Ziya / Dokuz - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Ziya / Dokuz - Ender Macun

Ziya / Dokuz - Ender Macun

Paylaş
Ziya / Dokuz 



ize masallar anlatırdı. Anneannemin anlattığı gibi masallar değil ama. O daha çok bir masalı, nasıl diyeyim,  oynardı. Oradan buradan buluşturduğu kaftanları, sarıkları, cübbeleri, pelerinleri, fesleri giyip çıkarır, masalını kendinden geçerek anlatırdı. O masal anlatırken bütün bir ev halkı toplanır, kardeşimle benim yanımıza, yöremize çömelir, meraklı göz ve kulaklarla sus pus olur, sonuna kadar dikkat kesilirdi. Masalını anlatırken arada biz seyirci ve dinleyicilere sorular sormayı da ihmal etmezdi Ziya. Biz soruyu anlamaya çalışırken daha elindeki kızılcık dalından değneği yere vurur ve  ‘müddetiniz doldu’ derdi ve cevabı kendi nazik üslubuyla verir, ‘nereden çıktı şimdi bu canım… olur mu canım hiç öyle şey…’ gibisinden yakınan biz ahmaklara keskin bir bakış attıktan sonra susar, bir müddet sonra hiçbir şey olmamış gibi masalına kaldığı yerden diyemeyeceğim ama, devam ederdi. Sonu bir türlü gelmek bilmezdi masallarının. Masal dinlerken ateşteki pilavın dibi tutar, asılmayı bekleyen çamaşırlar leğenlerin içinde sarmaş dolaş bekler, kuruyup kalıp gibi olurlar, evde yeni başlamış temizlik durur, neredeyse uçuşan toz öbekleri bile kendine koltuk altında, kapı eşiğinde bir yer bulur da uçsuz bucaksız masala dikkat kesilirlerdi.

Bahçede, yaz zamanlarında anlatılan masalların tadı bir başka güzel olurdu. Bir yandan masal dinler, bir yandan da tepemizden sarkan dallardan erik toplar, gömleklerimize, entarilerimize siler, katır kutur, yüzümüzü ekşiterek mideye indirirdik. Masalın sonunda, erik fesadından karnı davul olanlar sedire yatırılır, anneannenin koşa koşa mutfaktan getirdiği halis zeytinyağı içirilirdi hemen. Ziya’nın uydurduğu garip masallar bizi de biraz masalcılığa soyundururdu zaman zaman. Ama hiç birimiz şu ahir ömrümüzde onun kadar etkili bir masal anlatıcısı olamadık.

Sonra sonra, babam bir saman yapraklı defter aldı bakkaldan ve duyduğu masalları bu deftere yazmaya başladı. ‘Ziya’nın Masalları’ diye de bir etiket yapıştırdı üstüne. Bu kalınca defteri yıllarca sakladı kilitli çekmecesinde. Büyüyüp adam olunca açıp baktığım defterde hiçbir masalın sonunu yazmamış olduğunu gördüm babamın. Hatırlayamadığından değil, Ziya’nın hiçbir masalın sonunu anlatmadığından… Biz sonu olmayacağını bile bile onca masalı nasıl da iştahla ve keyifle dinler, seyreder ve kafamızı kurcalayan onca soruya rağmen rahatça uykularımızı uyur, anlamsız rüyalarımızda gezinir, bundan sonra gelecek masalın ne zaman olacağını bitkin ve şuursuzca birbirimize sorar dururduk. Oysa Ziya gelecek bir vakitte uyduracağı masalı kafasının içinde bir yerlerde sakladığı ipeksi hayalden defterine inci gibi akıl yazısıyla nakşeder, virgülüne bile dokunmadan biz tez canlı canilere anlatmak için hiç de sabırsızlanmazdı.

Babamın saman yapraklı defteri ile Ziya’nın kafasındaki defter arasında küçük de olsa bir bağ ya da benzerlik vardı aslında. Her ikisine de tuhaf ve müphem bir keyif, haz duygusu hâkimdi. Şimdi, keyif ve haz duygularımızı kaybeden bizler televizyonlarımızın karşısına kurulup bir hatırlama durumu yaşar mıyız acaba diye merakla bekliyoruz yıllardır. Ya da tam tersi diyelim, bir hatırlama durumu yaşamamak için… Yüreğim ve yüreklerimiz, neden böyle acıyıp acıyıp duruyor Ziya?

Ender Macun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder