Sabiha Gökçen Havaalanı'ndan, Roma şehir
merkezine karayolu ile 40 dakika kadar uzakta olan "Aeroporti di Roma
Fiumicino"na bir diğer adıyla Leonardo da Vinci hava alanına saat 15.30
civarı inmiş olsam da aradaki saat farkı sayesinde 2 saat kazanç ile hava
alanından çıktım. Her ne kadar hava limanından tren ile Roma Termini'ye gitmek
daha kısa süreli olsa da panoramik bir şehir turu için hava alanının önünden
kalkan otobüslerle Termini'ye geçmeye karar verdim. 6 Euro ile bindiğim otobüs ile şehir içinden yolculukla nihayetinde Termini'ye ulaştım.
Termini'ye yakın otelime bavulu bırakıp adım
adım Roma gezime başladım. Önce Termini'nin biraz ilerisindeki Piazza della
Repubblica'ya ilerledim.
Meydanda biraz dolaşıp etrafı tanımaya başlarken Roma'daki ilk kilise ziyaretimi Santa Maria degli Angeli'ye gerçekleştirdim. Bazilikalarda karşılaşacağım sanat eserlerinin
ve üzerimde bırakacakları etkinin ilk işaretini bu ziyaretimde gördüm.
Santa Maria Del Angeli'yi gezdikten sonra beni Trevi ve Spagna'ya götürecek Via Nazionale'den devam ediyorum.
Pek çok yemek ve alışveriş seçeneğinin yanı sıra pek çok kilisenin de yer
aldığı Via Nazionale'den devam ederken karşıma Palazzo delle Esposizioni
çıktı. Gecenin
karanlığında değişik sergileri ile sanata kucak açan Esposizioni'nin
önünde biraz durdum ve yeniden yabancı topraklarda dilini anlamadığım insanların arasında aslında ne kadar kolay bir ortak dil bulanabileceğini
düşündüm: Sanat...Bir tablo, bazen yaratıcısının dünyaya söylemek
istediği ama kelimelere dökemediği her şeyi anlatan bir kitap bazen de
kendisini anlamasına yardımcı olacak içerisindeki karanlığa ışık olacak bir
meşale. Esposizioni size bunları sunmak için bekleyen, vaat ettiği şeylerin
hissettireceği o duygu karmaşasını dışarıdan da size hissettiren bir bina.
İhtişamına dışarıdan şahit olduğum Esposizioni'yi geçtik ve yoluma devam
ettim. İtalya'nın taşlarla kaplı geniş caddelerini, nizami sıralanmış
binalarını, İtalya moda haftasını aratmayan tarzları ile İtalyanları izleyerek
yürüdüm. Kimi zaman kahkahaları ile caddeyi inleten bir genç grubu kimi zaman birbirine
aşkla bakan bir çift kimi zaman elinde bir makine ile fotoğraf çeken bir
turist, İstanbul'un kozmopolit yapısını aratmayan birbirinden farklı insanlar.
Hepsini nefes gibi çektim içime asıl hedefime devam ederken adım adım
geldim Ligo Magnanapoli'ye.
Via XXIV Maggio'dan yukarı doğru çıkmaya başladım ve muhteşem bir meydana ulaştım: Palazzo del Quirinale. İtalya cumhurbaşkanının üç resmi ikametgahından biri Quirinal Palace'ın bulunduğu bu meydanda Fountain Monte Cavallo'nun başında soluklandım ve sarayın kapısında nöbet tutan askerlerin görev değişim seremonisini izledim.
Cumhurbaşkanına ait bu ikametgahı sadece bir polis arabası ile 4 askerin koruyor olması şaşırttı ama aynı zamanda sevindirdi. Kendisini dünyanın merkezi görmeyen siyasetçilerin olmaması umut verici. Elbette bu gücü ona vermeyen, ona kim olduğunu unutturmayan halkı unutmamak gerek. Tam da gezimin son bulduğu haftasonunda yapılan referandumda "tek adam" rejimine hayır demiş olmaları bu konuda fikirlerinin değişmediğini gösterdi. Neyse merdivenleri inelim hadi...
Merdivenlerden indim ve en başından beri heyecanla görmeyi beklediğim yere ulaştım sonunda ... Trevi...
İnanışa göre
sağ elle sol omuz üzerinden havuza atılan para havuza düşerse bu Roma'ya
tekrar geleceğimizin işareti. Pazar akşamı olması dolayısıyla epey kalabalık
olan çeşmede kendime yol açtım ve ben de herkes gibi paramı attım.
Via XXIV Maggio'dan yukarı doğru çıkmaya başladım ve muhteşem bir meydana ulaştım: Palazzo del Quirinale. İtalya cumhurbaşkanının üç resmi ikametgahından biri Quirinal Palace'ın bulunduğu bu meydanda Fountain Monte Cavallo'nun başında soluklandım ve sarayın kapısında nöbet tutan askerlerin görev değişim seremonisini izledim.
Cumhurbaşkanına ait bu ikametgahı sadece bir polis arabası ile 4 askerin koruyor olması şaşırttı ama aynı zamanda sevindirdi. Kendisini dünyanın merkezi görmeyen siyasetçilerin olmaması umut verici. Elbette bu gücü ona vermeyen, ona kim olduğunu unutturmayan halkı unutmamak gerek. Tam da gezimin son bulduğu haftasonunda yapılan referandumda "tek adam" rejimine hayır demiş olmaları bu konuda fikirlerinin değişmediğini gösterdi. Neyse merdivenleri inelim hadi...
Merdivenlerden indim ve en başından beri heyecanla görmeyi beklediğim yere ulaştım sonunda ... Trevi...
Biz
Türklerin "Aşk Çeşmesi" olarak adlandırdığı Trevi esasında
"Üçyol" anlamına geliyor. Her daim umut etmeyi, efsane olsalar da o
efsanelere inanmayı ve dileklerini iletmeyi seçen bir halkın bu çeşmeye Aşk
Çeşmesi demesi şaşırtıcı değil elbette.
Denizden
çıkan atlar, deniz kabuğundan bir at arabası ve denizler tanrısı Poseidon.
4 günlük
Roma gezisinde tam 4 kez geldiğim en huzur verici yer,
Kalabalığın
her geçen gün azaldığı, her geçen gün biraz daha tanıdık gelen Trevi,
Umudun her
daim devam etmesi gerektiğini, insanların umut etmeden yaşayamayacağını
hatırlatan Trevi,
Yüzlerce
insan içerisinde dahi yalnızlık hissedebilirken yalnızlığını seninle paylaşan,
yalnızlık içerisinde dinginlik bulabildiğin, sesiyle tüm karmaşayı sonlandıran
Trevi...
Tüm
gezdiğim tarih kokan kiliselere, müzelere, meydanlara rağmen Roma'nın esas
kalbi Trevi'de saatlerce oturdum. Ölümü düşündüm hayatın değerini bir kez daha
anlamak için. Çünkü ne kadar uzakta olsak da biz yaşamın ölüme karşı her daim
ilk rauntta mağlup olduğu, Azrail'in her gün uğradığı bir coğrafyanın
çocuklarıyız. Ülkesini sevmek için yaşaması gerektiğini bilen, gençleri ölüme
teslim edip ebedi yaşama kavuşacağını sanan vampirlere karşı mücadele eden
insanların, gerçek Supermanlerin olduğu coğrafyanın çocuklarıyız. O yüzden acı
çeksek de gülmeye de devam edeceğiz hayatı yaşamaya da o yüzden Salute Comandante
!
Trevi'den ayrılmak zor gelse de daha gezip göreceğim çok yer var. Gitmeden önce Trevi'nin hemen karşısında yer alan kiliseye uğradım. Roma'nın her yanı kilise, tıpkı bizdeki camiler misali. Ve yine bizdekilerde olduğu üzere çoğu boş. Devam eden kilise ziyaretlerimde her defasında ilk akla gelen soru; bir kilise neden her şey için "bağış" ister? Mum yakmak istersen bağış, papanın fotoğrafını mı istiyorsun bağış, günah mı çıkaracaksın bağış... Arkadaş Ortaçağ'da cenneti satarsın, günahlarını bağışlamak için para istersin de bu zamanda hala neden para istiyorsun ya? Vatikan dünyanın en zengin 10. ülkesiyken, Vatikan'ın vereceği parayla da rahatça giderlerini karşılayabileceği açıkken bir kilise neden her şey için bağış ister?
Tanrının evinin önünde oturan dilencinin senden yardım beklemesi cevabı veriyor aslında. Kilise sana "umut" vaat ediyor, karşılığında da paranı istiyor işte :) Neyse din-para ilişkisine çok takılmadan devam edelim, mum yakmasam da olur.
Trevi'den ayrıldım ve İspanyol Merdivenleri'ne (Spagna) doğru yürümeye başladım. Akşam saatleri, hava erken kararıyor, soğuk, puslu ama insan kalabalığı tükenmek bilmiyor. Şaşırtıcı olan bu kadar insan kalabalığı arasında şehri dinlemek hiç zor değil. Her adım her saniye şehirle konuşabilir, dertleşebilirsin. O yüzden tebessüm eksik değil yüzümde, yalnızlık da yük olmuyor omuzlarda. Via Due Macelli'den devam ettim ve bir ucu Piazza Mignanelli bir ucu Piazza di Spagna geldim sonunda.
Her meydanda bir simge heykel, Spagna'da da var tabi: Collonna Dell'immacolata Concezione.
Biraz bakınıyorum, 10 saniye falan kalıyorum ve sağıma dönüyorum, işte ünlü İspanyol Merdivenleri...
Hava buz kesiyor zaman geçtikçe, ama kimsenin umrunda değil. Bir kaç ay önce yayınlanan bir haberde merdivenlerde yeme-içme, "yayılma" yani her şeyin yasak olduğu söylenmişti. Neyse ki haberin aslı astarı yok, isteyen istediğini yapıyor :) Biraz oturdum, sonra çıktım yukarı. Biraz da biz yukarıdan bakalım aşağılara, ama ezmek için değil be. Trinita Dei Monti Kilisesinin avlusuna ulaşıyorum merdivenlerin sonunda. Buradan hem İspanyol Merdivenlerini hem de lüks alışveriş caddelerini görmek mümkün.
Biraz daha izliyorum etrafı, bir daha gelmeyeceğimi biliyorum aslında. Ondan sanırım bu uzun duruş, neyse hadi aşağı inelim yolumuza devam edelim.
Tanrının evinin önünde oturan dilencinin senden yardım beklemesi cevabı veriyor aslında. Kilise sana "umut" vaat ediyor, karşılığında da paranı istiyor işte :) Neyse din-para ilişkisine çok takılmadan devam edelim, mum yakmasam da olur.
Her meydanda bir simge heykel, Spagna'da da var tabi: Collonna Dell'immacolata Concezione.
Biraz ötede Fontana della Barcaccia. Ne güzel kayık şeklinde çeşme yapmışlar diye etkilendim, dönünce öğreniyorum ki esasında 1598 yılındaki su baskınına bir gönderme canım heykel. Rivayete göre 1598'da Tiber Nehri'nin taşması ile oluşan sel sonrası Piazza di Spagna 1 metre su altında kalır, sular çekildiğinde ise meydanda selin getirdiği küçük bir gemi kalır. Bu gemi efsanesi üzerine de meydana içinde kayık olan bir çeşme yapılır. Roma'nın heykellerinin babası kimdir deseler cevabı Gian Lorenzo Bernini diye cevaplayacaklar sanırım. Bu heykeli de Lorenzo Bernini ile babası Pietro Bernini yapmış.
Biraz bakınıyorum, 10 saniye falan kalıyorum ve sağıma dönüyorum, işte ünlü İspanyol Merdivenleri...
Hava buz kesiyor zaman geçtikçe, ama kimsenin umrunda değil. Bir kaç ay önce yayınlanan bir haberde merdivenlerde yeme-içme, "yayılma" yani her şeyin yasak olduğu söylenmişti. Neyse ki haberin aslı astarı yok, isteyen istediğini yapıyor :) Biraz oturdum, sonra çıktım yukarı. Biraz da biz yukarıdan bakalım aşağılara, ama ezmek için değil be. Trinita Dei Monti Kilisesinin avlusuna ulaşıyorum merdivenlerin sonunda. Buradan hem İspanyol Merdivenlerini hem de lüks alışveriş caddelerini görmek mümkün.
Biraz daha izliyorum etrafı, bir daha gelmeyeceğimi biliyorum aslında. Ondan sanırım bu uzun duruş, neyse hadi aşağı inelim yolumuza devam edelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder