Katılımcı:
mavitoprak/Hande Çiğdemoğlu
Tarih: 26/05/2018
Kitap: Kuş
Sesleriyle Direnenler
Çağrışım:
“İyi roman nasıl olur?” sorusunu yanıtlayan pek
çok profesyonel cevap vardır eminim. Anlatım tekniği, kurgu, akıcılık vs.
Edebiyat dünyasında bu konuda söz söyleyecek onlarca yazar, eleştirmen, editör,
yayıncı, onların tumturaklı, teorik formüller içeren sözleri, teknikleri. Oysa
belki de yazar sadece okuru ile ilgilenir. Bir okuyucu için “İyi roman nedir?”
Bir okuyucu için iyi olan, diğeri için de iyi midir? Topyekûn herkese iyi gelen
bir roman var mıdır? Sorular uzar da uzar.
“Kuş
Sesleriyle Direnenler” kitabını elime aldığımda gergin olduğumu itiraf
etmeliyim. İlk kez daha önce tanış olduğum bir yazarın romanını okuyacaktım.
Yazıları, öyküleri bunun yanı sıra sohbeti zaten doyumsuzdu. Ama romanı?
Acelesi güneşin doğuşundan belli olan kalabalık
bir günün sabahı, birkaç sayfa okumak için elime aldığım romanın ilk çeyreği
bittiğinde, gün ilerlemiş, planladığım işlerin hiç birini yapamamıştım. Romandaki karakterlerle hızlı ve yakın bir
bağ kurmuş, kitabı elimden bırakmak zorunda olduğum zamanlar kitabın içinde
kaçırdığım bir şeyler oluyor telaşı ile huzursuzlanmıştım. Roman ilerledikçe
karakterler, mekânlar, düşünceler, olaylar beni büsbütün sarmaladı. Yaşadığım
günlük hayatın içine, hınzır bir koku gibi sızıverdi. Okurken gülümsedim,
kızdım, düşündüm, hayıflandım. Ve roman bittiğinde, kitabı bir süre elimde
tuttum. Ertesi sabah ise romanda olup bitenler artık belleğime nakşedilmişti.
Kendi adıma, bir okuyucu olarak “İyi roman nasıl olur?” sorusunun cevabı yerli
yerinde gülümseyerek oturuyordu.
Kuş Sesleriyle Direnenler, birkaç karakter ve
ustaca kurgulanmış olaylar zincirinden çok daha fazlası. Yusuf, Yılmaz, Pelin,
Mazhar, Yeliz ve diğerleri. Her biri birbirinden farklı karakterler. Duyguları,
merakları, istekleri ve hayalleri birbiriyle yakınlaşıyor, uzaklaşıyor, kavga
ediyor sonunda her biri kendi adına insan sorularını, zaaflarını, endişelerini
ve hayallerini yaşıyor. Bütün bu bireysellik içinde, içinde bulunduğumuz
ülkenin öğretilmiş, öğretilmemiş, uzaklaştırılmış ya da nasıl isteniyorsa öyle
gösterilmiş yakın tarihi olay kurgusunun içinde ayan beyan ortada duruyor.
Fatsa’ da, Gezi Parkı’ nda fabrikalarda dolaşırken aslında ülkenin yakın hem de
çok yakın tarihine devlet ve halkın öznesi olduğu, sosyolojik düşünce kurgusu
içinde bakıyoruz. Hiç düşünmediğimiz ya da düşünmeye niyet edip caydığımız
fikirler ve sorunlarla ilgili yerinde tespitlere hak verirken, ayakta kalmış
taşlar yerini buluyor. Çoğumuzun içinde kaybolduğu aymaz hallerin nedenlerini
keşfediyoruz. Bir ailede, iş yerinde,
kasabada, şehirde, ülkede yaşananların insanın kaybolmasına ya da keşfetmesine
nasıl neden olacağını anlıyoruz.
Akıcı ve yalın bir dil ile yerli yerinde kurgusu
ve olay bütünlüğü ile su gibi akan bir roman. Üzerinde düşünülecek ve yeni
düşünceler üretilecek pek çok temaya sahip. Daha önce romanını okumadığım için
hayıflandığım Sevgili Zafer Köse’ ye teşekkürlerimi, edebiyat dünyasına yeni
eserler hediye etmesini hevesle umduğum kalemine hürmetlerimi sunuyorum.
Hande Çiğdemoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder