Bütün Yollar Roma'ya Çıkar ! - Yeşim Yeşiloğlu - Sevdalım Hayat
Bütün Yollar Roma'ya Çıkar ! - Yeşim Yeşiloğlu

Bütün Yollar Roma'ya Çıkar ! - Yeşim Yeşiloğlu

Paylaş

Sabiha Gökçen Havaalanı'ndan, Roma şehir merkezine karayolu ile 40 dakika kadar uzakta olan "Aeroporti di Roma Fiumicino"na bir diğer adıyla Leonardo da Vinci hava alanına saat 15.30 civarı inmiş olsam da aradaki saat farkı sayesinde 2 saat kazanç ile hava alanından çıktım. Her ne kadar hava limanından tren ile Roma Termini'ye gitmek daha kısa süreli olsa da panoramik bir şehir turu için hava alanının önünden kalkan otobüslerle Termini'ye geçmeye karar verdim. 6 Euro ile bindiğim otobüs ile şehir içinden yolculukla nihayetinde Termini'ye ulaştım.

Termini'ye yakın otelime bavulu bırakıp adım adım Roma gezime başladım. Önce Termini'nin biraz ilerisindeki Piazza della Repubblica'ya ilerledim.


Meydanda biraz dolaşıp etrafı tanımaya başlarken Roma'daki ilk kilise ziyaretimi Santa Maria degli Angeli'ye gerçekleştirdim. Bazilikalarda karşılaşacağım sanat eserlerinin ve üzerimde bırakacakları etkinin ilk işaretini bu ziyaretimde gördüm.


Santa Maria Del Angeli'yi gezdikten sonra beni Trevi ve Spagna'ya götürecek Via Nazionale'den devam ediyorum.

Pek çok yemek ve alışveriş seçeneğinin yanı sıra pek çok kilisenin de yer aldığı Via Nazionale'den devam ederken karşıma Palazzo delle Esposizioni çıktı. Gecenin karanlığında değişik sergileri ile sanata kucak açan Esposizioni'nin önünde biraz durdum ve yeniden yabancı topraklarda dilini anlamadığım insanların arasında aslında ne kadar kolay bir ortak dil bulanabileceğini düşündüm: Sanat...Bir tablo, bazen yaratıcısının  dünyaya söylemek istediği ama kelimelere dökemediği her şeyi anlatan bir kitap bazen de kendisini anlamasına yardımcı olacak içerisindeki karanlığa ışık olacak bir meşale. Esposizioni size bunları sunmak için bekleyen, vaat ettiği şeylerin hissettireceği o duygu karmaşasını dışarıdan da size hissettiren bir bina.


İhtişamına dışarıdan şahit olduğum Esposizioni'yi geçtik ve yoluma devam ettim. İtalya'nın taşlarla kaplı geniş caddelerini, nizami sıralanmış binalarını, İtalya moda haftasını aratmayan tarzları ile İtalyanları izleyerek yürüdüm. Kimi zaman kahkahaları ile caddeyi inleten bir genç grubu kimi zaman birbirine aşkla bakan bir çift kimi zaman elinde bir makine ile fotoğraf çeken bir turist, İstanbul'un kozmopolit yapısını aratmayan birbirinden farklı insanlar. Hepsini nefes gibi çektim içime asıl hedefime devam ederken adım adım geldim Ligo Magnanapoli'ye.

Via XXIV Maggio'dan yukarı doğru çıkmaya başladım ve muhteşem bir meydana ulaştım: Palazzo del Quirinale. İtalya cumhurbaşkanının üç resmi ikametgahından biri Quirinal Palace'ın bulunduğu bu meydanda Fountain Monte Cavallo'nun başında soluklandım ve sarayın kapısında nöbet tutan askerlerin görev değişim seremonisini izledim.


Cumhurbaşkanına ait bu ikametgahı sadece bir polis arabası ile 4 askerin koruyor olması şaşırttı ama aynı zamanda sevindirdi. Kendisini dünyanın merkezi görmeyen siyasetçilerin olmaması umut verici. Elbette bu gücü ona vermeyen, ona kim olduğunu unutturmayan halkı unutmamak gerek. Tam da gezimin son bulduğu haftasonunda yapılan referandumda "tek adam" rejimine hayır demiş olmaları bu konuda fikirlerinin değişmediğini gösterdi. Neyse merdivenleri inelim hadi...


Merdivenlerden indim ve en başından beri heyecanla görmeyi beklediğim yere ulaştım sonunda ... Trevi...


Biz Türklerin "Aşk Çeşmesi" olarak adlandırdığı Trevi esasında "Üçyol" anlamına geliyor. Her daim umut etmeyi, efsane olsalar da o efsanelere inanmayı ve dileklerini iletmeyi seçen bir halkın bu çeşmeye Aşk Çeşmesi demesi şaşırtıcı değil elbette.

İnanışa göre sağ elle sol omuz üzerinden havuza atılan para  havuza düşerse bu Roma'ya tekrar geleceğimizin işareti. Pazar akşamı olması dolayısıyla epey kalabalık olan çeşmede kendime yol açtım ve ben de herkes gibi paramı attım.


Denizden çıkan atlar, deniz kabuğundan bir at arabası ve denizler tanrısı Poseidon.
4 günlük  Roma gezisinde tam 4 kez geldiğim en huzur verici yer,
Kalabalığın her geçen gün azaldığı, her geçen gün biraz daha tanıdık gelen Trevi,
Umudun her daim devam etmesi gerektiğini, insanların umut etmeden yaşayamayacağını hatırlatan Trevi,
Yüzlerce insan içerisinde dahi yalnızlık hissedebilirken yalnızlığını seninle paylaşan, yalnızlık içerisinde dinginlik bulabildiğin, sesiyle tüm karmaşayı sonlandıran Trevi...


Tüm gezdiğim tarih kokan kiliselere, müzelere, meydanlara rağmen Roma'nın esas kalbi Trevi'de saatlerce oturdum. Ölümü düşündüm hayatın değerini bir kez daha anlamak için. Çünkü ne kadar uzakta olsak da biz yaşamın ölüme karşı her daim ilk rauntta mağlup olduğu, Azrail'in her gün uğradığı bir coğrafyanın çocuklarıyız. Ülkesini sevmek için yaşaması gerektiğini bilen, gençleri ölüme teslim edip ebedi yaşama kavuşacağını sanan vampirlere karşı mücadele eden insanların, gerçek Supermanlerin olduğu coğrafyanın çocuklarıyız. O yüzden acı çeksek de gülmeye de devam edeceğiz hayatı yaşamaya da o yüzden Salute Comandante ! 


Trevi'den ayrılmak zor gelse de daha gezip göreceğim çok yer var. Gitmeden önce Trevi'nin hemen karşısında yer alan kiliseye uğradım. Roma'nın her yanı kilise, tıpkı bizdeki camiler misali. Ve yine bizdekilerde olduğu üzere çoğu boş. Devam eden kilise ziyaretlerimde her defasında ilk akla gelen soru; bir kilise neden her şey için "bağış" ister? Mum yakmak istersen bağış, papanın fotoğrafını mı istiyorsun bağış, günah mı çıkaracaksın bağış... Arkadaş Ortaçağ'da cenneti satarsın, günahlarını bağışlamak için para istersin de bu zamanda hala neden para istiyorsun ya? Vatikan dünyanın en zengin 10. ülkesiyken, Vatikan'ın vereceği parayla da rahatça giderlerini karşılayabileceği açıkken bir kilise neden her şey için bağış ister?


Tanrının evinin önünde oturan dilencinin senden yardım beklemesi cevabı veriyor aslında. Kilise sana "umut" vaat ediyor, karşılığında da paranı istiyor işte :) Neyse din-para ilişkisine çok takılmadan devam edelim, mum yakmasam da olur.

Trevi'den ayrıldım ve İspanyol Merdivenleri'ne (Spagna) doğru yürümeye başladım. Akşam saatleri, hava erken kararıyor, soğuk, puslu ama insan kalabalığı tükenmek bilmiyor. Şaşırtıcı olan bu kadar insan kalabalığı arasında şehri dinlemek hiç zor değil. Her adım her saniye şehirle konuşabilir, dertleşebilirsin. O yüzden tebessüm eksik değil yüzümde, yalnızlık da yük olmuyor omuzlarda. Via Due Macelli'den devam ettim ve bir ucu Piazza Mignanelli bir ucu Piazza di Spagna geldim sonunda.
Her meydanda bir simge heykel, Spagna'da da var tabi: Collonna Dell'immacolata Concezione.


Biraz ötede Fontana della Barcaccia. Ne güzel kayık şeklinde çeşme yapmışlar diye etkilendim, dönünce öğreniyorum ki esasında 1598 yılındaki su baskınına bir gönderme canım heykel.  Rivayete göre 1598'da Tiber Nehri'nin taşması ile oluşan sel sonrası Piazza di Spagna 1 metre su altında kalır, sular çekildiğinde ise meydanda selin getirdiği küçük bir gemi kalır. Bu gemi efsanesi üzerine de meydana içinde kayık olan bir çeşme yapılır. Roma'nın heykellerinin babası kimdir deseler cevabı Gian Lorenzo Bernini diye cevaplayacaklar sanırım. Bu heykeli de Lorenzo Bernini ile babası Pietro Bernini yapmış.


Biraz bakınıyorum, 10 saniye falan kalıyorum ve sağıma dönüyorum, işte ünlü İspanyol Merdivenleri...


Hava buz kesiyor zaman geçtikçe, ama kimsenin umrunda değil. Bir kaç ay önce yayınlanan bir haberde merdivenlerde yeme-içme, "yayılma" yani her şeyin yasak olduğu söylenmişti. Neyse ki haberin aslı astarı yok, isteyen istediğini yapıyor :) Biraz oturdum, sonra çıktım yukarı. Biraz da biz yukarıdan bakalım aşağılara, ama ezmek için değil be. Trinita Dei Monti Kilisesinin avlusuna ulaşıyorum merdivenlerin sonunda. Buradan hem İspanyol Merdivenlerini hem de lüks alışveriş caddelerini görmek mümkün.




Biraz daha izliyorum etrafı, bir daha gelmeyeceğimi biliyorum aslında. Ondan sanırım bu uzun duruş, neyse hadi aşağı inelim yolumuza devam edelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder