Katılımcı: Nihal Çolpankan
Tarih: 02.01.2018
Kitap: Şiirözü-Bahar Karşılaması, Mavi Yengeç Ağıdı, Gözyaşının Çağrısı
Nihat Behram
Tema: Olması gereken doğa, hayvan ve insan sevgisi
Konu: İnsanoğlunun bilinçli ya da bilinçsizce doğayı ve hayvanları katledişi
Anlatım: Şiirsel, masalsı ve gerçekçi
Çağrışım:
SEVGİ ÜZERİNE
Sevgi çok yönlüdür. Pek çok kavramın ardına ekleyerek
çeşitli sınıflandırmalar yapabiliriz. Bunların önceliği kişilere göre
değişkenlik gösterir. Kimine göre doğa sevgisi önde gelirken, diğerine göre
hayvan sevgisi önde gelir. Ben bir öncelik vermeden, aklıma gelen sıralamayla,
bir iki tanesine değinmek istiyorum.
Doğa sevgisi… Var oluşumuzun ve varlığımızı sürdürebilmemizin en önemli
unsurudur doğa. Yediğimiz, içtiğimiz pek çok şeyi topraktan elde ediyoruz.
Öyleyse doğa bizi besliyor. Aynı toprağa çıplak ayakla bastığımızda tüm negatif
enerjimizi boşaltıyoruz ona. Parklarda, kırlarda yürüyüş yaparak stresimizi
atıyoruz. Ağaçların gölgesinde serinliyoruz. Kullandığımız ilaçların
hammaddeleri doğadan elde ediliyor. Demek ki doğa bizim şifa kaynağımız. Daha
birçok yararını sayabiliriz doğanın. Böyle iken kim çıkıp da doğayı sevmediğini
söyleyebilir ki?
Hemen herkes doğayı sevdiğini söylüyor da, doğamıza yeterince sahip çıkıyor
ve koruyabiliyor muyuz? Maalesef hayır. Hatta yıllanmış ağaçları maddi
çıkarlarımız uğruna keserek, ormanlarımızı yakarak hem doğayı katlediyor hem de
kendi neslimize kendi ellerimizle karanlık bir gelecek hazırlıyoruz. İnsan
sevdiğine kıyar mı hiç? Demek ki biz doğayı gerçek anlamda sevmiyoruz, lafta
seviyoruz.
Hayvan sevgisi… “Hayvan sever” denilince o kişinin bütün hayvanları
sevdiğini düşünüyoruz ama gerçekte de böyle mi? Bence değil. Çoğunlukla birkaç
hayvanı seviyoruz, bazılarından korkuyoruz, bazılarını da sevmiyoruz zaten.
Kimimiz köpekleri çok seviyor, kimimiz kedileri, kimimiz de kuşları… En çok da
bu üç tür seviliyor onlarca türün arasında.
Bazen bu sevgimizi öyle abartıyoruz ki, korkanları ya da hoşlanmayanları
anlamıyoruz. Örneğin, parklarda köpek gezdirenlerin köpeklerini serbest
bırakmaları, “bir şey yapmaz” demeleri, anlaşılır gibi değil. Batıdan örnek
vermeyi pek sevmem ama bizde de yasak olmalı evcil hayvanları toplumsal
alanlarda serbest bırakmak. Çünkü bu davranış korkan insanların korkusunu
nefrete dönüştürmekten öteye gitmiyor.
Bir başka boyut da, kişinin kendisini mutlu etmek ya da çocuğunu
sevindirmek adına eve bir evcil hayvan alması. Bir süre sonra da sıkılıp onu
sokağa bırakması. Bu asla hayvan sevgisi değil; insanoğlunun bencilce tatmin
duyguları ve geçici hevesleri uğruna doğadan koparıp evine aldığı hayvana
doğayı unutturup bıkınca da doğaya bırakarak bir canlıya eziyet etmesi. Ben bunu
başka türlü açıklayamıyorum.
Sonuçta, “hayvanları seviyorum” diyerek hayvan sever olunmuyor. Bakıyorum
da köpek sevgisi had safhada olan bir arkadaşım köpeğiyle ava gidiyor ve
kuşları ya da tavşanları vuruyor, bir diğeri de balık avına çıkıyor. Elbette ki
biz insan olarak beslenmemizde bitkilerden yararlandığımız gibi hayvanların da
etinden ve sütünden yararlanıyoruz, yararlanmalıyız da. Öyleyse hayvan sevgisi
diye genellemek yerine, “kedi sevgisi”, “köpek sevgisi” gibi sınırlamak
gerekiyor kanımca.
İnsan sevgisi… Sanırım en zor, ama en olması gerekeni. Yunus Emre’nin
dediği gibi, “Sevelim, sevilelim. Dünya kimseye kalmaz.” Ya da “Yaratılanı
severiz, yaratandan ötürü.” Böyle söylüyoruz da, yapabiliyor muyuz? Tüm
insanları din, dil, ırk gözetmeksizin sevebiliyor muyuz? Hiç sanmıyorum. Öyle
olsaydı, geçmişte ve bugün yaşadığımız uluslararası savaşlar veya iç savaşlar
olmazdı. İnsanoğlunun bireysel ya da toplumsal çıkarları, bugün olduğu gibi,
tarihin her döneminde sevgiye üstün gelmiştir. Her dönemde manevi değerler
üstün gibi gösterilmiş, ama maddi değerlere ağırlık vermesi dayatılmıştır
insana.
Örneğin, milliyetçilik duygusu bazen öyle boyutlara varır ki kendi
milletinden olmayana düşman eder insanı. Başka uluslardan olanları aramızda
görmeye tahammül edemez hale geliriz. Mili duygularımız ağır basınca,
karşımızdakini değil sevmek, insan olduğunu bile unutur, empati kuramaz hale
geliriz. Bugün kendi ülkemiz dâhil pek çok ülkede yaşayan sığınmacı ya da
mültecilere karşı yapılanlar bunun delilidir.
Etnik gruplar da insan sevgisinin önüne geçen etmenlerden biridir.
Ayrıştırır insanları, birbirine düşman eder bazen. Siyaset de böyledir. Halkını
bütünleştireceği yerde, oy kaygısı ya da koltuk sevdasıyla, taraf olmaya
zorlar. Her bir tarafın bir de karşı tarafı olunca, yine nefret duygusu
serpilir insanların yüreğine ve insan sevgisi örselenir.
Dini inançlar da, felsefesi sevgi olmasına rağmen, hem insan sevgisine ket
vuran hem de tüm dünyada insanları en fazla ayrıştıran ve ötekileştiren
duygulardır. Bir yanda Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi “hak dinler”;
diğer yanda Budizm, Hinduizm gibi “batıl dinler” ve bir de hiçbir dini grubun –
onaylıyor gibi görünse de – onaylamadığı ateizm. Her biri diğerini yargılar ve
en doğru inanç sisteminin kendisininki olduğundan öylesine emindir ki
diğerlerine ne saygı gösterir ne de sevgi. İstisnaları ayrı tutuyorum elbet,
genel durumu söylüyorum. Her bir inanç sistemi kendini üstün görür ve diğerini
küçümser. Aynı zamanda da diğerlerinden kendi tarafına çekme çabası ile ne
gerekiyorsa yapmaktan kaçınmaz, günaha girmek pahasına.
Böyle olunca da, olay dini çıkarlara dönüşür ve insan sevgisi yine dibe
vurur. Öyle ki, aynı inanç sistemindeki insanların birbirine olan ya da olduğu
sanılan sevgisi bile aslında gerçek insan sevgisi değildir. Sadece aynı inanca
bağlı olmanın getirdiği bir zorunluluktur, belki hoşgörüdür, her ne kadar
farkında olmasak da…
Bir de bu ana inanç sistemlerinin kendi içinde gruplaşması vardır ve
bunlara genelde mezhep, cemaat, tarikat gibi isimler veriyoruz. Çoğunlukla bu
alt gruplardaki çatışmalar ana inanç sistemindeki çatışmalardan daha tehlikeli
olur ve kişilerin içinde var olan insan sevgisini ölesiye ve öldüresiye nefrete
dönüştürür.
Tüm bu dini çatışmaların temel nedeni, bu gruplarda yer alan insanların
dini liderlerine sonsuz güvenmeleri ve dinin gerçeğini sorgulamaksızın
liderlerinin söylemlerini din olarak kabul etmeleridir. Oysa inançlarını sevgi
ile ilişkilendirebilseler, dinsel inançlarına insanları sevgiyle ve hoş görüyle
birleştirmek amacıyla bağlı kalsalar, sevgi üreten birer kaynağa
dönüşebilirler.
Sonuca gelirsek, insanın insanı gerçek anlamda sevmeyi başaramadığı bir
dünyada hayvan sevgisi, doğa sevgisi gibi diğer sevgi türlerinin de kendi
gerçeklerine ulaşması pek olası görünmüyor. Önce her insanı sadece insan olduğu
için koşulsuzca seveceğiz ki diğer sevgilere de kolaylıkla ulaşalım ve barış
içinde yaşayalım. Sait Faik Abasıyanık’ın dediği gibi “Dünyayı güzellik
kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey…”
Nihal Çolpankan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder