Kaldır Başını
“Beynim bir kafesin içinde gibi, anlıyor musun abla! Okuyamamak öyle bir
şey işte.”
Kevser. 29 yaşında. Şanlıurfalı, 11 kardeşin en büyüğü bu pırıl pırıl kız,
çok istemiş ama okutmamış aile, ilkokul 3’ ten terk. “Çok ağladım” diyor
Kevser, “Çok yalvardım, öğretmenlerime mektuplar yazdım. Ama kaderimin önüne
geçemedim.” Sonrasında, kendileri gibi kalabalık bir aileye gelin gidiyor. Aklı
defterde, kitapta, okul sıralarında ama kendini tanımadığı bir genç adamın
karısı olarak buluyor. Aralarında ürkekçe yaşadığı koca bir kadın ve erkek
topluluğunun gelini/hizmetlisi oluyor. Kabulleniyor. Sevgi dolu bir kalbi var,
sabırlı, olumlu, olgun bir mizacı. Biraz da utangaç. Konuşmayı pek sevmeyen, başı
önünde mahzun gülümsemeli bir kız.
Kısa zamanda kocasını seviyor, sabrı ve iyiliğiyle öfkeli deli dolu bu
genç adamı yumuşatıyor, kendine benzetiyor. Ama diğerlerini zor. Kayınvalide,
eltiler, görümceler baskı üstüne baskı, herkes kendi mutsuzluğunu Kevser
üstünde hoyratça eritiyor. Çok üzülüyor Kevser ama isyan etmiyor. Etse ne fark eder?
Sabrediyor, kötülüğe karşılık vermiyor. Uyum sağlamaya çalışıyor, zaten bu
coğrafyada kızların en iyi bildiği şey “kabul etmek.” Ediyor.
Derken anne oluyor, kendi büyümeden. Bir kızı var artık. Birkaç yıl
geçmeden bir kızı daha. Ve sonra iki kız daha. Kevser kendi gibi güzel 4 tane
kızın annesi oluyor. Çok seviyor anneliği. Bildiğini öğretmeyi, onlarla oyunlar
oynamayı, koynuna alıp uyumayı. Hiç kızmıyor çocuklarına. Bağırmıyor, dövmüyor.
Bu yüzden bile tepki görüyor. Kevser yaşayamadıklarını bir rafa kaldırıp,
kızlarıyla, kocasıyla olabildiğince kendilerine ait bir dünya kurmaya çalışıyor.
Mutlu olmaya, mutlu etmeye çalışıyor. Kocası inşaatlarda çalışıyor. “Kiramız
yoktu en azından.” diyor. Kazandıkları yetiyor da paylaşmaya bile artıyor.
Çünkü en güzel lokmanın paylaşmak olduğunu biliyor, azla yetiniyor, çocuklarını
da öyle yetiştiriyor.
Derken bir gece olanlar oluyor. 16 yaşındaki kayınbiraderi dışarıda bir
parkta, arkadaşıyla sertçe atışırken elinden bir kaza çıkıyor. Bıçakladığı 20
yaşındaki arkadaşı oracıkta hayatını kaybedince, bir anda ölen gencin ailesiyle
kan davası başlıyor. Karşı aile, bıçaklayan genci polisler götürdüğü için, onun
yerine ağabeyinin, yani Kevser’in kocasının peşine düşüyor.
Daha o gece, öfkeli aileden önce haberi geliyor eve. “Fatih kaç!” diyor
Kevser, “Bizi merak etme.” Oysa çok korkuyor. En küçüğü 1 yaşında boy boy
bebeleri bir şeyden habersiz, kayınvalidesi kendini kaybetmiş sinir krizi
geçiriyor. Evde bir panik havası. Derken korkulan oluyor ve öfkeli kalabalık
evin kapısına dayanıyor. Bağırış, çağırış küfürler. Taşlar atılıyor içeri,
sopalarla kapılara vuruluyor. Çocuklar ağlamaya başlıyor, Kevser korkuyor
sıkışıp kaldıkları bu evde. Bir anda bir gürültü kopuyor, sonra bir tane daha.
Kırılan camlardan içeri ateşli toplar giriyor. Ateş değdiği yeri yakıyor, bir
yandan çocukları saklıyorlar, bir yandan yanan yerleri söndürmeye çalışıyorlar
ama boşuna. Kalabalık öyle öfkeli ki! Fatih’ i istiyorlar. Kana karşılık kan
istiyorlar. Sonra nasıl oluyorsa oluyor,
Fatih’ in evde olmadığına ikna olan kalabalık oradan uzaklaşıp Fatih’ in peşine
düşüyor.
“Ben iyiliğe inanırım diyor Kevser. Bir gün önce çocuklarıma bayramlık
almıştım, bir tane de durumu bizden kötü bir komşumuzun çocuğuna alıp götürdüm.
Çok mutlu olmuşlardı, ben de azımı paylaşıp çok etmekten mutlu olmuştum. O gece
kaçan Fatih’e kapısını açan ev o evmiş işte.” Ardından gelen arabalardan,
motosikletlerden yaya kaçan Fatih, yakalanmasına ramak kala, kendine açılan
kapıdan içeri giriyor, o anda gelen polisler ise kalabalığı dağıtıyor. Tehlike
geçici de olsa atlatılıyor ama tehdit devam ediyor. Artık Urfa’ da kalamazlar.
Fatih, Kevser, diğer erkek kardeşleri, eşleri, çoluk çocuk apar topar
kaçıyorlar birkaç gün içinde. Kevser’in kucağında 4 çocuk, birkaç valiz, biraz
erzak, olabildiğince uzağa, batıya kaçıyorlar. Bir tanıdıkları aracılığıyla
Yalova’da bir köye geliyorlar. Bir süre orada kaldıktan sonra şehirde bir ev
buluyorlar, konu komşu yardım ediyor biraz eşyayla evi eve benzetip, 11 kişi
birlikte yaşamaya başlıyorlar. Zaten kısıtlı olan paraları bir süre sonra
tükeniyor. Fatih inşaatlara gidiyor iş arıyor. İşsizlik, yokluk, evdeki
huzursuzluk bir yana can korkusu yaşıyorlar. Çocuklar gece uykularından
sıçrıyor, Kevser’in gözüne ise uyku girmiyor, korkuyor. Fatih için, çocuklar
için.
Bir taraftan da içi kıpır kıpır. İlk kez gördüğü, mavisi göğe benzeyen
deniz içini ferahlatıyor. Mecburiyet de
olsa yeni bir yaşam ona umut veriyor. Kızlarını burada okutabilir, kendi
yaşadıklarını yaşamasına engel olabilir. Derken iyi haber geliyor, nasıl
olduysa oluyor kan davası bitiyor. Kanlılarla anlaşma yapılıyor. Hal böyle
olunca evdeki diğer aile dönüyor memlekete. Kevser direniyor. “Ben her şeye
razıyım, kuru ekmek de yesek biz burada kalalım.” diye yalvarıyor Fatih’ e. “Kızları
okutalım.”
Fatih Kevser’i dinliyor. Karısı ve dünyalar güzeli 4 kızı ile burada daha
mutlu olacaklarını hayal ediyor. İnşaatlarda çalışmaya başlıyor. Kevser de elinden
ne gelirse yapıyor, sepet örüyor, tütün sarıyor, bunları satmaya çalışıyor. Ama
çocuklar küçük, dışarıda işe gidemiyor. Erken erken başlatıyor çocukları okula.
Şimdi 9 yaşındaki beşinci, 6 yaşındaki ikinci sınıfta; 3 ve 4 yaşında olanlar
ise evde. İnşaat bitiyor iş bitiyor, hava kötüleşiyor iş olmuyor, Fatih var
gücüyle çalışıyor ama yetmiyor. 4 tane çocuk, okulları, beslenmeleri, kira,
faturalar derken bir de kış bastırıyor. Ev buz gibi, rutubetli. Kömür almak
lazım, alamıyorlar. Devletin verdiği yanmayan kömür için yazılıyorlar, ama sıra
gelmiyor bir türlü.
O sıralarda tanıştım ben kardeşim Kevser’le. Yalova’daki bir yardımlaşma
platformunun sosyal medyadaki kimsenin kulak vermediği duyurusu sayesinde. Bir
kumbara yaptık, eş dost arkadaş kim varsa, elden geldiğince kumbarayı
doldurduk. Kışlık yakacak ve erzak aldık. Çocuklara oyuncaklar ve giysiler. Önceleri
çekindim. Gitmedim evlerine, tanışmadım. Ama sonra telefonda konuştuğumuz bu
genç kadınla göz göze, el ele olmak için içimde büyük bir istek duydum. İyi ki
çekingenliğimi yenmiş, Kevser ve ailesiyle tanışmışım. Aramızda çok güçlü bir
sevgi bağı oluştu. Çocuklarını kendiminkiler gibi kokladım, öptüm. Oyunlar
oynadık. Kevser’ le dertleştik, yol arkadaşı olduk. Yalova’ da kimsesi olmayan
bu ailenin oduna-kömüre değil kardeş bir aileye ihtiyacı vardı. Kevser’in bir
ablaya ihtiyacı vardı. Kimi zaman eşimle gittik ziyaretlerine, sobanın üstünde
kaynayan çaylarımızı içerken, aramızdaki kardeşlik bağı daha da ısındı.
Kevser’ le görüşemediğimiz zamanlarda mektuplaşıyoruz. Hayaller
kuruyoruz. Kevser, ilkokulu dışarıdan bitirdi bu zorluklar içinde. Şimdi hedefimiz
ortaokul ve lise. O diplomayı alıp birlikte kutlayacağız ve Kevser’e iş
bulacağız. “Ben kocamın eline bakıp geçiremem hayatımı abla” diyor, “Nasıl da
çalışıyor benim ona yardım etmem lazım.”
Hayatımın belki en yılgın en umutsuz döneminde, Kevser bana yoldaş oldu.
İyiliği, samimiliği, umudu ve azmiyle hayata bakışımı değiştirdi. Sevginin ve
sabrın anahtarlığını bir kez daha hatırlattı. Kevser artık bu şehirde yalnız olmadığını
biliyor. Bir ablası, bir dostu, bir ailesi daha var. Ben de biliyorum ki, Kevser
kardeşimin elini asla bırakmayacağım. Çok iyi bir baba olan Fatih’le ve pırıl
pırıl geleceklerini birlikte izleyeceğimiz kızlarıyla birlikte güzel günlere
yürüyeceğiz.
Hayat zor biliyorum. Hepimizin ayrı ayrı tasaları var. Ama bazen kafamızı
gömdüğümüz kendi dünyalarımızdan başımızı kaldırıp başka dünyalara dokunmak
gerekiyor. Hayatın hikayeleri TV ekranlarında izlediğimiz dizilerden çok, yanı başımızda.
Yönetimine kızdığımız sitenin iki sokak ötesinde, çocuğumuzu götürdüğünüz keman
kursunun iki cadde üstünde… Aynı topraklarda yaşayan, bir farkımız olmadan
doğmuş, sonra günlerin getirdikleriyle hayatları farklılaşmış insanlarız
sadece.
“Yurttaşların eğitimini, sağlığını, geleceğini, güvenliğini, mutluluğunu korumakla yükümlü bu
devletin, yapmadığını biz bireysel olarak ne kadar telafi edebiliriz? Ya da
neden etmeliyiz?” diyebilirsiniz. Haklısınız. Ama bunun yöntemi, farkında olmak, tepki vermek, birleşmek ve
hakkımızı aramakla olur. Bu kötü ve adaletsiz yönetimden nasibini almış olanlara
ise ancak el verebilir, kucaklayabiliriz.
Paylaşmak güzeldir. Bazen ekmeğini paylaşırsın bazen tecrübeni, bilgini.
Kimi durumda sohbetin her şeyden daha makbule geçer, kimi durumda bir parça
maddi yardımın. Kardeşlik güzeldir. Lütfen başınızı kaldırın. “Kardeş Aile”
deyimini lügatinize alın. Yanı başınızda
size ihtiyacı olan ve aslında sizin de onlara ihtiyacınız olduğu bir aile, bir
öğrenci, bir çocuk olabilir.
Hande Çiğdemoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder