Ziya / beş
vinin önünde, beyaz bir Anadol'u yağlı boyayla
maviye boyuyordu. Neftini fazlaca katmıştı ki iyice parlasın, yağmur birikmesin
üstünde. Sonra bizi gezmeye götürdü. Öyle çok gezdik ki, öyle çok yer gördük
ki, yorgunluktan arabanın içinde uyuyakaldık. Ömrümüzde gördüğümüz, şaştığımız,
rüyasına yattığımız bütün yerlerin yarısını sadece iki gün içinde, Ziya'nın
çalıntı Anadol'unun koltuklarında kat etmiştik. Arabanın bagajını oradan
buradan topladığımız kırmızı kırmızı elmalarla doldurduk. Eteklerimizde,
ceplerimizde, kucaklarımızda iri kütür kütür elmalarla uçarcasına kaçmıştık
bahçelerden. Arkamızdan birkaç el silah sesi... ‘Beleş elmanın tadı hiçbir şeye
benzemez.’ demişti. Doğruydu. O güne kadar yediğim en güzel şeylerdi. ‘Ziya.’
dedim, ‘Bize getirdiğin o meyveleri de böyle mi yürütüyorsun?’ Komik bir
kahkaha atmıştı. ‘Onlar.’ demişti, ‘Onlar cennet bahçesinden...’ ‘Cennet
bahçesi de neresi?’ diye sormadım. Söylemezdi zaten. Yoksa söyler miydi.
Ziya üç ay hapishanede kaldıktan sonra, oradan sıkılıp bir çırpıda kaçtı. Beşiktaş’ta, Yedikule’de, Fatih’te, Unkapanı’nda ve Çırağan’da Ziya'nın kaçışı konuşuldu aylarca. Anadol bulunamadı. Sanki kuş olup uçmuş, sırra kadem basmıştı. Kambur’un Bahçesi’ndeki kahvehanede erketelik yapan cüce Yusuf onu ve mavi Anadol'u gördüğünü anlatıyordu üç beş çulsuza. Çulsuzların gözleri uyuşuyor, kızarıyor, yaşarıyor, kapanıyor, hikâyenin sonu gelmiyordu bir türlü. Sonra, en sonunda cüce Yusuf dedi ki, ‘Sarayburnu'nda, gece, tam burunda...denizin üstünde, Ziya mavi Anadol'un içinden el salladı. Sonra, bastığı gibi gaza...Yemin billah olsun Ziya'ydı. Denizin hemen üstünde sürat teknesi gibi bişey.’
Güldüm geçtim, çünkü Ziya bizim bahçedeki kulübede saklanıyordu. Eve geldim. Ziya'ya yemek götürdüm. Üstü başı ıslaktı. Hapşırıyor, tıksırıyordu. Havlu getirdim, babamın elbiselerinden birini getirdim. Küçük geldi. Giyindi, kuşandı, yüzüme baktı. ‘Hiiiç.’ dedi, ‘Denizi özlemişim. Naapayım?’ İki adım geriye kaçtım.
Birkaç hafta sonra Anadol'u Eminönü'nden, balıkçı motorlarının olduğu yerden zor zahmet çıkardılar. Rivayete göre, bagajındaki elmalar aynen toplandığı günkü gibi taze ve kırmızıymış. ‘Ziya!’ dedim incirin altında, ‘Sevgili Ziya, nerelerdesin?’
Ender Macun
endermacun@yahoo.ca
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder