Ziya / Altı - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Ziya / Altı - Ender Macun

Ziya / Altı - Ender Macun

Paylaş
Ziya / Altı




zerinde tozdan pamukçukların uçuştuğu komodinin göğsüme gelen rafında yarısı yırtık fotoğrafını gördüm ilk. Yüzünde kiralık bir tebessümü gezdiriyor, o tebessüme bağlı sanki. Önce bir resimdi çocuk benin aklında Ziya, tanışmamız daha sonra oldu. Çok fazla dinledik Ziya ile ilgili, Ziya’nın anlattığı hikâyeleri. Kimdi bu adam, neyin nesiydi? Bir gün, hiç beklenmedik bir anda kapı çalındı, bu içeri girdi. Adviye Hanım mutfağa aldı Ziya’yı. Yemek koydu önüne. Uzun uzun, mır mır bir şeyler konuştular. Sonra geldi, bizi öptü yanaklarımızdan bu. Sonra bizim mahallede küçük bir evin üst katına taşındı. Taşınırken hepimiz yardım ettik. Üç beş çanta, bir valiz ve kırık dökük eşyalar. Kısa sürede iyi arkadaş olduk Ziya’yla.  Çocuktuk tabi, iyi arkadaş neydiyse…

O konuşmaya başlayınca, kulaklarımla dinlemek yetmez, gözlerimi de kullanırdım. Gözlerimi kilit olmaya kullanırdım. Tenimi, ağzımı, ellerimi de kullanırdım, yine kâfi gelmezdi. Ağzımı susmaya kullanırdım, ellerimi kıpırtısızlığa, vücudumu, benim olan vücudumu, ondan akan ışığa yaslardım. Susmalıydık. O, asil bir elmas ustası gibi sözcükleri nakşetsin diye evvelimizi unutmalı, dilimizi unutmalı, bir an önce susmalıydık. Susardık. Sustuk. O anlattı. Biz hep biraz sustuk.

Ziya'yla, nedendir bilinmez,  matbaalara giderdik. Kâğıt alırdık. Neden alırdık, bilmezdim. Kâğıtları incitmeden koyardı torbasına. ‘Ne yapacaksın bu kâğıtlarla?’ derdim. Bir şey söylemezdi. İki parmağıyla torbasından çekip çıkardığı bir tutam kâğıdı silkeler, bana sus payı olarak sunardı. Susardım o zaman. Ziya'nın yırtık fotoğrafı bile susardı. O, sessizliğe hiç aldırmadan, seslerden maceralar sunardı hepimize. O bunu ve bunları sunardı, hepimiz susardık. Hem, ne güzel de susardık. Hepimiz aileydik o zaman. Hepimiz hepimizdik işte. Ziya, ömrümüzün kıyısına sözcükleriyle alnını dayamış evren. Ziya bir mücevher.

Hastalanınca bize o bakardı. Hastalandığını hiç bilmezdik. Bizden uzakta bir yerlerde, belki evinde barkında hastalanır, kendi kendini iyileştirir ve kocaman gövdesiyle yeniden gelirdi evlerimize. Elinde hep torbalar, fileler olurdu. O filelerden güzel mürdüm erikleri, kirazlar, üzüm, kayısı ve daha önce hiç görmediğimiz meyveler çıkardı. Özenle, kendisi yerleştirirdi kilere. Yüzümüz gülerdi Ziya gelince. Hiç somurtmazdık; yasak etmişti çünkü. ‘Somurtmak artık yasak!’ derdi, ‘Alın yiyin de bunları, canlanın biraz... Hastalanmayasınız diye.’ Hiç hastalanmayacağımızı düşünerek hapur hupur yerdik. O meyveleri yıkamazdık hiç. Çünkü bilirdik ki onun kutsal elleriyle seçilmiş, gazeteden kese kâğıtlarına konmuşlardı. Mürdüm eriklerinden, kirazlardan, üzümden yedikçe aynaların karşısına geçip güzelleşen kendimizi seyrederdik. Erkekler pazularını şişirir, kadınlar saçlarını silkelerdi geriye doğru. Güzelleşirdik, serpilirdik, güçlenirdik. Bunu bilir ve Ziya'nın elinde torbalarla, filelerle gelmesini sabırsızlıkla karışık bir tatlı telaş içinde beklerdik. Bazen Ziya’nın sadece benim gördüğüm, benim dokunup konuştuğum hayali bir imge olduğunu düşünürdüm. Çokça oluyordu bu aslında. Sonra geçiyordu. Çünkü o yokken bazen onun hakkında konuşuyorduk. O zaman işte derin bir oh çekip gerçekliğine inanıyordum.

Ender Macun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder