Mutsuzluğa Övgü- Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Mutsuzluğa Övgü- Hande Çiğdemoğlu

Mutsuzluğa Övgü- Hande Çiğdemoğlu

Paylaş


Mutsuzluğa Övgü

İşimiz gücümüz mutlu olmaya çalışmak. “Mutsuzluktan kurtulmanın yolları”, “Mutluluğa açılan bilmem kaç pencere”, “Hak ettiğin mutluluğu yaşa!” gibi ne çok başlık çıkıyor karşımıza. Oysa sahiplenilmesi gereken belki de mutsuzluktur. Mutsuzluk, gerçektir. Üzerinden bir dolu insanın geçtiği ezberlenmiş şehirlerin, çizilirken her kıvrımı keskin çizgilerle belirlenmiş haritalarına benzer. Ve başka yere bakamadan karşısında kala kaldığın muazzam bir tablo gibi etkileyicidir.

Mutsuzluk sen kaçtıkça peşinden gelir. Kaçma! Kopardıkça yerine yenisi çıkan şeytantırnağıdır o. Sana aittir, acıtır, kanatır, kessen de koparsan da inatla baş verir. Koparma! Senin bir parçandır, kıyma. Bekle gidecekse usulca gidiverir. Kendiliğinden. Tıpkı ummadığın anda yastığının altına iliştiği gibi.

Nedir bu korku? Mutsuzluktan gulyabaniden korkar gibi korkmak yakışır mı yiğide? Mutsuzluk arsız bir konsomatristir oysa, “yok istemem” demeye kalmadan gelir oturur kucağına.  Mesele kabul edebiliyor musun onu kucağında, olmadı sırtında taşır mısın yüksünmeden? Yoksa utanıyor musun mutsuz olmaktan? “Neden?” mi diyorsun, “Neden mutsuzum, oysa mutlu olacak ne çok şey var!” O halde büyüğümüz kıymetlimiz Albert Camus’ye kulak ver. Der ki: Mutsuz olmakta utanılacak bir yan yok. Fiziksel acı bazen utanç vericidir ama acı çekmek utanç verici olamaz; hayat o çünkü...”

Gerçeklerden kaçmak ne fayda verir insana? Kabullenilmeyecek dert midir ki mutsuzluk? Beni boş ver, dünkü çocuk, sözümü sözden sayma ama bak Nietzsche'nin ilk akıl hocası Schopenhauer ne diyor.  "Doğuştan gelen bir kusurumuz var; hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz. Bu kusurumuzu gidermedikçe, dünya gözümüze çelişkilerle dolu bir yer görünecektir. Çünkü her adımımızda, ister büyük ister küçük bir şey yapmış olalım, dünyanın ve insan hayatının, mutlu bir yaşam sürdürmeye olanak verecek biçimde tasarlanmadığını anlayacağız. İşte bu yüzden bütün yaşlıların yüzlerinde aynı ifadeyi, yani düş kırıklığını görmek mümkündür." Düş kırıklığı iyi midir yani? Bunu mu istersin? Bir düşün, sırrı sır bu devrandaki tek amaç sadece mutlu olmak mı? Mutluluk güzeldir evet. Sahil kasabasına kırk yılda bir yağan ve damın üstünde tutan bir parmak kar gibidir. Öyle kıymetli. Ama çabuk erir. Uzun süren şey mutluluk değildir zaten. Tatlılı, pembeli rüyanın uzunu olur mu?

Tamam, illa kurtulacaksın bu musibetten, bir düşün, seni neler mutlu ediyor? Ne için koşacaksın bu maratonu? Uzaklaştıkça sevindiğin mutsuzluk startını hangi hedef için terk edeceksin? Hiç düşündün mü, belki de koşarken bastığın asfalttır yaşamın anlamı. Sen koşarken üstünden geçen kuştur, ayağınla yuvarladığın taş, gözüne giren tuzlu ter. “Mutsuzluğu tatmadan hep mutlu olmak istersin. Oysa nelerin seni mutsuz ettiğini bilmeden, nelerle mutlu olacağını nasıl bilebileceksin?” der Freud hocamız. Haksız mı? Hem ne zaman nerden geleceğini bilmediğin bir misafir için, ev sahibini örselemeye değer mi?

Mutluluk miskindir. Üzerine yapışan vıcık vıcık bir güneş yağı gibi güzel kokar, öyle güzeldir ki denize girmeyi istemezsin. “Yeni sürdüm” dersin, kokusu kaçmasın istersin. Oysa güneş şöyle yaksa bir tenini, acısa gerilmiş omuz başların bak nasıl da koşarsın suya. Ancak o zaman, sırtını verdiğin sudan gökyüzünün mavisini delen beyaz bulutları görürsün.  Serin bir nağme dökülür dilinden. Belki de söylediğin en güzel şarkı olur.

Tanrı mutlu olsaydı, bunca şeyi yaratır mıydı dersin? Kendine benzettiği insan mahlukatı yetinmeyi bilseydi, her gün her gün bir şeyler icat eder miydi? Peki ya bunca söz, bunca şarkı, görkemli resimler, sabırla yontulmuş heykeller? Arkasına yaslanıp, gözlerini deviren, mutluluktan gevşemiş bünyelerden mi çıktı dersin?

Lucius Annaeus Seneca, Romalıdır, düşünürdür, yazardır. Düşünmüş söylemiş, hak vermeden edemiyor insan: “Mutluluğun sağladığı iyi şeyler özlenmeye değer, mutsuzluğunkiler övülmeye değer…” Peki ya filozof Demokritus, “Kalabalıklar, mutsuzluk içinde bilgeleşir” derken mutsuzluğu sadece senin yaşadığın bireysel bir yük olmaktan çıkarıp topyekün toplumsal bir birlikteliğe taşımıyor mu?

Yapma güzel kardeşim. Utanma, mutsuz olmak suç değil. Kaçma, belki de denizin altından çıkacak Atlantis’e gebe mutsuzluğun. Ve beni rahat bırak. Yerme kardeşim. “Mutsuz olunacak ne var?” deme. Acıma, “Ah canım, neyin var?” deme. Akıl verme “Bak mutlu olmak lazım, üç günlük dünya.” deme. Ben seviyorum gerçek olanı. Boğulurcasına öksürürken nefes alamamak gibi, sıcak tarlalarda saatlerce çapa yaparken dudakların çatır çatır çatlaması gibi, bir bebeği doğururken tırnaklarını geçirdiğin çarşafı titreten acı gibi gerçek olanı seviyorum. Üstüne çul çaput geçirmeye ihtiyaç duymayan çırılçıplak halini seviyorum mutsuzluğun. Aşkından yanıp tutuşmasam da alıştım soğuk kollarına. Alışmak da sevmeye benzer ya hani. Bana ait, sana ait, büsbütün hayata ait bu duyguyla kol kola yürüdüğümüzü gördüğünde çok da kanıksamasın gözün. Birlikte biraz yürür olmadı dağ tepe dolaşır sonra usulca ve dostça ayrılırız.  Ardımızda ayaklarımızın bastığı yerlerde kim bilir ne izler kalır.

Son söz ise canımız Bukowski’nin olsun: “Mutlu olanların hepsi uyuyor şimdi, mutsuz olanlara selam olsun.”

Hande Çiğdemoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder