Çanta Üzerine Çeşitleme
Bu hayattan geçerken, yüzden fazla çanta
eskitmişimdir. Burada, yüzeysel bir referans olarak ‘yüz’, çocukluğumuza
gönderme yapan bir büyüklük olsa gerek. Bu, oldum olası, ‘hep yanımda bir
şeyler taşımışımdır’ cümlesine eşit bir şey aslında. Kitaplar, çeşit çeşit
defterler, yiyecek, içecek, şapka, şemsiye, cüzdan, kalem kutusu, fotoğraf
makinesi, kamera, gözlük, yeni alınmış bir şey, dosya vb. Bununla beraber,
yirmili yaşlarıma kadar kullandığım çantaların ve içindeki ‘şeylerin’
hatıraları, hikâyeleri daha sonra kullanmaya başladıklarımdan (askılı olanlar
ve sonrasında da sırt çantaları) epeyce
çoktur.
İçindekilerle beraber kaybedilen ya da
çalınan çantalar, yağmurda ıslanıp şekli şemali değişenler, eskiyince bir
kenara koyulanlar, beğenilmemiş ve hiç kullanılmamış olanlar, sessizce çöpün
bir kenarına bırakılanlar, yeni bir çantanın tarifsiz heyecanı, yatak
altlarından ya da karanlık bir köşeden bir yerlerden karşınıza çıkıveren,
içinde kurabiye artıklarıyla, eskilerden bir çanta vs.
İlk kullandığım çantayı çok iyi hatırlıyorum.
Bu, küçük, siyah vinylex (suni deri) bir bond çantaydı. Çok alengirlisini de
gördüm bunların, ama benimkisi oldukça basit, yaşıma uygun bir Bond’du.
(Fleming’den olma James Bond bizzat kendi adını ödünç alan bu çantalardan
haberdar mıydı acaba?) Bir elimle sapından kavrar, öteki elime de beslenme
çantasını alır, sabah erken saatlerde aheste okul yolunu arşınlamaya başlardım.
O zamanlar bazı casus filmlerinde görmüş olduğum gibi, sanki sağ bileğimdeki
görünmez bir kelepçenin diğer hayali ucu bu taşıdığım çantaya kilitlenmiş
olurdu. Çantanın içinde taşıdığım kenarları kıvrılmış defterler de kim bilir
nelere dönüşürdü. Üç parmağımla (küçük, orta ve yüzük parmak) çanta sapını
kavrar, baş parmağımla sapı alttan tutar ve işaret parmağımı da birden açılıp
içindeki değerli eşyanın (!) etrafa saçılma riskine karşı çantanın kapağına
yapıştırırdım. Bu tip çanta tutuşunu eski bir filmde görmüş olduğumu,
çantalarını böyle tutmayanların / taşımayanların da benim görmüş olduğum o
filmi, ne yazık ki, görmemiş olduklarını
düşünür, buna üzülürdüm. Çanta kilidi kullanmaya başlamadan önce bu tam da
böyleydi işte.
İlkokul ve ortaokul çantalarım benim
yaşımdaki hemen herkes gibi hep Bond ya da zarf tipi (evrak çantası) çantalar
olmuştur. Dikdörtgen bir kutu şeklinde ve ortasında bir sapı olan Bond çantalar
yetmişli yılların hatta seksenlerin ortalarına kadar çokça kullanılıyordu. Ne
zaman bir eskici dükkanında ya da arabasında bu tip bir çanta görsem gidip
içine bakmak, biraz koklamak isterim. Bu Bond çantalar tahtadan yapılmıştı
(üzerleri de çoğunlukla vinylex’le kaplanmıştı) ve dolayısıyla boşken bile
oldukça ağırdı. Eskimiş bir bond’u ameliyat masasına (misafir odamızdaki büyük
ceviz masa) yatırıp makasla orasını burasını kestiğimde, donörden örnek
parçalar çıkarttığımda anlamıştım. Duralit, üzerine incecik sünger ve son
katman olarak da vinylex. Çantanın içi de zamanla mürekkep ve yağ lekeleriyle
bozulmuş, eski, nereyi gösterdiği tam da belli olmayan bir harita gibi belki,
kaba bir astarla kaplıydı.
Zarf tipteki çantalar ise, adı gibi, aynen
bir zarf gibiydi. Yalnız, bu zarf postaya verdiğimiz zarflara oranla biraz
büyük ve tombulcanaydı. Liseye kadar bir zarf çantam olmamıştı. Kapağı bir zarf
gibi çanta üzerine kapanır, koca bir geçme kilidi bulunurdu. Körüklü Ikarus
otobüslerin hayatımıza girmeye başladığı yıllarda, bu çantaların sırta asma kayışlı olanlarını
da ürettiler de çantaları elimizde taşımaktan kurtulduk. Çok sonraları da
çantanın yanlarından kilitli birer kancayla tutturulan, askılı olanları
kullanıldı. Çağdaş beyaz yakalılar caddelerde bunlarla epey bir boy
göstermişlerdir. Hızlı bir değişimle, artık çanta tutmak zorunda kalmayan eller
de serbest kalınca, cebe mi girsin, iki yanda boş boş sallansın mı
şaşırmışlardır bir müddet.
Zarf çantalar yaradılışları gereği kendinden
körüklüydü. Bond çantaların ise düz olanlarının yanında körüklüleri de vardı. Sosyal
hayatımıza otobüslerle giren ‘körük’ çantayla da anlamını ve kullanımını
böylece perçinlemiş oluyordu. İçine çok fazla yükleme yapacağınız zaman
körüğünü de açardınız. Bunların bazıları bir valiz gibi geniş olurdu. O zaman
çanta bir taşıma canavarına dönüşürdü işte. Çanta satıcısı körüğü bağlayan
çıtçıtlı bandı yavaşça açar ve biz alıcıların şaşkınlıktan alınlarına kadar
açılmış gözlerine bile bakmadan, anlatır da anlatır, malını öve öve
bitiremezdi. ‘İstersen ufaklığı koyalım içine abla’ derdi. ‘bak da gör, nasıl
oluyormuş’. İşte o an ‘ufaklık’ bir adım geri kaçardı.’ Bu çantalar altlarına tutturulmuş dört sağlam
pabuçla yerde dimdik durabilme becerisine de sahiptiler.
Arkadaşlar arasında çantalarımızı okul
sıralarımızın üstüne kor, açar, kiminkinin ne kadar defter, kitap, sözlük,
kalem kutu vs. aldığına hararetle bakar, en canavarını oybirliğiyle seçerdik.
Bilemedim, çantanın içine çok şey koymak önemliydi belki de. Lüzümlu, lüzumsuz
bir çok şey koyduğumu hatırlıyorum. Hele okulun ilk günleri…Mutlaka yeni
çantalarımızı göze sokarcasına, sanki bir hayvanı dolaştırır gibi,
dolaştırırdık ortalıkta. Teksir kağıtları, koca koca kitaplar, küçük kalın
sözlükler, onlarca kalem, silgi, kalem traş koyulan kalem kutuları, cetvel,
gönye ve pergeller, yiyecek bir şeyler vs. Neler koymazdık ki çantalarımıza.
Atkını da oraya kordun, pasonu da. Selobantla yapıştırdığın ‘öğrenci not
çizelgesi’ de oradaydı, allı pullu ders programı da. Bu Bond çantalar
açıldığında koca bir âlem de açılırdı önünüzde.
Her çocuğun çanta yerleştirme ve tertibi
başkaydı tabi. Kitapları, sözlükleri, kalem kutularını öyle intizamlı
yerleştirenler vardı ki bu dikdörtgen kutuya, o kadar yoldan gelmesine rağmen
açıldığında henüz yerleştirilmiş gibi olurdu. Mis gibi de kokardı. Bazı
çocuklar da çantalarını gelişigüzel yerleştirirdi. O zaman çantanın içi de
bayram yeri gibi olurdu. Kilidi anahtarlısı da vardı, daha moderni, şifrelisi
de. Küçücük çanta anahtarını nerenize koyacağınızı bilemezdiniz.
Kaybetmeyesiniz diye annenizin ortadan delerek boynunuza astığı silgilerin
yanında bazen anahtarlar da olurdu. İşte bu anahtarlar (yedeğiyle beraber) o
çocukluk çantalarının sihirli anahtarlarıydı.
Ya da sizden izinsiz kimse açmasın diye
uydurduğunuz abuk şifreyi bir türlü hatırlayamayıp soluğu İMÇ’nin çantacılarında
aldığınız da olurdu. İMÇ bizim evin hemen karşısında olduğu için kolaydı, sık sık kilit açtırmak, kırdırmak için
gitmişliğim vardır.
Kırtasiyeden aldığımız çıkartmaları (şimdinin
sticker’leri) tek tek özenle yapıştırırdık çantamızın ön yüzüne. Bu,
çantalarımızı çıkartmalarla süsleme merakı daha sonra, bisikletlerimizi,
bilyelilerimizi (kaykayın Türk versiyonu) kütüphaneli divanlarımızın çekmece
kapaklarını ve hatta televizyonlarımızın yanlarını da süslemeye kadar evrildi.
Hababam çıkartma alıyorduk kırtasiyelerden. Kovboylar, prensler, futbolcular,
astronotlar, uzay araçları, arabalar, hayvanlar ve daha neler neler. İrili
ufaklı bu çıkartmalar çok olunca da nereye yapıştıracağımızı şaşırıyorduk.
Çıkartmalar ev eşyalarının üzerine daha çok annenin farkında olmadığı bir
zamanda yapıştırılırdı. Aradan birkaç gün geçtikten sonra da annenin gözü
alışır, sanki o çıkartma uzun süredir oradaymış gibi olurdu. Gözü alıştığı için
de çıkartmaya kıyamazdı. Çıkartmayı oraya, televizyonun köşesine mesela, kimin
yapıştırmış olduğu bir muammaya dönüşürdü. Keza, evdeki hiçbir kimsenin
yapıştırmadığı bir futbolcu çıkartması, yıllar sonra televizyonla birlikte bir
eskicinin el arabasından yıllarca yaşadığı evi bir müddet seyre dalar, oradan
da yine ait olduğu televizyonla birlikte, yok olmaya doğru giderdi.
Neredeyse bütün çantaların evrilip bir gün
bir sırt çantasına dönüşeceği aklımın ucundan bile geçmezdi o yıllarda.
Sanırdım ki hep böyle bu çantalarla devam edeceğiz hayata. Bankacısı da,
öğretmeni de, öğrencisi de, değişik değişik memuru da, politikacısı da hep
bunlardan kullanırdı zaten. Benden büyük adamların ellerinde taşıdığı değişik
değişik alengirli Bond’lara, Zarf çantalara bakıp “kim bilir içinde neler
taşıyorlardır” der, imrenirdim… Çanta
aşamasına geçmeyen, torbada kalmış olanlar pek ilgimi çekmezdi de envai çeşit
kadın çantalarını da, bunların içlerini de uzaktan ve çekinerekten, çok merak
ederdim. Bu yaşıma kadar incelemeye ve içlerine bakmaya fırsat ve zaman
bulamadığım için çok memnunum. En azından bundan sonrası için bir başka
muammanın varlığını bilmek güzel.
Ender
Macun, Ocak 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder