda anlamıştım sanırım. Dört polis içeri girip, doğrudan benim masaya geldiler. Korkuyordum ama bir yandan boş vermeye çalışıyordum. Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Kimliğimi sordular. O da yoktu. Kimlik taşımam gerektiğini bile bilmiyordum. Kollarımdan sıkıca tutarak, kırmızı bültenle aranan bir suçluyu yıllar sonra bulmuş ve asla kaçırmamaları gerekiyormuşçasına arabaya götürdüler. Karakola girdik. Masa başında oturan bir memur, koltuğu işaret ederek, “Otur” dedi.

“Evden mi kaçtın?”

“Evet” dedim.

Tatmin olmamış gibiydi.

“Normalde hayır diye diretirler, ısrarla söyletiriz, sen hemen kabullendin. Eve mi dönmek istiyorsun?”

“Evet”

“Niye kaçtın lan o zaman?”

“Dönmek istemiyorum.” dedim sonra. Gidebileceğim bir yer varmış gibi, aniden fikrimi değiştirmiştim.

“Niye kaçtım diye hemen ötüyorsun lan o zaman?” dedi.

Canı günlerce sıkıldıktan sonra eğlence bulmuş ve sonuna kadar kullanmak istiyor gibiydi. Ama gördüğüm kadarıyla karakol canının sıkılmayacağı kadar hareketliydi. Belki de daha fazlasını istiyordu. “İnternete girer misin, sık girer misin, hangi sitelere girersin,” gibi sorular sorarken, bir anda “babam sabah abimi vurdu,” dedim. Annemi katmadan olayı anlattım. Apar topar bir yerlere telefon açtılar. Baş komiseri çağırdılar. O gelene kadar ifademi aldılar. Kimin yazacağı konusunda tartıştılar. Karakola bilgisayarın yeni alındığını söyleyip, daktiloda mı, bilgisayarda mı yazacakları konusunda anlaşamadılar.

“İkiniz de yazsanız,” dedim. “Biriniz daktiloda, biriniz bilgisayarda.”

“Olur” dediler.

Sonra baş komiser geldi. Beni bir gece orada tuttular. Babam o gece tutuklanmış. Sonra beni saldılar. Eve gittiğimde annem ağlıyordu. İçeri girer girmez suratıma bakıp, “Hain, ailenin yüz karası, namussuzun kardeşi!” diye bağırdı. Dayanamadım. Tokat attım. Boğazıma sarıldı. Boğuştuk. Uzun sürmedi. Onu oracıkta öldürdüm. Her şey birbirine girmişti. Hayatımdaki hiçbir şeyi böylesine geriye almak istememiştim. Eve gitmeden önce her şeye neden olan annemden nefret ediyordum, ama artık ellerime hiç temizleyemeyeceğim bir şeyler bulaştırmış olduğum için pişmandım. Pişmanlığın hiçbir duyguya benzemeyen ağırlığını o gün, o an öğrendim. Amacım bu muydu, değil miydi, bilmiyorum. Ama bildiğim tek şey, her şeyin çaresi falan olmadığıydı. Polisi arayıp, “Annemi öldürdüm.” dedim. Evde oturup beklerken babamın yatak odasına gittim. Ceketinin ceplerini karıştırdım. İki dal sigara kalmıştı. Mutfak sandalyesine oturdum ve beklerken iki sigarayı da ağır ağır içtim. Şimdi içerdeyim ama uzun zaman oldu. Bu kara delikten çıkmama bir sene kaldı. Ben on sekiz yaşından küçük olduğum için, babam da abimi öldürme sebebini anlatınca indirim aldı. Az kaldı ikimizin de sokaklara çıkmasına… Yan yana gelince ne olacak, konuşacak bir şeylerimiz olacak mı, ben ona ne diyeceğim, gözlerinin içine nasıl bakacağım? Belki üstüme atlayıp, bana da saldıracak? Belki de ben ona vurmaya başlayıp, sonsuz tekmeler, tokatlar indireceğim bedenine, suratına ve bu hep böyle sürüp gidecek, hiç duramayacağım. Belki de oturup bir masaya, sakince yüzleşeceğiz. Kim bilir… Belki omzumda oturup ağlayacak, nasıl evlendirildiğini, baba olarak değil de, Hasan olarak kendi hayatını anlatacak ilk kez bana. Ağlayacağız ve sonra omuz omuza kalkacağız masadan. Bir olamasak da, birlikte çıkacağız kara deliklerimizden, savaşırcasına.

Cemile Özyakan

Arkadaşım Ahmet Yıldız ve öldürülen tüm LGBTİ’ler için… Mutlu Pridelar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder