Dünyanın en berbat duygusudur can sıkıntısı.
Üzülmekten, ağlamaktan, acı çekmekten bile beterdir. Söylemesi kolay, başa
çıkılması zor bu iki kelime, huzursuzluk ve mutsuzluğu peşine takıp gelir.
Can sıkıntısı denilen habis ur, insan bünyesine
çocuklukta girer. Bir kenarda sessiz, suratı asık oturan çocuklar vardır.
Onların çoğu kez bir şeye kızmış ya da incinmiş oldukları düşünülür. Oysa
yüksek ihtimalle canları sıkılıyordur. Küstüğü ya da kızdığı şey, aslında can
sıkıntısının ta kendisidir. Çocuk, baş edemediği bu güçlü duygu karşısında
çaresizdir. Kenara çekilip kendisini ele geçiren canavarın gitmesini
beklemekten başka yapacağı bir şey kalmamıştır. Çünkü oyuncaklarıyla oynamış,
boya kalemleriyle resim yapmış, çizgi film izlemiş, abur cubur yemiş hatta
yaramazlık denilen o eğlenceli şeyleri bile yapmıştır. Artık canı sıkılıyordur
ve ne yazık ki bu duygu, diğerleri gibi hemen geçmiyordur.
Küskün çocuk büyür, ergen olur. Tıpkı boyu posu
gibi can sıkıntısı da onunla büyür, gelişir. Genç insan, okula gider,
arkadaşlarıyla gezer, ders çalışır, günlük yazar, müzik dinler, bisiklet sürer,
giyinir-soyunur, sürer-çıkarır. Ama can sıkıntısı bünyesine sızıp orada yaşayan
bir organizma haline geldiyse, en eğlenceli şeylerin bile ömrü kısacık kalır.
Can sıkıntısı sabırsızdır. Bir an önce onu oyalayan şey her neyse, onun yerini
almak için didinir. Bu ilk gençlik
dönemlerinde, umutsuzluk, isyankârlık, bilinmez karşısında önüne geçilemeyen
merak ve öfke gibi duyguların yoğunluğu kimi zaman intiharı bile düşündürtür.
“Çok sıkıldım, bitse de gitsek” haykırışları, içerideki küskünlükle de
birleşince, derin bir ölme arzusuna sebep olur. Çünkü bilinmezlerle dolu bu
kavram, belki can sıkıntısına çare olacaktır. Kimi zaman inanç, kimi zaman sevgi,
kimi zaman ise cesaretsizlik baskın gelir, bu tehlikeli düşünceden sağ salim
çıkılır.
Artık genç bir insan olunmuştur. Bu dönemde de
durum farklı değildir. Okulda derslerde sıkılınır, sınavlardan vaktinden önce
çıkılır, eve erken gelinir, gelir gelmez dışarı çıkmak istenir, çıkılamıyorsa
evde yapılacak bir şeyler aranır. Ne yapılırsa yapılsın, bunlardan alınan haz
hemen biter, can sıkıntısı başlar. Ergenlik döneminin buhranı sona erdiği için
en azından yakın gelecekle ilgili hayaller kurulur, planlar yapılır. Ama bunlar
da, can sıkıntısı denilen habis urun yerleştiği bünyeyi çok az oyalayacaktır.
Neyse ki zaman çabuk ilerler. Yetişkin
olunmuştur. İşler güçler başlar, kariyer basamakları bir bir çıkılır. Can
sıkıntısı mustariplerine iş yerleri de çekilmez gelir kimi zaman. Öğle tatili
beklenir, mesainin bitmesi beklenir. Resmi tatiller ya da olmadı yıllık izin
beklenir. İşten çıkılır ama can sıkıntısından kaçılamaz. Böyle zamanların en
iyi ilacı ise yorgunluktur. Aslında sorumluluklar sıkıntıyı biraz giderir ama
bunlar genelde eli çabuk insanlardır; bir an önce işlerini tamamlar,
sorumluluklarını hızlıca yerine getirir. Tüm gün hayalini kurduğu saat
gelmiştir artık! İstediği kitabı okuyabilir, o en sevdiği müzik CD’sini
dinleyebilir, ya da ne zamandır izlemek istediği filmi açabilir. Ama önce bir
çay yapılır, yok kahve daha iyi, ı ıh önce bi duş alınır. Film mi açılsa,
kitaba devam mı edilse derken saat ilerler. Hangisinde karar kılmışsa, aklı
diğerinde kalır. Hepsine parça parça dokunulduğu için hiçbiri zevk vermez ve
kadim dost gelir yanı başına, çöreklenir. Can sıkıntısı!
Bu insan, eğer bir işe sahip değilse vay onun
haline! En kötüsü de budur. Zaman bol, yapılması gereken iş sayısı az ise
cehennem hayatı başlar. Çünkü ne zaman yataktan kalkılsa da olur, ne işe
başlanılsa da yetişir. Yapılan her ne ise, takdir görmez, yapana ve
etrafındakilere bir şey katmaz ya da insan öyle hisseder. Bir süre sonra
zorlama heyecanlar da kaybolur. Hareketler yavaşlar, istek azalır, heves kaçar.
Can sıkıntısı elbette bakidir, hatta hayatının her bir alanını kaplayacak kadar
da genişlemiştir. Vücut yorulmadığı için kitap okumak, resim yapmak, müzik
dinlemek gibi daha önceden kişiye zevk veren şeyler de anlamsızlaşmıştır.
Can sıkıntısının en iyi ilaçlarından biri de
uykudur. İşsiz güçsüz ve gailesiz kalmış insanlar en çok uykuya kaçarlar. Çünkü
uyku, bilinçle birlikte can sıkıntısının rafa kaldırılmış halidir. Ki rüya
denilen mucizevi dünyadan içeri can sıkıntısı denilen o canavar giremez.
Rüyalarda yenilip içilemediği, düşülüp ölünmediği, koklayıp içine çekilmediği
gibi can sıkıntısı da olmaz. Ne yazık ki bu insanların çilesi bitmemiştir ki
çoğunlukla uykusuzluk sorunu yaşarlar. Can sıkıntısı denilen huysuz çocuk, gün
ışığıyla az çok oyalanır. Ama gece acımasızdır. Hele de gecenin körü olarak
tabir edilen 3.00 suları aşıldıysa ki o vakte kadar zaten akla gelen her şey
yapılmıştır. Ama uykunun da sinsi bir tarafı vardır. Can sıkıntısıyla pazarlık
yapmıştır ve kapılarını olabildiğince geç açar. Delilik denilen sınır, o saatlerden
uykuya huzursuzca geçene kadar olan bölümde çizilmiştir. Çok tehlikelidir.
Ergenlikteki intihar eğiliminden bile tehlikelidir, çünkü gerçekleşmesi daha
olasıdır.
Zamanla psikolojik sorunlara yol açan, belki de
başından beri zaten psikolojik bir sorun olan bu durum, halk tabiriyle insanı
yaşamaktan soğutur, erken yaşlandırır. Bu dertten mustarip insanlar, dertlerini
tam olarak anlatıp paylaşamadıkları, paylaşsalar da anlaşılamayıp kabul
görmedikleri için huysuz, hırçın ve öfkeli olurlar. Çünkü dünyada bunca dert
varken canı sıkıldığı için mutsuz olanlar, çoğu kez şımarıklıkla suçlanabilir.
Küskün ve yalnız hisseden can sıkıntısı
mağdurları, genelde bir maddeye bağımlıdırlar. Bu naneli şeker ya da kakaolu
bir bisküvi bile olabilir. E, birçoğu fazla kiloludur. Çünkü bir şeyler yemek,
beslenmekten çok, can sıkıntısını gidermek üzere yapılan bir eylem haline
gelmiştir. Tıpkı psikolojileri gibi bedenleri de sağlıksızdır. Can sıkıntısının
harap ettiği beyin, vücudun normal işleyişine engel olur. Huzurlu ve dingin
insanlar gibi sağlıklı değillerdir. Tehlikesi ve tedavisi olmayan kronik
hastalıkları ve mütemadiyen çektikleri ağrıları vardır.
Pek çok konuda yeteneklidirler ancak hiçbirine
tam olarak bağlanamadıkları, daha doğrusu kısa sürede sıkıldıkları için
hiçbirini geliştiremezler. Bir yerde fazla oturamazlar, bir işi uzun süre
yapamazlar. Bu yüzden elleri çabuktur. Sorunlara çabuk ve pratik çözümler
bulurlar. Çabuk sıkılacaklarını bildikleri için hızlı ve planlı hareket
ederler. Hedefleri sürekli yenilenir. Tez canlılıkları, huzursuzluğa ve
rahatsızlığa evrilir. Çünkü akılları hep bir sonra yapacakları iştedir. O
yüzden hiçbir iş ellerinde uzun süre kalmaz. Buna rağmen kariyerleri genelde
kesintiye uğramış ya da yarım kalmıştır.
Çünkü sebat etmeyi bilmezler farklı alanların peşinde koşarlar.
Can sıkıntısı mağdurları, diğer insanların fark
etmedikleri ayrıntıları fark eder, dert etmedikleri sorunları dert eder. Çünkü
sıkılganlıkları, onları dünyaya geniş bir yelpazeden bakmayı, farklı şeylerin
peşinde koşmayı öğretmiştir. Onlar için bir kuş, düşlenecek mitolojik bir obje,
bir otomobil plakası, sayısal bir algoritma, bir film, sadece yardımcı
karakterin hayatı olabilir. Kışın gelmesi onları uykusuz bir gecenin
doğmasından korkar gibi korkutabilir, içilen bir kahvenin bitmesi, bir daha
asla içilemeyeceğini düşündürebilir, bir dostun söylerken fark etmediği alelade
bir söz, asırlık bir küskünlüğe yol açabilir, sevgilinin pervasız bir hareketi
yakıcı bir öfkeye yol açabilir.
Nitekim bünyesine can sıkıntısı denilen habis
urun yerleştiği insanlar zor bir hayat sürer. Etrafınızda canı sıkılan bir
çocuk görürseniz başını okşayın, belki bilmediği bir oyun biliyorsunuzdur…
Hande
Çiğdemoğlu
hande.cigdemoglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder