Bazen yangında ilk yakılması
gereken ailedir. Bu bazen çok sevgiden olur, bazen şiddetli nefretten.
"Depremde ölürsem çocuklarımla öleyim, annesiz kalmasınlar" diyen
anneyi de anlıyorum, "Allah’ım, babam ölsün!” diye dua eden çocuğu da.
Kötü davranan, ezen, kullanan aile üyeleri.
Çocuk ailenin içine doğar. Güven temeli orada atılır. Sana en büyük kötülüğü seni
dünyaya getiren insanlar yapıyor, düşünsene. Sen dünyayı onlarla tanıyorsun ve
onlar yüzünden daha iyi bir yaşam hayal edemiyorsun. Onların çemberinden çıkmak
neredeyse imkânsız oluyor.
Aileye tepki göstermek zordur. Yılanın gömleğini çıkarması, kelebeğin kozasını
yırtması gibi zor. Ve öylesine hayati. Bazen vazgeçilmesi gereken ilk şey ailedir,
kanatlanıp uçabilmek için.
Üniversitede bir erkek arkadaşımın babası kot pantolon giymesine izin vermezmiş.
Tüm gençlerin kot pantolon giydiği üniversite yaşamında, babasından gizli
giymek üzere bol bir kot pantolon almıştı. Memlekete giderken kumaş olanı giyerdi.
Sonra sevdiği kızla da evlenmesine karşı çıktılar, "giyim kuşamı"
onlara uymadığı için. Arkadaşım ailesine olan tepkisini en sonunda gösterebildi:
Ataerkil ve kırsal bir ailede evlenmeyen bir erkek çocuğu olarak yaşadı Çevresini
her şeyden çok önemseyen babası için bu çok zor olmuştur diye düşünüyorum.
Aileye bakmak kültürümüzde de önemlidir. Vicdani bir görevdir. Öyle de olmalıdır.
Peki ya sömüren ve sömürmekten bıkmayan, gocunmayan alkolik babalar, takıntılı ve her
şeye müdahale eden anneler, zorba kardeşler? Kardeşlere katılan,
belki taban tabana zıt hayatlar sürdüğünüz yeni aile üyeleri? Yengeler, enişteler,
eltiler, baldızlar… Nereye kadar vicdani sorumluluğunuz var?
3 çocuk annesi 40 yaşındaki arkadaşım, “Bıktım babama kredi çekmekten, eşime
yüzüm yok artık! Sürekli ben büyüttüm, ben okuttum seni diyor. Artık vicdan
azabı duymaz oldum. Borcum bitmedi mi benim daha ya!” diye sitem etti geçen
gün.
Bir anneannenin fedakarlık yaparak çok sevdiği torununa bakması kadar, yorgun
bir anneannenin de torununa bakmama, yaşlı
vücudunu ve ruhunu dinlendirme özgürlüğü yok mudur? Bu sadece kendi alanına özgürlük
istemektir. Görevler bir yere kadar, ama sonrası? Aile üyeliğinin insanı ezen bir
yüke dönüşmesi?
Hepimizin bir dokunulmaz
alanı var, olmalı. Oraya en yakınlarımız bile kapıyı çalarak girmeli.
Bir şarkıcımızı hatırlıyorum. Gazeteler “babasına bakmıyor” diye günlerce haber
yapmıştı. Adını "hayırsız evlat"a çıkarmışlardı. Genç kızın
kameralara kızgın bakan yüzünü, sonra bu vicdani yükle ve büyük ihtimalle
nefret ettiği babasının tekrar tekrar hatırlatılmasıyla bir programda kendini
kaybedip hüngür hüngür ağlamasını hatırlıyorum. İnsanlara bunu neden yapıyoruz?
Bu mahalle baskısı, bu klişeleşmiş, baskı haline getirilmiş zorunluluklar neden?
Babasıyla arasında neler yaşandığını biliyor muyuz? Sonradan öğrendiğimize göre
zaten çocukluğundan beri babasını hiç görmemiş, onu annesi ve anneannesi büyütmüş.
Babasıyla ilgili tek hatırladığı, kavga gürültü…
Medya, bir politik kişiyi kötüleyeceği zaman onda bir kusur bulamazsa, hemen
onun ailesini kurcalamaya, eksik taraflarını bulmaya çalışıyor. Toplumun içine
nakşolmuş "mahalle baskısına” hitap ediyor. Oysa kimseyi, bambaşka
hayatlar yaşadığı kardeşleri ya da ölmüş dedeleriyle yargılayamayız. Atasözümüz
vardır, “Allah kardeşi kardeş yaratmış, kesesini ayrı yaratmış.”
İnsan olarak doğru yerde "bana ne" demeliyiz. Başkalarının özel
hayatı söz konusu olduğunda.
Asiye Açar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder