Kitapta ilerledikçe bilgiye “sahip olmak” amacını aşıyorsunuz. Bilgiyi üretmenin ve işlemenin, düşünce geliştirmenin güzelliğine tanık olmak için okunacak bir kitap bu.
Önce Bakteri Vardı
Bir ihtiyar ve bir
çocuk, tepede oturmuş, akıp giden ırmağa bakarlar. Ovaya doğru serilen arazide,
birkaç değirmen vardır. Kıvrıla kıvrıla aşağılara inen ırmak, bu değirmenlerin
çarkını döndürmektedir. “Allah’ın hikmetine bak” der ihtiyar. Parmağını
aşağıdaki değirmene doğru uzatır ve gizemli bir sesle devam eder: “Nerede bir
değirmen varsa, ırmak oradan geçiyor!”
Çocuk hafifçe başını
sallar, ama değirmene bakan gözlerinde şüphe vardır.
EZELDEN BERİ
Gizemli açıklamalarla
yetinmiyor, suyun geçtiği yerlerde değirmenlerin ortaya çıkış hikayesini merak
ediyorsunuz. Ve zaman makinesine atlayıp bir yolculuğa çıkıyorsunuz.
Sırtınızdaki tüpe bağlı
bir tam yüz maskesiyle makineden iniyorsunuz. Üç milyar yıl öncesindesiniz. Hava
puslu, soluk. Hiç de bu dünyaya benzemiyor gördükleriniz. Denizler sessiz bir
salınımla kırmızının tonlarını yansıtıyor. Aslında denizlerin kendi rengi değil
bu. Doğduğunuz zamanlardaki gibi, deniz yüzeyine rengini gökyüzü veriyor.
Soluk kırmızı
gökyüzünde güneşi pek seçemiyorsunuz. Yine de bir ılıklık içindesiniz. Çıplak
kayaların arasında, yeni oluşmaya başladığı belli toprak alanlar görüyorsunuz.
Yeşillik yok. Ot veya başka bir hayat belirtisi gözünüze ilişmiyor. Denizlerde
de hiç balık yok. Yengeç, yosun, midye... Onların ortaya çıkmasına daha yüz
milyonlarca yıl var. Yüzünüzdeki maskeyi de bu nedenle çıkaramıyorsunuz.
Solunum için gereken oksijen yok havada.
Denizin size yakın sığ
bir yerindeki yeşilimsi kaya kubbesine gözünü dikiyorsunuz. 60-70 cm
yüksekliğinde, tuhaf bir görüntü. Doğduğunuz zamanda da, dünyanın ücra
köşelerinde buna benzer yapılara hâlâ rastlanıyor aslında.
Gözünüzü diktiğiniz o
yeşilimsi kayanın çevresinde, eser miktarda oksijen bulunuyor. Biraz ileride bu
baca gibi şeylerden birkaç tane daha seçebiliyorsunuz. Kim bilir dünyada kaç
milyon tane var.
İşte, her birinde
milyarlarca bakterinin yaşamaya başladığı kayalar bunlar. Hayat, buralarda
ortaya çıkıyor. Ama etrafında birazcık oksijen olduğu için değil; tersine,
siyanobakterilerin saldıkları oksijen, dünyaya bu baca gibi kayalardan
yayılmaya başlıyor. İsterseniz zaman makinesine binip bir milyar yıl sonrasına
gidebilirsiniz. Çoğalan oksijen sayesinde, dünyanın nasıl da yeşilliklerle
kaplanmaya başladığını göreceksiniz. Gökyüzü ve dolayısıyla sular da
mavileşecektir artık.
Biraz daha ileri
zamanlara giderseniz, artık solunum maskesine gerek duymadan makineden
inebileceksiniz. Zaten sizin gibi hareket eden canlılar, çeşitli hayvanlar da
etrafta yaşıyor olacak.
Dünyanın dört bir
yanına yayılmış organizmaların karmaşık yapılarını inceledikçe, hayranlıkla
dolacaksınız. Ve bileceksiniz ki, koşullar başka türlü gelişseydi, sadece o
koşullarda ortaya çıkabilecek başka hayranlık uyandırıcı varlıklarla dolu bir
dünya şekillenecekti.
IRMAK GİBİ
Yaşamın Yükselişi’ni
okumak, derinliklere doğru bir tür zihinsel seyahat duygusu yaratıyor. Zamanın,
denizlerin, hücrelerin derinliklerine; insanlık öncesi dönemlere, genetik
izlere, DNA’lara...
Aslında kitapta bir
yolculuk kurgusu yok. Zaman ve canlı varlık konularına alışılmamış bir
perspektiften bakışı sayesinde, gündelik hayatınızda algıladığınız
büyüklüklerin ve zamanın dışına çıkıyorsunuz.
Nick Lane, evrimle
ilgili temel bilgiler edinmek isteyen okurlara yönelik “neşeli” denebilecek bir
anlatım üretmiş, ama bu, kitabın “hafif” olduğu anlamına gelmiyor. Başta
biyoloji ve kimya, çeşitli alanlarda ödünsüz bir bilimsel bakışla bilgiler
aktarıyor.
Onca eski zamanları göz
önünde bulundurunca, evrimle ilgili bilgilerin ne kadar yeni olduğuna
şaşıyorsunuz. İnsanlık tarihi açısından, Charles Darwin adlı adam az önce
yaşamış gibi. Hele 1953, 1985, 2006 tarihlerinde ulaşılan bilgilerden söz
edildiği sayfalar, adeta canlı yayın duygusu yaratıyor.
Lane, bilgi aktarmanın
dışında, çeşitli tartışmalarla ilgili düşüncelerini açıklıyor; evrimle ilgili
bazı popüler soruları yanıtlıyor. Ne var ki, yanıtı hemen vermek yerine, önce,
konuya farklı yaklaşan çeşitli örnekleri anlatıyor.
Doğrusu, çok kolay bir
kitap değil. Hele hazır yanıtlar bekleyenlerin “gereksiz” ve “yorucu” bulacağı
yerler çok.
Aslında kitapta verilen
bilgilerden ve açıklanan görüşlerden daha önemlisi, onların ele alınış biçimi.
Lane’in görüşlerini, bir düşünce sürecini izler gibi okuyorsunuz. Hedefe
ulaşmaktan daha büyük anlamlar içeren bir yolculuk gibi.
Kitapta ilerledikçe
bilgiye “sahip olmak” amacını aşıyorsunuz. Bilgiyi üretmenin ve işlemenin,
düşünce geliştirmenin güzelliğine tanık olmak için okunacak bir kitap bu. Üç
beş cümlelik özlü sözlerle veya internet ortamında sıkça rastlanan çokbilmiş kısa
tanımlarla yeri doldurulamayacak bir okuma serüveni...
DÜŞÜNEN KİTAP
Kitleye hitap eden
sanatçılar ve yazarlar, Sartre’ın dikkat çektiği gibi, sadece söylediklerinden
değil, söylemediklerinden de sorumludur. Fakat gündelik hayatın içindeki hiçbir
insana herhangi bir konuyla niye ilgilenmediğini kimse soramaz.
Yine de, bir konuyla
sürekli “ilgilenen”, yorumlar yapıp çevresindekilerle tartışmaya giren bir
insanın, kendi tercihi olan o konuyla birazcık ilgilenmesi beklenmez mi? Yakın
tarih, eğitim sistemi, Kuran’ın içeriği... Bir konuyu yıllar yılı “konuşan” ama
birkaç haftasını ayırıp da araştırmayan, üç beş kitap okumayan insanlar ne
kadar çok! Galiba evrim de bu çok konuşulan ama az okunan konulardan biri.
Bu durumun nedeni,
“bilgiye sahip olmak” hevesi olabilir; “düşünüyorum” diye değil de “bir
düşüncem var” iddiasıyla yaşamak. Belki de mülkiyetin yüceltildiği kültürel
ortamlarda gerçek bir okuma keyfi yaşamak çok zordur.
Yaşamın Yükselişi gibi,
“öğreten” olmayı aşan, “düşünen” kitapların tadını almak, bu sorunu aşmak için
iyi bir fırsat olabilir.
soL Kitap, 14 Mayıs
2014
Yaşamın Yükselişi
Nick Lane
Çeviri: Ebru Kılıç
Aylak Kitap
388 sayfa
Şubat 2014
Yazıyı okurken, nedendir tam bilemiyorum, içimden kahkahalar attim.
YanıtlaSilMalum; biz "inananlar" sürekli dikte edildigimiz ortamlarda yetistigimizden duygularımızı ya bastırır ya da kimsenin olmadığı yerlerde açığa çıkarırız.
Ve yapilan baskılar o kadar köreltmistir ki duygularimizi ve zekamizi; değirmenlerin varlığı sebebiyle orada bir ırmak yaratıldığı görüşüyle bakarız hayata.
Müslüman ferasetinin o ırmak ve değirmenlerine ilişkin bir kütüphane kitaba mevzu çıkarmaya yeteceginden habersiz insanların bakışı...
Daha doğrusu bakamayışı...
Eğer bakışlarını bilerek kaçırıyorsa insan, nefret hisleriyle yok saymaya calistigindandir "gerçeği".
Ve "O, Insani bir damla sudan yarattı. Fakat bakarsın ki (insan) Rabbine apaçık bir hasım oluvermiştir. (NAHL,4.ayet)
Son olarak başkalarıyla tartışmanın nesi kötü anlamadım.
Başkalarıyla tartışmak cok iyidir. Öyle ki insanın kendisiyle, inandiklariyla ve inanmadiklariyla tartışması da çok şey katar insana.
Şahsen burada tartışmaktan çok şey öğreniyorum ya da şöyle demeli:öğrenmek için tartışıyorum.��