Kuş Sesleriyle Direnenler - Figen Yamansoy - Sevdalım Hayat
Kuş Sesleriyle Direnenler - Figen Yamansoy

Kuş Sesleriyle Direnenler - Figen Yamansoy

Paylaş

Katılımcı : Figen Yamansoy

Tarih : 23.5.2018

Kitap : Kuş Sesleriyle Direnenler (Zafer Köse)

Tema : Geçmiş, bugün… Yaşamın ta kendisi aslında.

Konu : Direnişler, darbeler ve yaşam.

Anlatım : Okuyucuyu bulunduğu zamandan ve mekândan alıp götürüyor, takvim yaprakları arasında oradan oraya sürüklüyor. Sonra bir de bakıyorsunuz ki aslında sizi anlatıyor. Kimi acılara boğuyor, çokça da umutla dolduruyor.

Çağrışım :

UNUTMAMALI!
Anlıyorum ki, uğruna çırpınıp durduğum bütün o “isteklerim” aslında benim isteklerim değilmiş, istemem sağlanan şeylermiş. Ben doğmadan önceki hayatın sanki bana bir etkisi yokmuş gibi eğitilmişim. Daha bir kuşak önce etrafımda neler yaşandığından habersiz bırakılmışım. Çeşitli “doğru”lar, “hedef”ler, uğruna ömürler harcanacak “başarı”lar ezberletilmiş. “Özgürlük” anlayışları, “güzellik” gibi şeylerin tanımı, alternatiflerinden habersiz biçimde öğretilmiş. Bu yolla ne isteyeceğim belirlenmiş, hangi amaçların peşinden koşacağım kararlaştırılmış.”(S:216)

12 Eylül 1980… Biz çocuklar için radyoda ve televizyonda okunan bildiri, sokağa çıkma yasağı, boş sokaklarda bisiklete binmek, oynamak ve polislerden kaçmak demekti o zaman. Oyundu, eğlenceydi. Bir de dükkânlar ve işyerlerine asılan o portre! O zaman TOMA, gaz fişeği var mıydı? Bilmiyorum. Olsaydı… Sokak başında başımdan vurulabilirdim ekmek almaya giderken, cebimdeki misketlerim kana bulanırdı… Bir ara sokakta, dövülerek öldürülebilirdi biri henüz on dokuz yaşında. Oyun içinde oyundu her şey ve hiç biri oyun değildi!

Zafer Köse, Kuş Sesleriyle Direnenler’ de; Fatsa Direnişine, 12 Eylül’e ve Gezi Direnişine uzanan bir yolculuğa çıkarıyor okuyucusunu. Bu yolculuğu genç bir çiftin yaşamından kurgulayarak elimizden bırakamayacağımız bir kitap ortaya çıkarmış.

Darbelerin ülkemizi, toplumu ne hale getirdiği açık, görebilene! O kadar çok şey yaşandı ve yaşanıyor ki… Bazen anımsamakta zorlanıyor insan bazen de düş mü gerçek mi ikileminde kalıyor. Ancak, ta çocukken yüreğimize yerleşen acıyı halen hissediyoruz çoğumuz. Bir öykü de benim yaşam hikâyemden.

Babam bir akşam malulen emekli olmaya karar vererek gelmişti eve. Oysa ne kadar severdi işini, coşkuyla yapardı. Ertesi gün de emeklilik dilekçesini verdi. O günün tarihi 11 Eylül 1980. Çocukça bir sevinçle karşılamıştım bu haberi. Artık babam işe gitmeyecekti. Daha çok söyleşecek, şarkılar söyleyebilecektik. Ancak babamın ve annemin yüzünde anlam veremediğim bir hüzün ve korku vardı. Nereden bilebilirdim ki bu kararın nedeninin silahlı bazı “adam”ların babamın odasını basarak onu kendi çıkarları doğrultusunda çalışmaya zorlamaları olduğunu. Oysa o, kimseyi ötekileştirmeden, -politik bir görüşü olduğu halde- herkese eşit mesafede durmaya çalışarak görevini yapmak istiyordu. Günümüzde çalışmaya başlama yaşı olan otuz beş yaşında emekli oldu benim babam. Ve benim iki yıl önce geçtiğim bir yaşta, kırk yedi yaşında da veda etti yaşama. O adamlar hala yaşıyor mu? Çocuklarıyla şarkılar, türküler söylediler, onların evlenmelerini gördüler, torunlarını sevdiler mi? Benim babam göremedi… Biz geride kalanlar için de pek çok şey eksik kaldı yaşamda. Neden?...

Eksik kalan bir şey de politika oldu biz darbe çocuklarının yaşamında. Pek çoğumuz uzak durduk, uzak tutulduk. Çünkü politika demek acı demekti, en azından bizim için. Ancak, politik olmak taraf olmak değildi, olmamalıydı. Kişilerin görüşleri, düşünceleri ve toplumun özgür renkleri olmalıydı. Olamadı…

Ve ben de on yıl önce yirmi bir yıllık meslek yaşamıma son verdim, benzer nedenlerle. Bu kez silah yoktu belki ama insanlar her şekilde yıldırmayı başarabiliyorlardı. Hırs, öfke, sahtelik, sevgisizlik, ötekileştirme, düzen bozukluğu… Ne o zaman ne otuz üç yıl sonrasında ne de bugün bitmedi…

Bitmeli! Nefretin yerini sevgi, silah seslerinin yerini kuş sesleri almalı. Annelerin içinde gizlenen Cennet uyanmalı. Yılmaz’lar çoğalmalı. Unutmamalı hiçbir şeyi.

Hiç bitmesin istedim Kuş Sesleriyle Direnenler. Diledim ki onların hikâyesinde tanıdığım güzel insanlar çoğalsın. Ben yeni tanımışken Terzi Fikri’yi Can Yücel bakın neler söylemiş:

Terzi Fikri öyle bir giysi dikti ki Fatsa’ya
O Gürcü öyle bir gürledi ki arkadaşlarıyla
Noktalar, noktalı virgüller, askeri operasyonlar
Kimseler çıkaramaz Fatsa’nın sırtından!
Emek hakkının sımsıcak çıplaklığını

Son satırları yavaş yavaş okuyup kitabı kapattım ve gökyüzüne baktım. Yağmaya hazırlanan bulutlara selam verdim. Kendine korunak arayan kuşa “Merhaba arkadaş” diye seslendim. Sonra bardaktan boşanırcasına yağan yağmurda ıslandım. İstedim ki yaşamın bütün acıları yıkanıp gitsin üzerimden, benliğimden. Yağmurda yıkanan ağaçlar gibi… Yıkansın kin, nefret, öfke, tüm kötülükler… Yaşadıklarımız geçerken gözlerimin önünden Ataol Behramoğlu seslendi bu kez içimden içime…

   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
   Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
   Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği

   İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
   Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
   Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
   Kopmaz kökler salmaktır oraya

   Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
   Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
   Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
   Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin

   İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
   Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına

   İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
   Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına

   Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
   Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
   Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
   Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın

   Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
   Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
   Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
   Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı

   Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
   Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene karışırcasına   
   Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
   Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana

Figen Yamansoy

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder