Bir Nedene Bağlanma - Gülcan Sural - Sevdalım Hayat
Bir Nedene Bağlanma - Gülcan Sural

Bir Nedene Bağlanma - Gülcan Sural

Paylaş


 Bir Nedene Bağlanma

Hikayeler sana gelmez, sen gidersin.

Otogarda ağlayan bir genç kadının hikayesi... Görünce yanına gidip “Derdinden bir parça da bana verir misin?” demek geldi içimden. Gidemedim.

Otobüs hareket etmek üzereyken o geldi, yanımdaki koltuğa oturdu.

Sessiz sessiz ağlamaları kesildiğinde, başı omzuma düşmüştü. Gönül yorgunluğundan dolayı halsiz düşüp uyumuş, dertlerini bir süre de olsa unutmuştu. Sıçrayarak uyandığında ise bakmaya kıyılamayacak o gözlerden yaşlar süzülmeye devam etti.

“Sonra ne oldu peki?” 

“O’ndan sonra ne mi oldu? 

“Ondan, bundan, şundan ne fark eder? Önemli olan O’ndan sonra ne oldu?”

Camdan baktı bir süre. Uzun uzun sustu. Sonra, başını bana çevirmeden, karanlık penceredeki aksime bakarak, adeta susmaya devam ederek, sessizce anlatmaya başladı.

Bütün ışıkları sönmüş, terk edilmiş bir şehrin ortasında kaldım, dedi. Işık yok, su yok, can yok... Kendimden başka kimse yokken ben o kör karanlıkta kendimi aradım. İnsanın en yakın dostu da en gaddar düşmanı da kendisiymiş meğer, bunu çok geç anladım. Yüreğim coşarken, aklım hep “Dur!” dedi. “Dur! Boğulursun. Sen küçük bir deresin, denizlerin heybetine aldanma.” 

Dinlemedim... Sonra en korkunç yağmurlar da dindi, sular çekildi. Güneş kavurdukça üşüdüm. Çünkü yanılmak, üşütürmüş. Battaniyeme daha sıkı sarıldım, yokluğuna sarılır gibi. Her gece gözyaşımla yıkadım yastığımın düz yüzünü. Ters çevirmeye üşendim. Islak, soğuk bir yüzle uyandım sabahlara.

Sofralar kuruldu, herkes doydu kalktı. Ben sofra bezindeki kırıntıları işaret parmağımla topladım. Yuttum. Dilden yüreğe giden o yolda aman diledim. Yüreğimi doyuran bir lokma geçmedi kursağımdan. Konuşunca cevabımı alamam diye, kimselerle konuşmadım. Hepsine küstüm. Küstüğümü bile söylemedim, konuşmadım kimseyle, kendi kelimelerimle konuşmadım. Sadece önemsiz sözler söyledim. Anlatmadım kimseye. Geceye anlattım onu. Umutlarımı, hayallerimi, heveslerimi çıkardım kutularından. Doldurdum avucuma, bir bardak suyla içtim. Yaşatmazlar belki öldürürler dedim sitem ve dua karışık. Karanlığın seherindeki aydınlığa güvendim.

Bekledim... Nice sonra anladım ki, beklemenin en zor yanı,  birinin gelip seni bu girdaptan çıkarmasını beklemekmiş.

“Nasıl gitti?” 

“Nasıl mı gitti?”

“Konuşuruz...” demişti en son. Kulağımla duyduğum, son sözü bu oldu. Aylar geçti üstünden konuşmak istemediğinden emindim artık. Bir selamın bile hakkı vardır derler, “Hakkını helal et.” demek için görüşmek istedim. Cevabını beklerken hazırlandım, en sevdiği elbisemi giyindim. Kederi giyineceğimden habersiz, heyecanla bekledim.

Dilinin şarjörünü bir kelimeyle boşalttı üstüme. Dilin şarjörü mü olur? deme. İnsanın en öldürücü silahı bu! Dil şarjör, söylenen kelime kurşun olur.

“Hayır”, diye ateş etti.

Beş harfli bir kelimeyle bu kadar afili bir ölüme uğurlanacağımı hiç düşünmemiştim.

Bildiğim halde o kelimeyi okuyamadım. Yüreğin kabul etmediğini, göz görmek istemezmiş meğer. Harf harf bölüp, okudum. O “Hayır!” dedi, ben “Neden?” diyemedim... Aça yeme, sağıra duyma, gülene ağla demek kadar anlamsız ve boş geldi. Nedenini soramadım.

Yanıma gelip oturan hikaye, böyle sustu. Nedenini soramadığını söyledi. Neden böyle sustuğunu ben de ona soramadım. Camdan dışarı baktım. Karanlıklara. Bu sefer ben daldım uzaklara. Ben de böyleyim işte. Nerede acılı bir insan gördüysem yanına çöktüm. Hayatın olgunlaşmış meyvelerini, sebzelerini sundular bana. Onlara göre hayatın tam ortası, bana göre kışlara hazırlıktı. Eteklerimi, ceplerimi doldurdum... Gönüllük konserve yaptım o meyve, sebzelerden. Zemheriyi her gördüğümde  tek tek açtım, içine az da tuz bastım. Hayat deyip geçmemeli, o da bozulabilir.

Gülcan Sural

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder