Bu yazı 1993 yılının Ocak ayında Varlık
dergisinde yayınlandı. Artık aramızda olmayan sevgili Enver Ercan’la tam yirmi
beş yıl önce Varlık’taki dağınık odasında oturup daktiloya çekilmiş yazılarımın
içinden seçtik. Dizgiciye verdik. Aynı yıl içinde Yağmuruykusu adlı ilk kitabım
yine Varlık tarafından yayınlandı. Yazma tutkumu destekleyen Enver Ercan ve
onun ebedi Varlığına saygıyla…
Karanlık, uzun geceler vardır. Kapalı gözlerle uzandığım. Birkaç saatin
bana ait olduğu karanlıklar. Bazen fırtına sesi işitilir. Bazen panjurların
çinkolarına gür yağmur damlaları çarpar. İçime dek gelir yağmurun coşkusu,
ıslaklığı.
Tezer Özlü / Çocukluğun Soğuk Geceleri
dış - sokak
Kapalı gözlerimden içeri girip odacıklara,
kuytulara, labirentlerimin en ücra köşelerine akın eden buruşuk görüntü
öbekleri. Ardından gelen sesler. Bedenimde ani hareketler. Ardından, giden
sesler. Hücrelerimin kuytularına işleyen ritim hızlanıyor. Sokak, kapılarını
kapatıyor, bu şehir demir kapılarını kapatıyor üzerime. Sokak, dışarıda,
varlığıyla - yokluğuyla biçimsizleşiyor. Bir göz; devamlı izleyen. Ağırlaşan
bir göz. Akşamın kapanan kapılarının gerisinde, gecenin açılan pencereleri
olmalı. Bir göz. “Karanlık, uzun geceler vardır.” Sözcükler kıpırdanıyor.
Odayı, sokağı, bu şehri dolduran ve boşaltan üşenmeden; sözcükler
tekrarlanıyor. Cıvıl cıvıl, cıvık cıvık, renkli, ahenkli, renkli rüyalar vardır
elbet, elbet vardır. Düşlerimiz içimize kırık oysa. Sözcükler. Devamlı çekim;
zincirleme sekans. Uzaklar puslu manzara.
Sokak yavaştan kapıyor kapılarını. Oysa
adımlar susmadı henüz. İçime çekilmeliyim. Kırıntıgörüntülerden hatıra mısralar
dilimde kekriyor. Sözcükler tekrarlanıyor makaralarda. Tekrarlanıyor. İçime
çekilmeliyim. Bir yılbaşı gecesinde bir film sayıklamak istiyorum, aklım.
Dışarısı kapılarını yüzüme yüzüme kapıyorken. Yüzüm derin, biçimsiz, kesintili
yüzlere eğik. Baklava yorganın içinde, dışardan kopup gelen bir hastalığı
işitiyorum. Derken, dışarısı hepten kapanıyor, aklım. Sokak, orası soğuk mudur
şimdi?
iç - akşam
Yatağımın başucunda duran komodinin
üzerinde ilaçlar, su dolu bardak, saat, bir çanak dut kurusu ve kedi tüyü. Göz
ucuyla hareket. Penceredeki tülün ardından ilkokul çocuklarının resim
defterlerine bulaştırdıkları gök rengini görüyorum. Kirli mavi. Kirli sarı.
Gri. Kirpiklerim birbirini itiyor. Üsttekiler diretiyor. Kirli renkler doluyor
odaya, gözlerimin ucuna. Eşyaların her birinden tıkırtılar geliyor. Çatırtılar.
Eşyaların gün yorgunlukları, eşyaların yıl yorgunlukları bu gece acımasızca
çıkıyor. Televizyon, müthiş bir gevşemeyle tıkırtılar yayıyor. Kabına sığmadığı
söylenebilir. Uyku saati şimdi. Şöyle büyük bir uyku. Vitrindeki gösterişli,
kullanışsız, zaten hiç kullanılmamış bardaklar, biblolar çekingen. Tıkırtıları
gaipten işitiliyor. Göz geziniyor. Halının şekilleri gitgide anlamsızlaşıyor.
Atlar ejderhalara, ejderhalar şatolara, şatolar savaş gemilerine dönüşüyor.
Derken, karanlık...Aniden çöken sarhoşluk. Göz geziniyor. Kirpiklerin
mücadelesi hiç bitmiyor. Dış alemden iç aleme gezgin bir kuşku var. Şimdi büyük
bir uyku. Kıpırtılı, kuşkulu, evet, korkulu ve sözcüklü.
son ezan
Günün son haykırışları. Yılın son... Dört
koldan saldırıya geçen çağrı. Korkunun kucağında geçen saniyeler. Damlacık ter.
Anımsanmaya çalışılan ilk sevgili, sonra hepten unutulan... Dudaklardan boynuna
uzanılan son sevgi. Bazen bir şarkı, bazen bir hediyeyle sarmaş dolaş. İşte
bitti. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen Capra filmleri gibi, çokça tek bir şarkı.
Brel'den. Yılbaşı kahkahaları garip şapkaların içine gizlenip uykuya gömülecek
birazdan. Bir şarkı duyulacak, günün son ezanı ardından. Film insanlara
giydirilen melodiler. Sevgi dolu olanlara eskiciden alınmış bir şapka...Siyah.
Gizli bir el, boşlukta, karanlık bir radyonun düğmesini arayışa çıkacak
birazdan. Melodiler. “Yılın son saatleri.” “Yılın son melodileri.” Göz
gezinecek. Sonra yavaş yavaş, katıksız bir uyku. Şu baklava yorgan, tepelere
kadar, gergin... Ayaklar, nasıl da buz.
Düş çekimi. Uyku. Tuz buz. Rüyasalınım.
Karabasan.
Kara basmadan, arabalarında yol alan
insancıklar. Radyatörlü arabalarında...
Karabasan.
Kara kuru bir kız çocuğu, sokakta, bir
köpeğin peşi sıra koşuyor.
Karabasan.
Karafatmanın biri, komodinin üzerinden
geçip yukarılara yollanıyor.
Karabasan.
Kar başladı dışarıda. Kule kırmızı yakıyor.
Karabasan.
Kara bölgelerinde odanın, bir şapka.
Karabasan.
Korku. Ter damlacıkları. Televizyondan
tıkırtılar. Günün bütün yorgunluğu kış kış ediliyor. Göz bunları bir bir
izliyor.
iç - gece
Daha bir içime gömülüyorum. Eski film
kareleri geçiyor odadan. İrkiliyorum. Kapıdan girip perdenin kıvrımları
arasında yitiyorlar. Karanlık. Işıklı filmler karanlığı deliyor. Gecenin içinde
yeni bir şeylerin gizi parıldıyor. Eski gizler hep eski defterlerde. Eski
yüzler hep oralara konuk...Göğsüm bir inip bir kalkıyor. Göğsümün orta yerinde,
uçup konuvermiş bir canavar.
Bedenime vurup duran bir dev. Sonra bir
başkası. Kapı davul gibi vuruluyor. Güm güm güm. Güm güm güm. Bir müzik eşlik
ediyor gümbürtüye. Kulaklarımı tıkamayalı ne kadar oldu. Kulaklarımı tıkayayım
mı?
Sevişmeler, öpüşmeler, dokunuşlar başlıyor
sonra. Bacak kuytularından kol kuytularına, boyun kuytularına erişiyorum.
Islaklık. Yastık bunu biliyor. Baklava yorgan bunu biliyor. Hepten kayıplara
karışan odam bunu haydi haydi biliyor.
Bu yılbaşı akşamı bütün yılbaşı
akşamlarının serin telaşlarını, çocuksu buluşmalarını kokluyorum. İçime sinen
bir karanlık. İçime boca edilen bir karaltı. Kar yeniden başlıyor. Ezan
bitiyor.
ilk uyku
Hiçbir şey değişmeyecek, biliyorum bunu.
Uyku hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Pis yorgunluğu atmama yardımcı olmayacak.
Birazcık düşünmeme engel olacak. Arınmaya da... Ama hepsi bu kadar mı?
Bu yastıkçı kafa benim mi acaba. Ya bu
beden. Soğuk kış günlerinde bile ince bir pikeyle avunabilen... Ellerim
birbirine kardeş ve tüm bedenim tek bir omzuma yüklenmiş.
Hiçbir ses istemem. Ne bir müzik, ölülerin
ağzından, ne bir kedi miyavlaması. Değiştirmeyecek, biliyorum. Onun için de pek
fazla düşünmüyorum. Uykunun karanlık sokaklarında geçiriyorum günlerimi. Bir
şey kalmadı ki yapacak. Şimdi uyumak istiyorum. Biraz sayıklamak. Yaşlı
bedenimi, yaşlı ellerimi ve hepten yitirdiğim duygularımı düşünmemecesine
uyumak. Oralarda, o isimsiz yerlerde dolaşmak. Duymamacasına. Uyku. Büyük bir
uyku. Tüm kusurlarına karşı yaşamın...Uyku. Zihnin dalaveresi. Düşün kanaması.
Hiçbir şey değişmeyecek. Biliyorum. Uzayıp göğü delen minarelerden, bütün
şerefelerden, ikişer üçer, güvercinler havalanırken duyacağım sesler ve
sözlerle irkileceğim yine. İnsanları öperken uyanacağım, şehre yağmur yağarken.
Ender Macun, Varlık,
s. 1024, Ocak 1993
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder