Denizin Işığı - Zafer Köse - Sevdalım Hayat
Denizin Işığı - Zafer Köse

Denizin Işığı - Zafer Köse

Paylaş
Deniz Küstü (1978), Yaşar Kemal’in çok önemli bir romanı. İstanbul’da geçmesi ve anlatım teknikleriyle diğer romanlarından ayrılsa da, konuları bakımından Yaşar Kemal külliyatının tipik bir parçası.



Denizin Işığı


Sümerler yazıyı icat etti. Homeros 2700 yıl kadar önce destanlar yazdı. Onun yazdıkları, tarihe ilk yazılı edebiyat ürünleri olarak kaydoldu.

İnsan, yaklaşık 5300 yıldır yazabiliyor. İcat edildikten sonra geçen sürenin yarısı kadar zamandır, yazı, edebiyat üretiminde de kullanılıyor. Bunca zamandır büyük sanatçılar yetişti, büyük eserler ortaya çıktı. Yaşar Kemal gibi, Deniz Küstü gibi.
Senden aldım bu figanı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana âşık olmasa 
Âşık Veysel

Zaten o sırada orada bulunduğunuz için güneşin batışını görüp, önemli bir doğa olayını izlemiş gibi duygulanmak, biraz kandırmaca değil midir? Doğanın güzelliklerini algılamak için, hazır olmak, gerekirse hazırlık yapmak gerekir.

Bir gün, hava aydınlanmadan kalkın. Denize doğru oturduğunuzda, yüzünüzün doğuya dönmüş olacağı bir kumsala gidin. Karanlıkta görünmeyen karşınızdaki ufuk çizgisine kadar, denizin serilip gittiğini bildiğiniz bir sahil olmalı orası.

Kumsalda oturun. Henüz güneşin kendisi görünmeden, hafif aydınlığı belirmeye başlayınca gerçekleşecek doğanın mucizesini bekleyin.
***

1978’de yayımlanan Deniz Küstü, Yaşar Kemal’in en önemli romanlarından biri. Konusunun İstanbul’da geçmesi ve kullanılan bazı anlatım teknikleriyle, alışılan romanlarından ayrılsa da, konuları bakımından Yaşar Kemal külliyatının tipik bir parçası.

Özellikle anlatıcının kurgunun içinde ama önemsiz bir karakter olarak yer aldığını görmek, okurda, farklı tekniklerle karşılaşacağı beklentisini daha başlarda yaratıyor.

Deniz Küstü’de yer yer bilinç akışı tekniğini kullanıyor, Yaşar Kemal. Bu bölümlerin bazılarında, bilinç akışının kişileriyle çok iyi bütünleşmediği düşünülebilir.

Romanın başkişilerinden Zeynel, İstanbul’da yaşayan bir karakter olarak biraz yadırganabilir. İnce Memed’in şehirli versiyonu gibidir. Bazı kahramanlar, özellikle Selim Balıkçı ve Zeynel sanki farklı romanların, farklı dünyaların tiplemeleri olarak bir aradalar.

Bu yadırgatıcı yönler, büyük bir edebiyatın bileşenlerine dönüşüyor, Deniz Küstü’nün atmosferini canlandıran unsurlar olarak işlev görüyor. Kişilerinin çevrelerine, metropole yabancılıklarını, içlerindeki değişmiş ve değişmemiş özelliklerinin uyumsuzluğunu okura tarif etmeyi değil, sezdirmeyi tercih ediyor, Yaşar Kemal. Okurken içine gireceğiniz, sonra da yıllarca zaman zaman ziyaret edeceğiniz bu roman dünyasının atmosferi, en çok böyle bölümlerde hissediliyor.

Özneleri belirsiz ve birbirine karışan konuşmaların uzayıp gitmesiyle de İstanbul’un bilinç akışı oluşturuluyor. Çukurova’da bir eşkıyanın efsaneleşmesini çağrıştırır şekilde Zeynel’in ünlenmesi, daha çok, kentin bu bilinç akışıyla veriliyor. Anadolu’da yaşanan onca sıkıntının, Yer Demir Gök Bakır romanındaki Taşbaş’ın ermiş olduğuna insanları inandıran ezici koşulların İstanbul’da da farklı biçimde yaşandığı, o farka uygun bir dille somutlaştırılıyor.

Yaşar Kemal’in tüm yapıtlarını derinlerdeki bağlarla birleştiren ana temalar, elbette Deniz Küstü’de de işleniyor:

Kendini güvende hissetmeyen, hayatının geri kalan kısmı için kaygıları olan insanların ruh halleri... Kişisel özelliğinden çok, koşulların etkisiyle toplum tarafından efsaneleştirilen kahramanlar... Küçük hesaplara takılan, tutarlı kişilik özellikleri göstermeyen, başarılı olsa da mutlu olamayan bireyler... Kahramanca tutum takınabilen, çıkarsız ve koşulsuz sevebilen insanlar... Bütün ömrünün odağına aşkını yerleştiren kişiler... Duyduğu büyük aşkı kaybetme korkusunun, sevdiğine ulaşma isteğinden daha büyük olması; yani, farkında olmadan da olsa, sevdiğine ulaşamamayı tercih etmek... Öyle olacağı sanıldığı için, öyle olacağından korkulduğu için –fal baktırıp inanmak gibi– gerçekleşen olaylar... Yunuslar uçuşuyor dalgaların arasında. Para kazanmak için güzellik kırımları yapmaktan çekinmeyen onca insan... Korkular, aşklar, dostluklar...

Bir de Marquez, Faulkner, Steinbeck gibi çok az romancının anlatmayı başarabildiği bir şey var, Deniz Küstü’de: Gerçekten yaşayan kişilermiş gibi tanıdığınız o roman kahramanlarının bir araya gelmesiyle oluşan topluluklar, kendisini oluşturan bireylerden ayrı, başka bir özne olarak varolurlar.

Bu özne, efsaneler yaratır, hayaller kurar, mücadeleler eder. Bazen erdem ve kahramanlık örnekleri sergiler. Bazen de tutuculaşır, yobazlaşır, yozlaşır.

Deniz Küstü’de kişilerin tek tek maceralarıyla birlikte, o kişilerden oluşan fakat onlardan bağımsız olarak da var olan İstanbul’un hikâyelerini de bulacaksınız. Bir kentin, deniziyle, insanıyla, tüm dokusuyla çürümesine tanık olacaksınız. İnsan ilişkilerinin, koskoca bir kültürün kirlenmesi kederlendirecek sizi. Ama bunlardan daha çok, elinizle tutarcasına somut hissedeceğiniz duygu, umut olacak.
***

Bir gecenin sonunda, Deniz Küstü’yü okumuş olarak, karşınızda ve doğu yönünde deniz ile ufuk çizgisinin birleştiği o sahile gideceksiniz. Daha güneş görünmeden, hafif bir aydınlık belirmeye başlayacak. Karanlıkta, birden fark edeceksiniz ki, güneş, ilk ışınlarını denizin içinden gönderiyor dünyaya; denizin içindeki yosunlar, taşlar, balıklar, her şey, hareketli ve hareketsiz birer ışık kaynağı oluvermiş.

Düşüneceksiniz: Doğanın ve sanatın güzelliklerinin anlamı, onların sadece var olmalarından kaynaklanmıyor. İnsanın o güzelliği algılayabilmesi, hak etmesi asıl konu. Ve bu duyarlığı yaratan sanatçılar sayesinde dünya güzelleşiyor.

"Güzelliğin on para etmez, bu bendeki aşk olmasa" diyeceksiniz. Ve bileceksiniz; anılmazdı Yaşar Kemal adı, doğaya ve insana âşık olmasa.



 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder