Ziya / On Yedi
e
şu güzelim İstanbul şehrinde Yedikule diye bir semt, ne de meşhur su kemerleri
yokken, daha İstanbul bile yokken yani, siz deyin on, ben diyeyim on dokuz asır
evvel, o tepeden bu tepeye dolaşır durur bir aklı evvel müzisyen yaşarmış. Konstantinopolis’li
bu yaşlı müzisyen efendi yakın çevresinde sevilir ve de izzet ikram görürmüş.
Sırtında taşıdığı kemerli heybeden ne zaman ne çıkacağı hiç belli
olmazmış. Bir gün bir küçük davul
çıkartır, avucunun içiyle, ince uzun parmaklarıyla davulu seve seve, okşaya
okşaya sokak ortasında müzik yapar, bir başka gün de iki ucuna urgan bağlı bir
çalgı çıkartır, ahalinin o zamana dek hiç duymadığı sesler, sadalar salarmış
böyle ortalık yere. Ortalık yerdekiler küçük konserden sonra keşhanelere, evlere,
ocaklara yollanır, kendilerine güzel sesler çıkaran müzik aletleri yapmayı
denerlermiş. Bu yüzden de en çok çocuk çombalak takımı dört gözle beklermiş
yolunu. Bu efendinin adı da neymiş, biliyor musunuz? Bu efendinin adı,
Sessiz’miş.
Sessiz Efendi, dere tepe düz gitmiş, deniz liman tez
geçmiş de çocukluğunun gül bahçesi, bugün Kalata olarak bilinen Sykai
mahallesine altmış yaşında tekrar yerleşmiş. Seneler ve seneler evvel Büyük Hun
Şahı Atilla Roma’nın kalbi Konstantinopolis’e akın eylediğinde anasını, babasını,
kardeşlerini Sykai limanında kaybeden Sessiz, baba ocağını yeniden mesken tutmuş.
Günlerden bir aydınlık gün, Sessiz’in kapısı güm gümbe de güm güm diye çalınmış. Sessiz, elindeki defi döşeğin üstüne komuş da kapıyı hemencecik açmış. Karanlık sahanlığa güneş gibi doğan güzel mi güzel bir çocuk yüzüyle karşılaşmış. Çocuk, Sessiz’e demiş ki, ‘bak bunu ben yaptım, ama bir şey eksik, bulamıyorum.’ Sessiz, çocuğun küçücük ellerinde tuttuğu, ona doğru uzattığı yağ testisine uzun zaman baktıktan sonra, testiyi bir çırpıda çocuktan alıp ağzını testinin ağzına dayamış. Yavaşça içeriye doğru üflemiş. Sonra ağzını testinin ağzında gezdirmiş, testiye nefes vermiş. Testinin içinden içinden huşu dolu bir sada yükselmiş. ‘Uyudunuz mu çocuklar? Huuu, uyudunuz mu dedim… Numara yapmayın. Ee cidden uyumuş bunlar abla.’
Üstümüzü örttü, kalktı evine gitti. O gece bolca
müzikli bir rüya gördüm. Anlattığı, yarıda bıraktığı masalı ertesi gün
defterime yazdım. Masalın sonunu sormadım hiç. Sorsaydım, hatırlayıp anlatır
mıydı?
Ender Macun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder