Ella’nın Bebeği - Zafer Köse - Sevdalım Hayat
Ella’nın Bebeği - Zafer Köse

Ella’nın Bebeği - Zafer Köse

Paylaş
 

Ella’nın Bebeği

Bir çocuğun olursa sürdürür, hiç olmazsa,
O tatlı varlığıyla senin güzelliğini.


Shakespeare

Ella May ile Tike, genç bir çift. Amerika’da, Texas taraflarında yaşıyorlar. 1930’larda, kiralık bir arazide çiftçilik yapıyorlar. Hemen şurada, diye hissediyoruz yakınlıklarını. Tanıdıklar. Aslında bütün zamanlarda ve her yerdeler. Etrafımızda, aramızda dolaşıyorlar.

Bu yakınlık duygusu, bize çok benzemelerinden kaynaklanmıyor. O ikisi, birçok açıdan bizden faklı. Özellikle cinselliğe yaklaşımlarıyla ve dinsel eğilimleriyle bambaşka yönleri dikkat çekiyor. Ama çok da bildik bir hayat.

Yakınlığımız, içinde yaşadıkları koşullardan doğuyor. Daha doğrusu, koşullarına karşı takındıkları tavırdan. Öylesine durumlara, yani hiçbir yardım ve umut kalmamasına, bizim buralarda “Yer demir gök bakır” diyoruz. O korkunç, o vahşi, o acılı hayatları biliyoruz.

Çürümekte olan ahşap evin duvarlarından giren rüzgar, Ella ile Tike’ı olduğu kadar bizi de ürpertiyor. Durmaksızın çalıştıkları halde işlerini yetiştirememelerini, kendi hayatımızdan kesitler gibi izliyoruz. Arazi sahibinin gönderdiği acımasız yanıtları da, sanki buralardaki bir tüccarın sesinden duyuyoruz.

Romanı bu şekilde okumamızı sağlayan şey, elbette yazarının edebiyat anlayışı ve bu anlayışın dayandığı dünya görüşü.

BİR OZANDAN

Toprak Ev, halkının dağarcığında sağlam bir yer edinmiş Amerikalı ozan Woody Guthrie’ın tek romanı. 1947’de tamamlanan ama unutulmaya terk edilen bu çalışma, ancak 65 yıl sonra gün yüzüne çıkabildi.

Guthrie, başta Bob Dylan olmak üzere, sonraki kuşaktan birçok müzisyeni etkiledi. Üstünde “Bu makine faşistleri öldürür” yazan gitarıyla ortaya koyduğu sanatçı tavrı, dünyanın dört bir yanında karşılık buldu. Müziği sadece müzik olarak görmediği gibi, bir yöreyle ilgili gerçeklikleri de sadece orası ile sınırlı biçimde ele almadı. Tek romanını da aynı geniş bakış açısıyla yazdı.

Bu sayede, “Yukarı Düzlük” diye bir yerdeki Ella ile Tike isimli iki kahramanın yaşadıklarını hayatın derinliğiyle, insan ruhunun inceliğiyle ele alarak, oradaki olayları akıp giden hayatın hikayesi haline getiriyor. Yereldeki evrenselliğe ve kişideki insanlığa ulaşmanın başka yolu var mı?

TÜRKÜ GİBİ

Böylesine somut bir yerellikle anlatılan hikaye, tüm zaafları ve insanlık halleriyle birlikte oradaki halkı sevmemizi de sağlıyor. Daha önemlisi, aslında kötü bir halk, kötü bir kültür olamayacağını düşündürtüyor. Yeter ki yozlaşmasın!

Yozlaşma! Ne korkunç bir kavram, ne büyük bir tehlike! Kendi sınıfına ve kendi kültürüne yabancılaşan insanın sefilliği. Eleştirmek yerine yakınan, direnmek yerine birilerine yaranan, başının çaresine bakmak için kurnazlıklar düşünen, özgür tercih adı altında insanların çirkinlikleri seçmesini onaylayan, duyguları yağmalayan kişilikler... Yozlaşan insanlar.

Kötülükleri kişiselleştirmeyen bu roman, yozlaşmaya karşı bir direniş gibi de okunabilir. Hatta yazarının hiç haberi bile olmadan, memleketimizdeki arabesk belasına bir itiraz da sayabiliriz.

DAYANIŞMA VE MÜCADELE

Sert toprağa kazmanın işlememesi içimizi sıkmıyor. Ella’nın babasının bile, ileri sürdüğü şartları kabul edilmeyince yardım etmeyişi, yılgınlığa neden olmuyor. Olmaz elbette. Çünkü bunlar bir karamsarlık durumu yaratmak için değil, koşullarına teslim olmayan iki insanın hikayesi biçiminde anlatılıyor.

E, ne de olsa, bir mektubunda kendisinden “umut makinası” diye söz eden bir sanatçının romanı bu. Ella May ile Tike’ın ilişkisi “dayanışma” kavramını, ikisinin hayatı ise “mücadele” kavramını somutlaştırıyor.

Örneğin bir yerde, Tike, Ella’nın isteği üzerine, yaşadıkları ahşap eve rüzgar girmesini önlemek için duvarlara gazete kağıtları yapıştırırken bir yandan da dans ediyor. Neşeyle zıplayarak, karısına şakalar yaparak çalışıyor. Bu satırları okurken, önceki sayfalarda anlatılmış olan Tike’ı onca yoran işler ve içinde bulundukları yoksulluk daha da anlamlanıyor. Çünkü asıl konu, çiftin başına gelenler değildir, onların gösterdiği tepkilerdir.

EMANET

Kısa sayılabilecek bu romanda en uzun yer, başlardaki 14 sayfalık sevişme anlatısına ve sonlardaki Ella’nın doğum yapmasına ayrılmış. Buralardaki anlatım vahşi, sert, belki biraz aşırı doğal. Romantiklik arayanlar hoşlanmayacaktır. Ama gerçekçi. Acımasızca gerçekçi!

Çünkü “Doğa halkındandı Ella May’le Tike.” diye açıkça belirtilen bir hikayenin dili, içeriğini yansıtacak biçimde kurulmuş. Romanın başındaki sunum yazısında, Woody Guthrie’ın müzisyenliği için söylendiği gibi: “Şarkıyla şarkıyı söyleyen birdi.”

“Gerçek dışı” denebilecek tek anlatım, doğumun çok yaklaştığı sırada, Ella’nın gözlerinin önünde beliren görüntülerden, duyduğu hayali seslerden söz edildiği yerde ortaya çıkıyor. Birdenbire odaya insanlar gelip gitmeye başlıyor. Birbirlerinin içinden geçiyorlar. Rüzgarda ve güneşte uçuşup yere konan, savrulan, birbirine karışan, aslında tek bir bütünün parçası olan saman çöplerinden, koçanlardan, pamuk tiftiklerinden, topraktan oluşan görüntü gibi toplanıyorlar. Ovaların, tepelerin, nehirlerin, hepsinin tek bir bütünü meydana getirmesi gibi. Bir insan nasıl kendi başına bir bütünse, insanlığın da tüm unsurlarıyla tek bir beden gibi olması durumu. Kıran, aldatan, diğerlerini ezen insanların, bir bedendeki mikroplara, zararlı hücrelere karşılık gelmesi. Sayıları az da olsa sesleri güçlü çıkan zararlılar, çok gibi görünen kötüler.

İşte bu nedenle doğmalıdır bebek. Kötülüklere ve çirkinliklere karşı bir kişi çoğalmak için. Ella’nın güzelliğini devam ettirmek için.

Belki de bu satırlardaki anlatımdan dolayı, romanın son sayfasını çevirince öyle düşünüyoruz; yazarın o bebeği bize emanet ettiğini.

Zafer Köse, soL Kitap, 05/03/2014



Toprak Ev
Woody Guthrie
Türkçesi: Evrim Öncül
Kolektif Kitap
Şubat 2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder