Eğer - Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Eğer - Hande Çiğdemoğlu

Eğer - Hande Çiğdemoğlu

Paylaş

 
Eğer
Çocuk, soğuktan sümüklenmiş burnunu hırsla çekti. 8-9 yaşındaki sesini biraz daha kalınlaştırarak, balkondaki arkadaşlarına bağırdı.

“Gelmiyor musunuz oğlum?”

Balkondaki çocuklar gönülsüzce omuz silkince, çocuğun sesi daha da kalınlaştı. Elini yumruk yapıp balkona doğru salladı.

“Eğer benimle oynamazsanız, bakkal Ahmet’e söylerim, cips dolabını devirenin siz olduğunu.”

Çocuk, aşağıya inen çocuklarla istediği oyunları oynadı. Hatta diğer mahallenin çocuklarıyla yaptıkları maçta, top kendisinin olmadığı halde, kaleyi bile seçti. Keyfi yerindeydi. Ama artık iyice üşümüş, biraz da sıkılmıştı. Koşarak eve geldi. Kapıyı ablası açtı.

Kızın yüzünde yine o umursamaz ifade vardı. Kulaklığının birini çıkarıp, “Annem odayı toplamamı söyledi. Burada senin bir sürü oyuncağın var, gel bana yardım et.” dedi.

Çocuk “Bana ne, annem sana söylemiş.” diye burun kıvırınca, abla “Bana yardım edersen harçlığımın yarısını veririm.” dedi. Çocuk anlaşmadan memnun, odaya saçılmış oyuncaklarını toplamaya başladı. Ellerini bile yıkamamıştı.

O sırada içeriden annenin sesi duyuldu. “Kızıım gel buraya. Bir şey diyeceğim”

Kız, henüz yatağına yayılmış, en yakın arkadaşına mesaj yazıyordu. Bugün ilk kez sevgilisiyle buluşacaktı ne de olsa, meraktan çatlıyordu. Öfleyerek annesinin yanına gitti.

“Ne var?”

Anne, kayınvalidelerin gelinlerine yemek yaptırıp, sonra da onları ve yemekleri kıyasıya eleştirdikleri programı seyrediyordu. Gelinler, yemekleri yapıyor, sofrayı hazırlıyor ve yemekleri servis ediyordu. Ama sofraya oturup yemiyorlardı. Anne her gün akşamüstü bu programı seyrederdi. Kadınların çekişmesine, birbirlerine tehditler savurmasına, hatta gelinleri ağlatacak kadar ağır sözler söylemelerine bayılıyordu. Neyse ki kayınvalidesi geçen sene rahmetli olmuştu da kurtulmuştu. O da böyle hiçbir yemeği hatta onun yaptığı hiçbir şeyi beğenmezdi. Üstelik gündüz aralarında geçenleri oğluna söylerse, bu evi ona zindan edeceğini de ima etmekten çekinmezdi. Çok çektirmişti çook. Yine de nur içinde yatsındı.

Kadın, televizyonun sesi gibi kendi sesini de kısarak kızına seslendi.

“Bugün Süheyla Teyze’nin geldiğini babana söyleme emi kızım.”

“Niye ki?” diye muzır bir ifadeyle cevap verdi kız. Aslında her şeyi biliyordu ama annesini uğraştırmak hoşuna gidiyordu. Kadın fazla uzatmadı. Hikâyeyi baştan anlatacak hali yoktu. Bir kere de tamam deseler ölürlerdi sanki. Biraz öfkeli, biraz da çaresiz teklifini sundu.

“Eğer söylemezsen, hafta sonu okul pikniğine gitmen için babanı ikna ederim.”

Kız, “Hem neden babamdan bir şey gizliyormuşum?” diye işi uzatmaya hazırlanırken, bu parlak teklif karşısında söyleyeceklerini unutuverdi. “Tamam, söylemem” diyerek, sevinçle odasına gitti. 

Baba, o gün sevmediği baldızının evlerinde misafir olduğundan habersiz, dükkânda akşamı etmeye çalışıyordu. Hava hepten soğumuş, elektrik sobası da ısıtmaz olmuştu. Önündeki bulmacayı eliyle ittirip, midesini tuttu. Akşama doğru çay ocağındaki bayatlamış çaylardan içmese iyiydi. Şu Selim’in teklifi de canını sıkmıştı ama yapacak bir şey yoktu. Kızın okul servisinin parası da, oğlanın yemekhane parası da ödenmemişti daha. İşler iyice zayıflamıştı. Selim, müşterilerinin telefon numaralarını istiyordu. Böylece, satış temsilcisi olduğu, şu “her şey dâhil çoğu bedava termal tatil turu” nu daha çok insana satabilecekti.

Adam, evlerine tamirata gittiği çoğu yaşlı olan müşterilerinin telefonlarını vermek istemedi önce. Selim’in yaptığının düpedüz dolandırıcılık olduğunu biliyordu. Sonra kabul etti. Çünkü Selim, “Telefonları verirsen, sattığımdan kazandığımın yüzde 20’sini sana veririm.” demişti.  Arkadaşının hesabı tutarsa, cebine az sayılmayacak bir para girecekti. Adam taş atıp kolu yorulmadan kazanacağı paranın hesabını yaparken, karnının iyice acıktığını hissetti. Karısına telefon ederek, akşama mantı yapmasını istedi. Üzerine de bol salçalı yağ yaksındı. Ancak karısı o saatten sonra uğraşamayacağını, bütün gün çok yorulduğunu, zaten ıspanak yemeği ve makarna yaptığını söyleyerek itiraz etti. Adam, “Sen bilirsin, mantı yoksa istediğin o manto da yok.” dedi.

Aile, akşam yemeğinde bol salçalı mantılarını yerken, anne çocuklarından yakınıyordu. Özellikle de küçüğünden. “Hiç laf dinlemiyor bu senin oğlun, anne miyim akranı mı belli değil.”

Baba kaşlarını çatıp sağlam bir azar çektikten sonra, bakışlarını yumuşattı. Sesini incelterek, “Bakın bugün Cuma namazında hoca dedi ki, eğer büyüklerimize, özellikle de devlet büyüklerimize itaat etmezsek Allah, cehenneminden ateşler akan nehirlerinde bizi çatır çatır yakarmış. Biz de sizin büyüğünüzüz. Dediklerimizi yapmazsanız cehennemi boylarsınız ona göre. Alev alev yanmak ister misiniz, söyleyin bakalım?”

Kız kulağını çekip, orta parmağının sivri tarafıyla masaya vurdu tık tık. Küçüğünün de gözleri fal taşı gibi açılmıştı, ağzının kenarından yağlı salça akıyordu. Sonra “Vallahi, billahi, ekmek kuran çarpsın” diyerek bundan sonra annesinin sözünü dinlemeye yemin ettiler.

Baba sonuçtan memnun, ağzına koca bir kaşık daha mantı attı. Açlığının kabası gitmiş, keyfi yerine gelmeye başlamıştı. Sesi normale dönmüştü. “Kızım şu televizyonun sesini aç, bakalım haberlerde ne varmış” dedi. Televizyonda devletin en büyüğü konuşuyordu.

“Eyy aziz vatandaşlarım. İçinde bulunduğumuz krizi hep birlikte aşacağız. Şanlı ecdadımızın cesaretiyle dış mihrakların kurduğu bu oyunu bozacağız. Yalnıız, herkes elini taşın altına koyacak. Mesela elinizde ne kadar döviz varsa bozacak, altınları yastık altından çıkaracaksınız. Bunu yapmayanlar, karşısında beni bulur. Sonrasına karışmam, külahları değişiriz. Ona göre!”

Hande Çiğdemoğlu
hande.cigdemoglu@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder