Herkes köyüne geri döner. Dağlı taşlı, denizli
ırmaklı, tozlu kumlu fark etmez. Dünyaya gelip, aklın yetişkinliğe yol aldığı
zamanları nerede geçirdiyseniz köyünüz orasıdır. Anneniz komşuya nasıl
davrandıysa, babanız bakkala neler dediyse, sokaktaki kediler nasıl doydu,
kırlangıçlar nereye yuva yaptıysa köyünüz orasıdır.
İlk gençliğin asi rüzgârları ile savrulursunuz
önceleri. Kaçmak kurtulmak istersiniz buralardan. Çünkü gökyüzü sıkıcı, toprak
kuru, taşlar serttir. Henüz gidilmemiş yerlerin pırıltısı, sahip olunan her
şeyin üstünü örter. Gidenler ne kadar mutlu, kalanlar ne kadar aptaldır. Zaten
etraftaki insanlar, komşular, ahbaplar, akrabalar hepsi eskidir. Doğduğunuzdan
beri var olan bu insanların sözlerini, kahkahalarını, kaş çatmalarını adınız
gibi bilirsiniz. Çıkmaz sokaklar, köşe başlarındaki ağaçlar, hatta kırık kaldırım
taşları bile ezberinizdedir. Her şey bilindik ve sıkıcıdır. Öyle gelir insana.
Sonra gidilir. Okul, askerlik, iş, tayin gibi sebeplerle ya da sadece gitmek
için gidilir.
Gidilen yerlerin en yakını bile köyünüzden
uzaktır. Başlarda her şey yeni ve heyecan vericidir. Zamanla, zaten hep
sizinleymiş gibi hissedeceğiniz insanlar, sokaklar, alışkanlıklar girer
hayatınıza. Gençlik biter, yetişkinlik yokuş aşağı freni boşalmış bir araba
gibi hızla ilerler. Hayatınızda yer edinen her şey, etrafınızı köksüz
sarmaşıklar gibi sarmıştır. Öyle ki, kimi zaman bir köyünüz olduğunu bile
unutursunuz. Yoğunsunuzdur, işler güçler yetişmiyordur, nefes alacak zaman bile
yoktur. Hayat, sizi önüne katmış deli bir beygir gibi koşuyordur.
Bir sabah güneş, üzerinize köyünüzdeki gibi
doğar. Taze ve umutlu sabahları anımsatan bir ışıktır bu. Ya da bir koku
duyarsınız, arka bahçelerdeki ikindi yazlarının huzurudur duyumsadığınız. Zaten
ne zamandır anneniz gibi salata yapıyor, babanızın gün yüzü görmemiş
deyimlerini kullanıyorsunuzdur. Sokakta
ne zaman öğrendiğinizi hatırlamadığınız tekerlemeleri, kağıttan tuzluk yapmayı,
sakızdan iç içe balon şişirmeyi çocuğunuza öğretirsiniz. Kandillerde burnunuza
helva, yılbaşlarında patlamış mısır kokusu gelir. Bazen kulağınız habersiz
çalan kapı zili ile çınlar, gelen misafirlere demliklerde tekrar tekrar çay
demlenir. Uykusuz gecelerde, gözünüze uyku yürüsün diye hayal ettiğiniz şeyler
hep köyünüze aittir. Sırtı sert bir ağaç, mavisi coşkulu bir gökyüzü, dalgası
köpüklü bir deniz… Kimi geceler kulağınıza bozacının sesi gelir. Kimi sabahlar
dilinize komşu teyzenin türküsü takılır.
Önceleri umursamadığınız şeyler gözünüze batar,
canınızı sıkar. Otobüste birbirine “günaydın” demeyen, sokakta kıyamet kopsa da
kılını kıpırdatmayan, balkonuna kuşlar için buğday koymayan, komşusunun değil
adını, yüzünü bile bilmeyen insanlara tahammül edemezsiniz. Perdeleri sıkı
sıkıya kapalı evlerde hiçbir komşunun tabağı yoktur artık. Zaten o evlerin
pencerelerinden ne adam akıllı güneş görünür, ne yıldızlar. Mevsimlerin
değiştiğini ağaç dallarından değil takvimlerden öğrendiğiniz zamanlara denk
gelir köyünüze özlem.
Hayat devam ederken, içinde bulunduğunuz
dünyanın yavan geldiği bir zaman mutlaka gelir. Size ait olduğunu düşündüğünüz
şeyler yabancılaşır. Gözünüzü açtığınızda gördüğünüz, öğrendiğiniz, alıştığınız
her şey sizi kendine çeker. Siz köyünüzden uzaklaşıp yol almışsınızdır ama
alışkanlıklarınız, öğretileriniz, bağlılıklarınız da sizinle heybenizde
gelmiştir. Yıllarca yanınızda taşıdığınızı fark etmediğiniz her şey, gün yüzüne
çıkar. Ve bir gün herkes köyüne geri döner.
Hande
Çiğdemoğlu
hande.cigdemoglu@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder