Tüm bunlar birer kanıttı: İnsan, içinde yaşadığı dönemi ve çevreyi aşabilirdi. Ve koşullarını aşmış tek bir insanın varlığı bile, o koşulların yarattığı binlerce kötü insanın etkisini aşabilirdi.
Bir Kanıt Olarak Levent Ateş
Bir dostun yüzüne son kez
bakmak insanın içini üşütüyor. Morg ortamındaki soğuklukla ilgisi yok bunun.
Diğer yakınlarıyla birlikte, ertesi gün toprağa gömeceğiniz bir nesne gibi onu
alıp çıkıyorsunuz. Dışarıdaki güneş üşütüyor.
Kafanızda düşünceler dönüp
duruyor. Deli düşünceler. Zaten işiniz gücünüz düşünmekti. Birlikte.
“Düşünmekti…” Sözler geçmiş
zaman haline geliyor hemen. Oysa ölen, sadece bir gün önce telefonlaştığınız veya
bir hafta önce oturup sohbet ettiğiniz hali değil onun. Güncelliğin ötesinde
bir anlam, varlığınızın bir bileşeni… Lise birden beri, 30 yıldan uzun süredir,
neredeyse her gün bir şekilde iletişim kurduğunuz bir ‘can’ın cansız bedeni o.
Bir okul gezisinde bazı
bölgeleri ilk kez birlikte gördüğünüz, ince, hatta zayıf arkadaşınız.
Bursa’da, Kültürpark’ta, hiç
tanımadığınız iki kişiye saldıran kalabalık bir gruba karşı birlikte kavgaya
girdiğiniz, hırpalandığınız, direndiğiniz, yiğit dostunuz.
Aşklarınızı, hayallerinizi,
dertlerinizi anladığınız; en sevindiğiniz gelişmelerden en büyük acılarınıza
kadar, hayatı birlikte deneyimlediğiniz kardeşiniz.
En zorlu işi;
düşüncelerinizi, alışkanlıklarınızı, inançlarınızı sorgulama süreçlerinizi birlikte
yaşadığınız yoldaşınız…
Hiçbir kitabı bir yandan
onunla konuşacağınız konular olarak kafanızda işlemeden okumamıştınız. Her
gelişme, öğrendiğiniz her yeni bilgi, yaşadığınız her duygu, ancak onunla
konuştuğunuzda gerçek bir deneyime dönüşmüştü. Dostunuzun yokluğundaki ilk
günlerde hayatın karşınıza çıkardığı düşünceleri kafanızda döndürememeniz bu
nedenledir. Ona anlatmayacaksanız niye düşüneceksiniz ki?
Yağmuru neden sevdiğinizi
anlayarak başlamıştınız, dünyayı anlamaya. Babası inşaat demircisi olan
arkadaşınızın, tatil günlerinde sabah gözünü açtığında yağmur yağıyorsa neden
mutluluk hissettiğini biliyordunuz. Sizin için de yağmur, hafta sonları
babanızın küçük zeytinliğine çalışmaya gitmemekti ya, o nedenle biliyordunuz; serbest
zamanın, dinlenmenin, güzel bir günün vesilesiydi.
Ve onun, dünya ölçeğinde
önemli statik projeleri hesaplayan bir inşaat mühendisi olarak gelişmesini,
kişisel yakınlığın ötesinde bir insanlık hikayesi olarak izlemiştiniz. Piyasa
başarısı sağlayan vasat işlere dönüp bakmadan, başkası yapamayacağı için ona
gelen projelerle boğuşması, “demircinin mühendis oğlu” hikayesinin belki de
özüydü. İnşaat işçileriyle o kardeşçe iletişimleri de, daha güzel bir dünya
hayalleri de bütün kitaplardan daha sağlam bir kanıttı sizin için; evet,
yaşamak anlamlı bir şeydi!
Bu hikaye elbette çeşitli
kollara ayrıldı. Aşk, evlilik, aile… Beste… Güzellikler çoğaldı, çocuklarınızın
isimlerini hep birlikte belirlediniz: Ozan, Ezgi, Barış, Beste.
Ve asla gerçeklere gözünüzü
kapamazdınız. Çirkinliklerin de farkındaydınız.
Deprem günlerinde, enkaz
altından kurtarılabilecek canların değil de bulunabilecek ganimetlerin derdine
düşenleri gördünüz. Yalova’da evlere girilemezken, yıkılmayan bakkalından
çıkardığı pet şişedeki suları karaborsa satanları da... Çalıştığı şirkette bir
makam kapabilmek için çırpınanları, öğrenip anlamanın sevincini yaşamak varken
uzman görünmeye çalışarak yalanlar üretenleri, kötülük ve nefret yayanları, hayatı
kirletenleri… Hepsini gördünüz.
Yıllarca birbirinize bunların
açıklamalarını yaptınız. Her kişinin yalnızca kendi başının çaresine bakacağı
güvencesiz ortamlarla açıkladınız. Yediği ekmeği, tükettiği malları
üretebilecek donanımı olmayan insanların etkili konumlara gelmesiyle de… Birilerinin
kazancının diğerlerinin sömürülmesine bağlı olmasının yarattığı yozluklar
sarmıştı etrafınızı.
Ama bencillik, ürkeklik,
duyarsızlık üreten koşulları aşan insanların varlığını da her zaman gördünüz.
Onları, dünyanızın güzellik kaynağı kabul ettiniz. Bu gerçek, bitmeyen
umudunuzdu, yüzlerce sohbetinizin aktığı yoldu.
Bunlar aynı zamanda,
dostunuzun, elbette toprağa gömülmeyen özellikleriydi. Deprem günlerinde o
bakkalın elindeki su şişesi dolu kartonları zorla alıp çadır kentlerde dağıtmıştı.
Hayatını tehlikeye atıp hasarlı binalara girmiş, tanımadığı insanlara yardım etmek
için programını defalarca değiştirmişti. Yol kenarında arızalanmış bir araç
için durduğunda gasp edildikten bir yıl sonra, benzer bir yoldaki başka bir
araç için yine duracak kadar insanlığa inanırdı.
Tüm bunlar birer kanıttı:
İnsan, içinde yaşadığı dönemi ve çevreyi aşabilirdi. Ve koşullarını aşmış tek
bir insanın varlığı bile, o koşulların yarattığı binlerce kötü insanın etkisini
aşabilirdi.
Bu nedenle, Levent’in cansız
bedenini toprağa verdikten sonra, insanlara onu “Her zaman yaşayacak bir umut”
diye anlatmak bir görevdi. Hayatın anlamlı yaşanabileceğinin kanıtını
göstermek…
Bir dostun anısıyla yaşamak insanın içini ısıtıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder