Danimarka'da ev değiş tokuşu yapacağımız Agerbo ailesi ile aylar
öncesinden anlaştık ve planımızı yaptık. 2016 Temmuz’unda yapacağımız tatilimiz
için uçak biletlerimizi de sekiz ay
öncesinden almıştık ki, 10 Ekimde Ankara’da düzenlenen bir barış mitinginde çok büyük
bir patlama oldu. O dönemde maalesef hiç bir örgütün sahiplenmediği fakat hep
IŞİD’in yaptığı söylenen, halka korku saçan, peş peşe patlamalar olmaya başlamıştı.
Patlamadan sonra Jane bana
mail attı. "Nasılsınız Asiye? Biz gelemesek de sizi anlaştığımız gibi
misafir edeceğiz." İçimiz ferahlarken cız etti. Patlamaya elbette çok
üzülmüş ve korkmuştuk ama diğer taraftan da hayat devam ediyordu ve
biletlerimizin yanmasından korkuyorduk. “Kader dedim, terör tüm dünyanın
felaketi, bakın biz buradayız, siz de gelin...” falan yazdım, dünyanın en mutlu insanlarının yaşadığı ülkeden
ülkeme gelecek, hiç tanışmadığım arkadaşıma...
2 ay sonra biletlerini aldıklarını söylediler. Gelmeye karar vermişlerdi, çok sevindik.
2 ay sonra biletlerini aldıklarını söylediler. Gelmeye karar vermişlerdi, çok sevindik.
Tatil tarihimiz yaklaşınca
internetten görüntülü görüşelim istedik. Hem yüz yüze tanışmış olacaktık hem de
kameradan evimizi tanıtacaktık. Heyecanla telefonun karşısında beklerken en az
bizim kadar heyecanlı çok tatlı bir çift ve üç şeker çocuk belirdi karşımızda. Bir
flört neşesi içindeydik. Ben mutfağı, balkonu kameraya sığdırarak tanıtmaya çalışırken
onların arkadan “Aaa vantilatör
çalışıyor, haa heyooo...” cümleleriyle beraber mutluluk çığlıklarını duyuyordum.
Garip gelmişti o an bana ama Danimarka’ya gelince vantilatöre niye o kadar
sevindiklerini anladım; resmen yaz ortasında donduk.
Karşılıklı yola çıkıp, Hamburg
havaalanında buluşacağımızdan 2 gün önce, İstanbul dış hatlarda bir patlama
daha oldu. Bu, alışılmadık şekilde sadece ülke halkını değil turizmi de hedef
alan, insanların yüreklerine acı ve güvensizlik salan çok haince bir
saldırıydı. Patlamayı duyunca eşimle sadece sustuk.” Artık onlara gelin
diyemem" dedim. "Başlarına bir şey gelirse bu vicdan azabını ve üzüntüyü
kaldıramam."
Ertesi sabah bir mail geldi. Jane Messenger’dan atmış, yavaşlayan internetten ulaştıramamış." Asiye iyi misiniz, ailen arkadaşların iyi mi, sizi merak ettik."
Ertesi sabah bir mail geldi. Jane Messenger’dan atmış, yavaşlayan internetten ulaştıramamış." Asiye iyi misiniz, ailen arkadaşların iyi mi, sizi merak ettik."
"İyiyiz." dedim. Ve
Hamburg havaalanında buluşacağımız yerin ayrıntılarını konuşmaya başladık... İçim
cız etti yine...Vazgeçmemişlerdi.
Eşi ve 3 çocuğuyla sağ salim
gelip, sağ salim ülkelerine dönmelerini diledim, Türkiye’den lokum, Türk
kahvesi tadında ayrılmalarını istedim Allah'tan.
Hamburg’da buluştuk kırk yıldır tanışıyor gibi. Çantamızdan şakır şukur çıkardığımız ev ve araba anahtarlarımızı birbirimize teslim ettik. Havaalanından çıkıp “yeni arabamıza ”bindik ve yola koyulduk.
Dünyada sadece Türk misafirperverliği var zannetmeyin sakın. Danimarka'daki yeni evimizde yan komşumuz Jens sabah kapımızı çaldı ve “Hoş geldiniz” dedi. Elinde bir kâğıt tutuyordu, nereleri gezip görmemiz gerektiğini yazmış! Buna hiç gerek yoktu, zaten bir yere gitmeden yeterince araştırma yapıyorduk. Ama çok hoşumuza gitti. Bize arabasıyla kaldığımız şehir Esjberg’i gezdirebileceğini söyledi. Hayır demedik. Sonra da eşim Tina size kek ve kahve yaptı gelir misiniz? dedi. Tabii ki buna da hayır demedik. Davete icabet gerekir.
Jens bizi, çöplerin elektrik enerjisine çevrildiği fabrikaya ve çok büyük bir rüzgar tribününün olduğu yere götürdü. Ülkesiyle gurur duyuyordu. O bölgenin tüm elektriğini çöplerden ve bu rüzgar tribününden elde ettiklerini söyledi. Zaten eve vardığımızda ilk dikkatimizi çeken şey, her evin önünde bulunan 3 büyük çöp konteynırıydı. Biri kağıt atıklar, biri cam şişeler diğeri de mutfak atıkları içindi. Her evin çöpü ayrıydı. Çöpler böyle ayrışıp doğru fabrikaya gidiyordu.
Tina ve Jens ilerleyen günlerde bizi evlerine akşam yemeğine davet etti. Bize Danish yemekleri pişirdiler. En sonda da waffle üstü dondurma ve kahve vardı, Jens yaptı. Yemeklerin üzerine Türkçe etiket tutturacak kadar incelik gösteren bu güzel komşular karşısında çok mahcup ve mutluyduk. Tabii bunun üstüne bana da yol göründü, gitmeden onlara Türk mutfağından bir şeyler hazırlamam lazımdı.
Bir iki gün içinde hemen davet ettik biz de onları. Efenim menü: Macar çorba, tavuklu pilav, cacık, salata, sütlaç. Bu arada sütlacı onlar da yapıyorlarmış, hem de Noel’de. Özel bir tatlıları yani. Türk yemeklerini sevdiler mi? Söylemesi ayıp ikişer tabak yediler... Türk sofrasında Macar çorba olur mu diyeceksiniz, e orada biraz kolaya kaçtım. En sevdiğimiz çorbayı yaptım.
Hamburg’da buluştuk kırk yıldır tanışıyor gibi. Çantamızdan şakır şukur çıkardığımız ev ve araba anahtarlarımızı birbirimize teslim ettik. Havaalanından çıkıp “yeni arabamıza ”bindik ve yola koyulduk.
Dünyada sadece Türk misafirperverliği var zannetmeyin sakın. Danimarka'daki yeni evimizde yan komşumuz Jens sabah kapımızı çaldı ve “Hoş geldiniz” dedi. Elinde bir kâğıt tutuyordu, nereleri gezip görmemiz gerektiğini yazmış! Buna hiç gerek yoktu, zaten bir yere gitmeden yeterince araştırma yapıyorduk. Ama çok hoşumuza gitti. Bize arabasıyla kaldığımız şehir Esjberg’i gezdirebileceğini söyledi. Hayır demedik. Sonra da eşim Tina size kek ve kahve yaptı gelir misiniz? dedi. Tabii ki buna da hayır demedik. Davete icabet gerekir.
Jens bizi, çöplerin elektrik enerjisine çevrildiği fabrikaya ve çok büyük bir rüzgar tribününün olduğu yere götürdü. Ülkesiyle gurur duyuyordu. O bölgenin tüm elektriğini çöplerden ve bu rüzgar tribününden elde ettiklerini söyledi. Zaten eve vardığımızda ilk dikkatimizi çeken şey, her evin önünde bulunan 3 büyük çöp konteynırıydı. Biri kağıt atıklar, biri cam şişeler diğeri de mutfak atıkları içindi. Her evin çöpü ayrıydı. Çöpler böyle ayrışıp doğru fabrikaya gidiyordu.
Tina ve Jens ilerleyen günlerde bizi evlerine akşam yemeğine davet etti. Bize Danish yemekleri pişirdiler. En sonda da waffle üstü dondurma ve kahve vardı, Jens yaptı. Yemeklerin üzerine Türkçe etiket tutturacak kadar incelik gösteren bu güzel komşular karşısında çok mahcup ve mutluyduk. Tabii bunun üstüne bana da yol göründü, gitmeden onlara Türk mutfağından bir şeyler hazırlamam lazımdı.
Bir iki gün içinde hemen davet ettik biz de onları. Efenim menü: Macar çorba, tavuklu pilav, cacık, salata, sütlaç. Bu arada sütlacı onlar da yapıyorlarmış, hem de Noel’de. Özel bir tatlıları yani. Türk yemeklerini sevdiler mi? Söylemesi ayıp ikişer tabak yediler... Türk sofrasında Macar çorba olur mu diyeceksiniz, e orada biraz kolaya kaçtım. En sevdiğimiz çorbayı yaptım.
Danimarka’dan Bilgiler:
Bir sürü adadan oluşuyor, toplamda
bizim Ege bölgesi kadar.
Tüm Danimarka nüfusu 5.5
milyon, yani İzmir’den az biraz fazla.
Dünya çapında yapılan
anketlere göre, Danimarkalılar en mutlu insanlar.
Vergilerin en büyük payı,
sağlık ve eğitime harcanıyor. İkisi de ücretsiz.
Her yerde insanlar "No
Danish, English" dediğimde, düğmeye basılmış gibi İngilizce konuşmaya
başlıyor, tekleme duraksama yok. Komşumuz Jens, Danimarka’da İngilizce
öğretiminin Almanya’dan daha iyi olduğunu söyledi. Gerçekten de Hamburg’
da bunu test ettik, onayladık! Otel görevlisi
İngilizce bilmiyordu!
Hayvanların serbestçe
gezdiği parklar, ormanlar var, besleyebiliyorsunuz.
Bol karavan var, karavan
tatilini seviyorlar.
Bisikletin her türlüsü var. Tekli,
çiftli, çekçekli... Futbol sahaları, fitness merkezleri. Okulların kendinden
büyük spor sahaları var.
Aylık kazançları güzel.
İnkâr etmiyorlar, memnunuz diyorlar.
Komşularımız neredeyse her
yıl Türkiye’ye geliyor, bir hafta 5 yıldızlı otelde kalıyorlarmış . “Otelden
çıkmıyoruz, hizmetten memnunuz” diyorlar.
Yiyecek fiyatları fena değil,
kıyafet pahalı. İnsanlar sıcakkanlı.
Aileye önem veriyorlar, bizim
mahallede herkesin en az 2 çocuğu var, genelde 3 ya da 4.
Danimarka şu ana kadar gittiğim en güzel ülkeydi. Kaldığımız şehir Esbjerg, tüm olanaklara sahip bir liman kenti ama sakinliği ve yemyeşil doğasıyla geniş bir köy gibiydi. Yazın bile hava soğuk ama durup durup başlayan, altında saatlerce yürümelik sakin yağmurlar yağıyor. Bayıldım.
Ve dönüş vakti geldi çattı. 15 Temmuz sabahı erkenden kalkıp arabamıza bindik. Agerbo ailesiyle Hamburg havaalanında buluşup anahtarlarımızı teslim ettik. Neşe içinde bir hatıra fotoğrafı çektirdik. Bu gezinin hiç bir sorun çıkmadan tamamlanmasıyla çok rahatlamıştık.
Biz oradan Romanya’ya inip yeni evimize giriş yaptığımızda eşim ”Türkiye ’de darbe olmuş! dedi. İnanamadık.
İzmir’de bakkal dükkânı işleten kayınvalidem ve kayınpederim, insanların resmen dükkanı yağmaladığını, herkesin bankamatiklere akın ettiğini söylüyordu. Çok tedirginlerdi. Biz de öyleydik.
Bu olayda beni en çok sevindiren, misafir ailemiz Agerboların bu karmaşayı yaşamadan, 5 saat önce Türkiye’den ayrılmış olmalarıydı.
Bir kaç gün sonra “güzel” ülkemize geri döndük.
Allah “çirkin” şansı versin derler…
Birkaç Fotoğraf Daha
Danimarka’da güneş enerjisinden elektrik elde etmek için kurulan güneş paneli tarlaları… Güneş günde bir saat ya parlıyor ya parlamıyor. Düşünün bizdeki güneşi. Her şehirde sadece 5 tarla olsa, yahu başka kaynağa ihtiyaç kalmaz...
Gittiğimiz yerlerde mutlaka mezarlık ziyareti yapıyoruz. Niye bilmiyorum, herhalde oranın kültürüne dair çok şey verdiği için. İşte aşağıda şehrin ortasında bir park gibi geçebildiğiniz, ürkütmek yerine huzur veren bir mezarlık. Danimarkalıların ince zevki burada da kendini gösteriyor, şu mezar taşlarının zarafetine bakar mısınız...
Kuzey denizine doğru gittik bugün. Blavand, buranın Çeşme’si. Almanya’dan insanlar buradan yazlık kiralıyorlarmış. Parmağını denize sokan yok, çünkü çok soğuk. Türkiye’yi tabii çok severler.
1996 da 18 arkadaşıyla karaya vurmuş bu balina. Her şeye eğitim gözüyle bakan Danimarkalılar da alıp balık müzesine getirmişler iskeleti. Kılçığı mı demeliydim?
Esjberg Balık müzesi. Bu havuzdaki balıklara dokunabilirsiniz. Kibarca uyarılar var:” Sıkıp tutmaya çalışmayın sadece parmaklarınızla dokunun” diye. Vallahi bu müzeyi gezdikten sonra "Balık hafızalı" deyimini kullanmam artik. Bu balıklar sev diye yanına yanına geliyor. Havuzda gördüğünüz kalkan balığı resmen bize şov yaptı, ters ters yüzmeler, efendim önümüzden önümüzden geçmeler... Foklar onları besleyen kızla resmen şakalaşıyorlardı, paçasına paçasına vuruyordu biri "Hadi balık yok mu daha?" diye. Kız en son boş kovayı gösterince, bozulmuş bir şekilde arkasını dönüp bir suya girmesi vardı, görmeliydiniz! Bu hayvanları bir gün anlayacağız da ne zaman...
Ve en güzel an. Sağ salim anahtarlarımızı birbirimize teslim ettik.
Danimarka şu ana kadar gittiğim en güzel ülkeydi. Kaldığımız şehir Esbjerg, tüm olanaklara sahip bir liman kenti ama sakinliği ve yemyeşil doğasıyla geniş bir köy gibiydi. Yazın bile hava soğuk ama durup durup başlayan, altında saatlerce yürümelik sakin yağmurlar yağıyor. Bayıldım.
Ve dönüş vakti geldi çattı. 15 Temmuz sabahı erkenden kalkıp arabamıza bindik. Agerbo ailesiyle Hamburg havaalanında buluşup anahtarlarımızı teslim ettik. Neşe içinde bir hatıra fotoğrafı çektirdik. Bu gezinin hiç bir sorun çıkmadan tamamlanmasıyla çok rahatlamıştık.
Biz oradan Romanya’ya inip yeni evimize giriş yaptığımızda eşim ”Türkiye ’de darbe olmuş! dedi. İnanamadık.
İzmir’de bakkal dükkânı işleten kayınvalidem ve kayınpederim, insanların resmen dükkanı yağmaladığını, herkesin bankamatiklere akın ettiğini söylüyordu. Çok tedirginlerdi. Biz de öyleydik.
Bu olayda beni en çok sevindiren, misafir ailemiz Agerboların bu karmaşayı yaşamadan, 5 saat önce Türkiye’den ayrılmış olmalarıydı.
Bir kaç gün sonra “güzel” ülkemize geri döndük.
Allah “çirkin” şansı versin derler…
Birkaç Fotoğraf Daha
Danimarka’da güneş enerjisinden elektrik elde etmek için kurulan güneş paneli tarlaları… Güneş günde bir saat ya parlıyor ya parlamıyor. Düşünün bizdeki güneşi. Her şehirde sadece 5 tarla olsa, yahu başka kaynağa ihtiyaç kalmaz...
Gittiğimiz yerlerde mutlaka mezarlık ziyareti yapıyoruz. Niye bilmiyorum, herhalde oranın kültürüne dair çok şey verdiği için. İşte aşağıda şehrin ortasında bir park gibi geçebildiğiniz, ürkütmek yerine huzur veren bir mezarlık. Danimarkalıların ince zevki burada da kendini gösteriyor, şu mezar taşlarının zarafetine bakar mısınız...
Kuzey denizine doğru gittik bugün. Blavand, buranın Çeşme’si. Almanya’dan insanlar buradan yazlık kiralıyorlarmış. Parmağını denize sokan yok, çünkü çok soğuk. Türkiye’yi tabii çok severler.
1996 da 18 arkadaşıyla karaya vurmuş bu balina. Her şeye eğitim gözüyle bakan Danimarkalılar da alıp balık müzesine getirmişler iskeleti. Kılçığı mı demeliydim?
Esjberg Balık müzesi. Bu havuzdaki balıklara dokunabilirsiniz. Kibarca uyarılar var:” Sıkıp tutmaya çalışmayın sadece parmaklarınızla dokunun” diye. Vallahi bu müzeyi gezdikten sonra "Balık hafızalı" deyimini kullanmam artik. Bu balıklar sev diye yanına yanına geliyor. Havuzda gördüğünüz kalkan balığı resmen bize şov yaptı, ters ters yüzmeler, efendim önümüzden önümüzden geçmeler... Foklar onları besleyen kızla resmen şakalaşıyorlardı, paçasına paçasına vuruyordu biri "Hadi balık yok mu daha?" diye. Kız en son boş kovayı gösterince, bozulmuş bir şekilde arkasını dönüp bir suya girmesi vardı, görmeliydiniz! Bu hayvanları bir gün anlayacağız da ne zaman...
Ve en güzel an. Sağ salim anahtarlarımızı birbirimize teslim ettik.
Asiye Açar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder