Önce Bakteri Vardı - Zafer Köse - Sevdalım Hayat
Önce Bakteri Vardı - Zafer Köse

Önce Bakteri Vardı - Zafer Köse

Paylaş

Kitapta ilerledikçe bilgiye “sahip olmak” amacını aşıyorsunuz. Bilgiyi üretmenin ve işlemenin, düşünce geliştirmenin güzelliğine tanık olmak için okunacak bir kitap bu.


Önce Bakteri Vardı


Bir ihtiyar ve bir çocuk, tepede oturmuş, akıp giden ırmağa bakarlar. Ovaya doğru serilen arazide, birkaç değirmen vardır. Kıvrıla kıvrıla aşağılara inen ırmak, bu değirmenlerin çarkını döndürmektedir. “Allah’ın hikmetine bak” der ihtiyar. Parmağını aşağıdaki değirmene doğru uzatır ve gizemli bir sesle devam eder: “Nerede bir değirmen varsa, ırmak oradan geçiyor!”

Çocuk hafifçe başını sallar, ama değirmene bakan gözlerinde şüphe vardır.

EZELDEN BERİ
Gizemli açıklamalarla yetinmiyor, suyun geçtiği yerlerde değirmenlerin ortaya çıkış hikayesini merak ediyorsunuz. Ve zaman makinesine atlayıp bir yolculuğa çıkıyorsunuz.

Sırtınızdaki tüpe bağlı bir tam yüz maskesiyle makineden iniyorsunuz. Üç milyar yıl öncesindesiniz. Hava puslu, soluk. Hiç de bu dünyaya benzemiyor gördükleriniz. Denizler sessiz bir salınımla kırmızının tonlarını yansıtıyor. Aslında denizlerin kendi rengi değil bu. Doğduğunuz zamanlardaki gibi, deniz yüzeyine rengini gökyüzü veriyor.

Soluk kırmızı gökyüzünde güneşi pek seçemiyorsunuz. Yine de bir ılıklık içindesiniz. Çıplak kayaların arasında, yeni oluşmaya başladığı belli toprak alanlar görüyorsunuz. Yeşillik yok. Ot veya başka bir hayat belirtisi gözünüze ilişmiyor. Denizlerde de hiç balık yok. Yengeç, yosun, midye... Onların ortaya çıkmasına daha yüz milyonlarca yıl var. Yüzünüzdeki maskeyi de bu nedenle çıkaramıyorsunuz. Solunum için gereken oksijen yok havada.

Denizin size yakın sığ bir yerindeki yeşilimsi kaya kubbesine gözünü dikiyorsunuz. 60-70 cm yüksekliğinde, tuhaf bir görüntü. Doğduğunuz zamanda da, dünyanın ücra köşelerinde buna benzer yapılara hâlâ rastlanıyor aslında.

Gözünüzü diktiğiniz o yeşilimsi kayanın çevresinde, eser miktarda oksijen bulunuyor. Biraz ileride bu baca gibi şeylerden birkaç tane daha seçebiliyorsunuz. Kim bilir dünyada kaç milyon tane var.

İşte, her birinde milyarlarca bakterinin yaşamaya başladığı kayalar bunlar. Hayat, buralarda ortaya çıkıyor. Ama etrafında birazcık oksijen olduğu için değil; tersine, siyanobakterilerin saldıkları oksijen, dünyaya bu baca gibi kayalardan yayılmaya başlıyor. İsterseniz zaman makinesine binip bir milyar yıl sonrasına gidebilirsiniz. Çoğalan oksijen sayesinde, dünyanın nasıl da yeşilliklerle kaplanmaya başladığını göreceksiniz. Gökyüzü ve dolayısıyla sular da mavileşecektir artık.

Biraz daha ileri zamanlara giderseniz, artık solunum maskesine gerek duymadan makineden inebileceksiniz. Zaten sizin gibi hareket eden canlılar, çeşitli hayvanlar da etrafta yaşıyor olacak.

Dünyanın dört bir yanına yayılmış organizmaların karmaşık yapılarını inceledikçe, hayranlıkla dolacaksınız. Ve bileceksiniz ki, koşullar başka türlü gelişseydi, sadece o koşullarda ortaya çıkabilecek başka hayranlık uyandırıcı varlıklarla dolu bir dünya şekillenecekti.

IRMAK GİBİ
Yaşamın Yükselişi’ni okumak, derinliklere doğru bir tür zihinsel seyahat duygusu yaratıyor. Zamanın, denizlerin, hücrelerin derinliklerine; insanlık öncesi dönemlere, genetik izlere, DNA’lara...

Aslında kitapta bir yolculuk kurgusu yok. Zaman ve canlı varlık konularına alışılmamış bir perspektiften bakışı sayesinde, gündelik hayatınızda algıladığınız büyüklüklerin ve zamanın dışına çıkıyorsunuz.

Nick Lane, evrimle ilgili temel bilgiler edinmek isteyen okurlara yönelik “neşeli” denebilecek bir anlatım üretmiş, ama bu, kitabın “hafif” olduğu anlamına gelmiyor. Başta biyoloji ve kimya, çeşitli alanlarda ödünsüz bir bilimsel bakışla bilgiler aktarıyor.

Onca eski zamanları göz önünde bulundurunca, evrimle ilgili bilgilerin ne kadar yeni olduğuna şaşıyorsunuz. İnsanlık tarihi açısından, Charles Darwin adlı adam az önce yaşamış gibi. Hele 1953, 1985, 2006 tarihlerinde ulaşılan bilgilerden söz edildiği sayfalar, adeta canlı yayın duygusu yaratıyor.

Lane, bilgi aktarmanın dışında, çeşitli tartışmalarla ilgili düşüncelerini açıklıyor; evrimle ilgili bazı popüler soruları yanıtlıyor. Ne var ki, yanıtı hemen vermek yerine, önce, konuya farklı yaklaşan çeşitli örnekleri anlatıyor.

Doğrusu, çok kolay bir kitap değil. Hele hazır yanıtlar bekleyenlerin “gereksiz” ve “yorucu” bulacağı yerler çok.

Aslında kitapta verilen bilgilerden ve açıklanan görüşlerden daha önemlisi, onların ele alınış biçimi. Lane’in görüşlerini, bir düşünce sürecini izler gibi okuyorsunuz. Hedefe ulaşmaktan daha büyük anlamlar içeren bir yolculuk gibi.

Kitapta ilerledikçe bilgiye “sahip olmak” amacını aşıyorsunuz. Bilgiyi üretmenin ve işlemenin, düşünce geliştirmenin güzelliğine tanık olmak için okunacak bir kitap bu. Üç beş cümlelik özlü sözlerle veya internet ortamında sıkça rastlanan çokbilmiş kısa tanımlarla yeri doldurulamayacak bir okuma serüveni...

DÜŞÜNEN KİTAP
Kitleye hitap eden sanatçılar ve yazarlar, Sartre’ın dikkat çektiği gibi, sadece söylediklerinden değil, söylemediklerinden de sorumludur. Fakat gündelik hayatın içindeki hiçbir insana herhangi bir konuyla niye ilgilenmediğini kimse soramaz.

Yine de, bir konuyla sürekli “ilgilenen”, yorumlar yapıp çevresindekilerle tartışmaya giren bir insanın, kendi tercihi olan o konuyla birazcık ilgilenmesi beklenmez mi? Yakın tarih, eğitim sistemi, Kuran’ın içeriği... Bir konuyu yıllar yılı “konuşan” ama birkaç haftasını ayırıp da araştırmayan, üç beş kitap okumayan insanlar ne kadar çok! Galiba evrim de bu çok konuşulan ama az okunan konulardan biri.

Bu durumun nedeni, “bilgiye sahip olmak” hevesi olabilir; “düşünüyorum” diye değil de “bir düşüncem var” iddiasıyla yaşamak. Belki de mülkiyetin yüceltildiği kültürel ortamlarda gerçek bir okuma keyfi yaşamak çok zordur.

Yaşamın Yükselişi gibi, “öğreten” olmayı aşan, “düşünen” kitapların tadını almak, bu sorunu aşmak için iyi bir fırsat olabilir.



soL Kitap, 14 Mayıs 2014



Yaşamın Yükselişi
Nick Lane
Çeviri: Ebru Kılıç
Aylak Kitap
388 sayfa
Şubat 2014


1 yorum:

  1. Yazıyı okurken, nedendir tam bilemiyorum, içimden kahkahalar attim.
    Malum; biz "inananlar" sürekli dikte edildigimiz ortamlarda yetistigimizden duygularımızı ya bastırır ya da kimsenin olmadığı yerlerde açığa çıkarırız.
    Ve yapilan baskılar o kadar köreltmistir ki duygularimizi ve zekamizi; değirmenlerin varlığı sebebiyle orada bir ırmak yaratıldığı görüşüyle bakarız hayata.
    Müslüman ferasetinin o ırmak ve değirmenlerine ilişkin bir kütüphane kitaba mevzu çıkarmaya yeteceginden habersiz insanların bakışı...
    Daha doğrusu bakamayışı...
    Eğer bakışlarını bilerek kaçırıyorsa insan, nefret hisleriyle yok saymaya calistigindandir "gerçeği".
    Ve "O, Insani bir damla sudan yarattı. Fakat bakarsın ki (insan) Rabbine apaçık bir hasım oluvermiştir. (NAHL,4.ayet)
    Son olarak başkalarıyla tartışmanın nesi kötü anlamadım.
    Başkalarıyla tartışmak cok iyidir. Öyle ki insanın kendisiyle, inandiklariyla ve inanmadiklariyla tartışması da çok şey katar insana.
    Şahsen burada tartışmaktan çok şey öğreniyorum ya da şöyle demeli:öğrenmek için tartışıyorum.��

    YanıtlaSil