Yorgunlara Dokunmayın - Hande Çiğdemoğlu - Sevdalım Hayat
Yorgunlara Dokunmayın - Hande Çiğdemoğlu

Yorgunlara Dokunmayın - Hande Çiğdemoğlu

Paylaş

Yorgunlara Dokunmayın
İçi kurur insanın bazen. Dışarıda nefes donduran bir kış olsa bile Temmuz güneşi altında günbegün önce sararan, sonra kuruyan yapraklar gibi hisseder. İki parmak hareketiyle ufalanıp toprağa karışacak kadar güçsüz, o kadar cansız. Anımsamak ister. Hiç olmamış mıdır coşkulu kahkahalar, huzurlu uykulara benzeyen mutluluklar? Onca yaş almıştır, bir sallasa sepetinden neler düşer kim bilir? Kapatır gözlerini, zorlar kendini. Kulağını müziklere, burnunu kokulara verir. Anımsar da sonunda. Belleğinin resmini yapsalar rengârenk bir panayırdır görünen. İçindeki o resme bakıp durur. Sadece canlı ve renkli olanlarının seçildiği kareleri, manzaraları, desenleri izler. Ama ne yazık ki hiç biri gözünden öteye geçip gönlüne yürümez.

Boş bir teneke gibi olur mu insanın ruhu? Olur. Vallahi de olur. Hangi taşı atsan, sağdan sola çarpıp tangırdar içinde. İnsan böyle hissettiğinde, ne acının zehir tadını alır, ne sevincin diş kamaştıran aromasını. Ne hasret, ne vuslat. Çorak dünyasında hepsi aynı enlemde, kıta olmuştur. Ne umut, ne hayal. Onları gemilere bindirip, arkalarından el salladığı günlerin üstünden yüzyıllar geçmiştir. Oldu olacak öfkenin setler yıkan gücüne, nefretin sarıp sarmalayan zırhına sarılmak ister çaresizce. Bir bakar ki, onlar bile pastan incelmiş, delindi delinecek duvarlarında oradan oraya sekiyor. Sesleri bile silinmiş, gitmiş.

Böyle umarsız nefeslerle günü gece, geceyi gündüz edenin karşısına hep aynı tekrarlar çıkar. En sıkıcısı da budur. Gözün gördüğü her satırda, kulağın duyduğu her nasihatte aynı beylik sözler: “Yaşadığın her anın kıymetini bil!” “Umudunu kaybetme!” “Mücadele et, pes etme.” Boğazına dayanmış bir kazak gibi bunalır insan. “Neden?” diye soracak olur. “Neden bunları yapacakmışım?” Sonra sormaktan vazgeçer. Bu çokbilmişlerin buna da verilecek cevabı vardır ne de olsa.

“Tüm gün taş taşıdım” diyeni serin bir köşede oturturlar, bir tas su veren bile vardır. Yorgunluk hürmet gören yegâne şeylerin başında gelir ne de olsa. Peki ya eskilerin tabiriyle gönül yorgunluğuna ne demeli? Gönül yorgunlarına neden dinlenmesi için izin vermezler de “Mutlu ol” derler? Mutlu olmaya çalışmak dünyanın en emek isteyen işidir oysa, bilmezler mi? Umut etmek için bile takat gerekir.

Uzun zamandır derin sularda ilerleyen bir dalgıca, daha derine dal demek gibidir, yorguna nasihat etmek. “Durmadan, dinlenmeden yüz. Daha hızlı yüz, daha derinlere git.” Oysa nefesi tükenmiştir. Çıkıp derin derin soluklanmadan, başını yosunlu bir kayaya yaslamadan dalmaya devam etme çabası, vurgun yedirir.

Sokak lambasının ışığıyla belirip, ıslak kaldırıma düşünce yok olan kar tanesinin ömrü gibi bir illüzyon olsa gerek hayat. Belki de fazlaca yorulmuş olanlara böyle geliyordur. Yüreği acıyla burkulmaktan uyuşmuş, hayalleri kırılmaktan kök tutmaz hale gelmiş, sırtında binbir hançerle sağa sola koşmaktan usanıp kendini nemli bir ağaç dibine atmış yorgunlar için hayattaki her şey, birer illüzyondur. Sevgi de, huzur da, coşku da, mutluluk da. Hepsinin ardındaki hileyi bulmaya çalışmaktansa, gösteriyi izlemekten caymayı tercih eder yorgunlar.

Gönül yorgunlarını bırakınız dinlensinler. Duymadan, görmeden, tatmadan, düşünmeden, konuşmadan, dinlemeden öylece süzülsünler arafın göğünde. Onların hiçbir yükü taşıyamayacak kadar ince bir tüy olduklarını unutmayın. Bırakınız, savrulsunlar. Nereye düşeceklerini ya da nasıl konacaklarını düşünmeden, hayatlarında bir kez olsun düşünmeden, savrulsunlar…

Hande Çiğdemoğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder