Bakmayın “işçi sınıfı yok ki” diye ezber tekrarlayan ukala “düşünürlere”! Petrol ülkesi miyiz biz? Hammadde satarak mı yaşıyoruz? Tüketilen, kullanılan bunca değer nereden geliyor? Giysiler, bilgiler, tatil imkanları, sebzeler, ev eşyaları, kültür sanat ürünleri, ekmekler… Hepsini birileri üretiyor.
Yıkılsın Bu Düzen!
Evinizden,
okulunuzdan, işyerinizden dört buçuk kilometrelik bir uzaklığı gözünüzde
canlandırın.
Sonra bir konser veya miting alanı düşünün. Böyle toplanma yerlerinde, sahneye
yakın yoğun alandaki insan sayısı, metrekareye 4 kişi kabul edilerek
hesaplanıyormuş.
Bu durumda, kenarı dört buçuk km olan bir kare alana, 80 milyon insan
sığabiliyor. (4500 x 4500 x 4 = 81.000.000)
Düşünebiliyor musunuz; bütün Türkiye halkı, böyle küçük bir alana
sığabiliyoruz. Ama şu koskoca memleket bir türlü yetmiyor bize. Bir türlü
güzelce yaşayamıyoruz.
Ne çok “sahibi” var bu memleketin; bizi bizden koruyan! Ne çok yerli yabancı
hırsızı, işbirlikçisi!
***
Bu koca memleketteki
milyonlarca insanın gece gündüz çalışarak ürettiği değerler, neye yetmez? Güneş
altında tarlalarda, fabrikalarda, geceler boyunca vardiyalarda,
üniversitelerde, laboratuvarlarda, konservatuarlarda, lokantalarda, evlerde,
her yerde değerler üretiliyor.
Siz bakmayın “işçi
sınıfı yok ki” diye ezber tekrarlayan ukala “düşünürlere”! Petrol ülkesi miyiz
biz? Hammadde satarak mı yaşıyoruz? Tüketilen, kullanılan bunca değer nereden geliyor?
Giysiler, bilgiler, tatil imkanları, sebzeler, ev eşyaları, kültür sanat
ürünleri, ekmekler… Hepsini birileri üretiyor.
Teknoloji
gelişmemiş, verimlilik düşük; olabilir, bu başka bir tartışma konusu, sonuçta alınıp
satılan bütün değerler, olduğu kadarıyla, birileri tarafından üretiliyor. Birileri,
ortaya çıktığı yerden kullanıldığı yere bunları ulaştırıyor, işliyor, miktarını
veya faydasını çoğaltıyor. Binbir çeşit değer üretiliyor. Bu memleket,
emekçilerin elleri sayesinde soluk alıyor.
İşte, üretilen bu
değerlere, yani emeğin hakkına el koymak için dönüyor yalan çarkları. 24 Ocak
1980 kararlarından beri, “Dünyaya entegre olmak” adı altında, memleketin emek
değerleri, dünya patronlarına peşkeş çekiliyor. Uluslararası sömürü, kaçınılmaz
biçimde, yerli işbirlikçiler aracılığıyla gerçekleşiyor. Dünya sermayesinin taşeronları
olan ülkemiz patronları ve ekonomi yöneticileri aracılığıyla, hükümetler
aracılığıyla. “İşçi sınıfı yok ki!” yalanı, bu çarkların sorgulanmasını
önlemekten başka bir işe yaramıyor.
Bir başka büyük
yalan ise, “milliyetçilik” denen dünya görüşünü, “millet sevgisi” diye
yutturarak ezberletilmiş durumda.
Yerli
işbirlikçiler, emekçilerimizin hakkı olan payları dünya egemenlerine peşkeş
çekmek karşılığında zenginleşirler. Ve “milliyetçilik” denilen şey, emekçilere,
o işbirlikçileri desteklemeleri için, onlarla aynı gemide bulunduklarına
inandırmak için öğretilir.
***
Kuşkusuz, bu
arada, bilim emekçileri ve teknoloji uygulayıcıları sayesinde, dünyada üretilen
toplam zenginlik hızla artıyor. Emekçilerin sömürüsü büyüdüğü, yani
ürettiğinden aldığı pay ciddi biçimde azaldığı halde, ortalama zenginliği biraz
artıyor. Yoksullaşma ve sömürü her zaman aynı şey olmuyor.
Örneğin, emek
gücünün ortalama verimi 3 kat artarken, emekçinin ortalama kazancı bir buçuk
katına çıkabiliyor. Bu durumda, çalışanın zenginliği yüzde 50 artsa da sömürü
iki katına çıkmış oluyor. Zaten bu “zenginlik”, piyasanın ve dolayısıyla
patronların varlığını sürdürmek için, tüketim kültürünü ilerletmek için şart. İnsanlar
sadece deli gibi çalışarak değil, ayrıca, buldukları azıcık boş zamanlarda deli
gibi harcayarak da sistemi besliyor.
***
Evinizden,
okulunuzdan, işyerinizden 45 kilometrelik bir uzaklığı gözünüzde canlandırın.
İşte kenarı o kadar olan kare alana, tüm dünya insanları sığabiliyor. Şu
koca dünyanın kaynakları, namuslu emekçilerin günde birkaç saatlik emeği
karşılığında, bütün insanlara refah ve güvence sağlamaya yetiyor. Hayatın güzelleşmesi
için insanların birbirine sahip çıkması yetiyor.
Doğayı tahrip
etmeden, birbirimizi sömürmeden, kula kulluk etmeden yaşamak için çok şey
gerekmiyor. Birkaç kitaplık bilgi edinmek ve günlük çıkarı aşıp vicdanın sesine
uygun biçimde devrimci örgütlenmeye katılmak.
Kaynaklar,
bilgiler, emekçiler yeterli olduğuna göre, o zorbaların “ekonomik kriz”
dedikleri şey de yalan! Ne sınırlara, duvarlara gerek var, ne de “yönetici”
adındaki yalancılara! Yeter ki yıkılsın bu düzen!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder