Londra Köprüsü Yıkılıyor! - Asiye Açar - Sevdalım Hayat
Londra Köprüsü Yıkılıyor! - Asiye Açar

Londra Köprüsü Yıkılıyor! - Asiye Açar

Paylaş


Londra Köprüsü Yıkılıyor!

Londra’ya indik.

Havaalanında görünce beş dakika kadar gözümü alamadığım adam, pasaportları kontrol edip yolculara giriş izni veren görevliydi. Siyah takım elbise giymiş, başında kırmızı bir örtüyü kıvırarak oluşturulmuş bir tür başlık vardı. Esmer tenli ve sakallıydı. Büyük ihtimalle bir Hintliydi. Bu görüntü beni neden bu kadar şaşırttı? Çünkü Londra’ya gittiğim dönemde ülkemizde kamusal alanda başörtüsü ya da buna benzer bir dini aksesuar kesinlikle takılamazdı. Ayrıca evet, bir görevli olarak beyaz hatta bembeyaz bir İngiliz bekliyordum.

Zaten Avrupa’da yanıldığım ilk şey Almanya’ya gidip Alman göreceğimi, Londra’ya gidip İngiliz göreceğimi, Fransa'ya gidip Fransız göreceğimi beklemekti.

Görevli hızlı sorularla beni yokladı, turist miyim, göçmen miyim, kalıcı mıyım, gidici miyim... “Pasaportunuz neden gri?” diye sordu. Öğrencilerimi yaz okuluna getirmiştim. Övünerek söyledim "Çünkü devlet çalışanıyım, görevim icabı buradayım!" "Yanlış anlama yani, benden size zarar gelmez..." babında. Çünkü o aralar -mutlaka hala öyledir- İngiltere vizesi almak çok zordu. Veya bize öyle geliyordu. Vize almaya gittiğimizde bizi bir odaya alıp sağdan soldan önden vesikalık fotoğraflarımızı çekerlerken eşimin gücüne gitmişti. " Biz terörist miyiz ya, bu nasıl bir vize işlemi!" diye tepki göstermişti.

Bunun üstüne bizi asıl şaşırtan, Londra'da gerçekten korkutucu tipte insanlar havaalanında uçaklardan iniyordu. İngiliz polisler, onlara engel olmadan 5-6 metreden dikkatlice takip ediyorlardı. Vize alamayacağız diye boşuna korkmuşuz, bu insanların vize aldığı bir yerde bizim gibi ülkeye geri döneceği kesin, kendi halinde insanların vize alması hiç de zor olmamalıydı.

“Avrupa insan hakları” ile tanışıyordum.


Heathrow havaalanında her yerde Hintliler vardı. Hindistan 300 yıl kadar İngiliz hakimiyeti altında kalmış olduğu için, bugün Hintliler nüfusun önemli bir kısmını oluşturuyordu.

Londra’nın en popüler caddeleri Oxford ve Piccadilly’de İranlılar, Araplar, Pakistanlılar ve Türkler kol geziyordu. Yanımdan geçen insanların neredeyse üçte biri Türk’tü.

Şehrin bu kozmopolit yapısı, Londra’dan uzak kentlere gittikçe değişti. Cambridge, Londra gibi karışık değildi. Tipik bir İngiliz şehriydi. Düzenli yollar, dümdüz bir şehir, yan yana çatılı dubleks evler, şehrin ortasından akan bir nehir ve o nehre saçlarını indiren yemyeşil, upuzun ağaçlar… Nehrin üstünde yapılan envai çeşit aktivite. Kayıklarla turist gezdiriliyor, kürek sporu yapılıyor, yavrularıyla ördekler geziyor.
Nehir  dediysem koyu yeşil, çoğu zaman kahverengi akan bir su. Hava genelde serin, yağmurlu ve gri. Nerde bizim masmavi Boğaz’ımız, denizlerimiz ve sıcacık güneşimiz; diye düşünmeden edemiyor insan. Bizde neden bu kadar çok aktivite yok? Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde neden yüzme şampiyonları çıkmaz, yelken yarışları kıyıları doldurmaz, çeşit çeşit balıklarla sularımız akvaryum gibi olmaz?

Tam da bunları düşünürken öğrencilerimden biri rahatsızlandı. Taksi tutup hastaneye gittik. Orda öğrencimin 3 gündür çikolata  dışında bir şey yemediğini öğrendim! “Neden!” diye sordum. “Yediklerimizde domuz yağı olabilir hocam!" dedi. O kadar üzüldüm ki. “Başka memleketteyiz, eğer aç kalma durumun varsa her şeyi yiyebilirsin. Allah bunu affeder.” dedim. Yaban ellerde 8 kişilik ekibimin müftüsü sayılırdım sonuçta, icazeti verdim. Çocuk rahatladı. Yemek yemeye başladı... Dinimiz amin.


Asiye Açar




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder