Yüzyıllık Bir Barış Haykırışı- Selma Sayar - Sevdalım Hayat
Yüzyıllık Bir Barış Haykırışı- Selma Sayar

Yüzyıllık Bir Barış Haykırışı- Selma Sayar

Paylaş


Yüzyıllık Bir Barış Haykırışı

20. yüzyılda tarihinin akışında belirleyici öneme sahip büyük olaylar yaşandı. Egemenliğini kökleştiren kapitalizm ve onun üst aşaması olan emperyalizm, varlığını sürdürmek için elbette daha fazla üretmek, dolayısıyla pazarı yaygınlaştırmak zorundaydı. Bu da ancak, daha fazla insanın “piyasa”ya katılmasını zorlayarak gerçekleşebilirdi. Dünya halkları kendi başlarına bırakılamazdı; hepsi, küresel ekonomik sistemin bir parçası haline getirilmeliydi. Dünya iktidarları bu şekilde emperyalizm yolunda ilerliyordu. Fakat bu öyle düz bir yol değildi. Krizlerden, derinleşen çelişkilerden sakınmak kolay olmuyordu. 1914’lere gelindiğinde dünya toprakları tamamen paylaşılmıştı.

Kapitalist sistemin en güçlüsü, üzerinde güneş batmayan Britanya İmparatorluğu’ydu. Buna karşılık sistemin en son teknolojisini kullanan genç Almanya, Asya ve Avrupa’ya açılmak ve kendine yeni pazarlar bulmak amacındaydı. Dışa açılmasının önündeki en büyük engel Britanya İmparatorluğu’ydu. Önceleri silahsız da olsa, şiddetli bir paylaşım savaşı yaşanıyordu. Ve birçok devleti kapsayan büyük bir savaş, Alman burjuvazisi için tek çıkar yol haline geliyordu. İçeride “en üstün ırk” propagandasını destekleyerek halkın dışarıya karşı birlik haline gelmesini elbette tercih ediyordu. Böylece bir yabancı düşmanlığı körükleniyordu. Hatta bir saldırganlık, bir ölümseverlik büyütülüyordu.

Bu arada, bütün dinamikleriyle II. Enternasyonal’e bağlı olan işçi sınıfı içinde; olası bir savaşa el birliğiyle karşı durmak, savaşı savuşturmak, grevlere gitmek gibi konular konuşulmaktaydı. Aynı şekilde Alman Sosyal Demokrat Parti mensubu milyonlarca insan da aynı görüşteydi. Ancak sendikanın üst kurullarında çöreklenen bürokrasi bütün umutları suya düşürdü. Kapitalizmin evrimleşerek sosyalist sürece dönüşeceğine inanan bu bürokratik güç; sekiz saatlik işgünü, grev, genel oy hakkı, ücretlerin yükseltilmesi gibi konularda mücadeleye bağlı kalmışsa da, iktidarı ele geçirme amacındaki siyasi fikirleri desteklemekten vazgeçmişti. Bu tavır kapitalist Almanya’nın elini güçlendirmiş, o güne kadar birbiriyle kavgalı olan işçi sınıfı ile burjuvaziyi yakınlaştırmıştı.

“AYNI GEMİDEYİZ” MASALIYLA

Ernst Glaeser, 1902 Doğumlular adlı romanında bu süreci bir çocuğun gözünden açık ve canlı bir şekilde anlatmaktadır. Kitabın en önemli kahramanlarından biri olan Dr. Hoffmann ılımlı bir sosyal demokrattır ve bir savaşın çıkacağına inanmamaktadır. Çünkü savaş bir ortaçağ kurumudur ve barbarcadır. Mensubu olduğu partinin (SDP) programı savaşı yasaklamaktadır. Partinin ülkedeki gücüne dayanarak burjuvazinin bu yasağa saygı duyacağına safça inanmaktadır. “Ya bize saldırırlarsa?” sorusuna “herkesin hep birlikte vatanı savunacağını” söyleyerek karşılık verir. Barbarlık diye tanımlanan savaş Almanya’ya yöneldiğinde “kendimizi savunuruz” sözünün anlamı dönüşür ve o güne kadar savaşa karşı duracağı söylenen SDP çıkarları gereği burjuvazinin yanında yer alarak savaşa katılır.

Ülkede savaş değil de adeta bir şenlik havası yaşanmaya başlar. Karşıt gruplar, Almanya’nın çıkarları için birlikte savaşma sözü verir. Bu saatten sonra tüm işçi önderleri ve işçiler savaş şenliklerinde burjuvaziyle kol kola girerek yurtlarını nasıl savunacaklarını anlatırlar. Tüm ülke yöneticilerinin pek sevdiği “aynı gemideyiz” masalı, kusursuz biçimde karşılık bulmuştur. Bir işçi önderi olan Kremmelbein şöyle haykırır: “Yoldaşlar… Almanya saldırıya uğradı; bu, gün gibi açık… Yurdumuzu savunmamız gerekiyor.” Dr. Hoffmann da aynı şenliktedir ve şöyle haykırır: “El ele verelim. İşçiyle burjuva, köylüyle işçi. Son ana kadar barış isteyen, bize saldırıldığı için kılıcını çekmek zorunda kalan Kayserimiz adına ant içelim, bu fırtınalı günlerin en güzel sözünü gerçekleştirmeye söz verelim: Artık partileri tanımıyoruz; yalnız Alman ulusunu tanıyoruz!”

Bu şenlik havası savaşın kısa sürede biteceğine olan inançtan kaynaklanır. Alman burjuvazisi elde ettiği bu gücü milliyetçilik damarını da besleyerek devam ettirir. Almanya’nın en büyük ve en güçlü ülke olduğunu, savaşı kesin kazanacağını kitlelere dikte ettirir. Ülkedeki bütün erkekler savaşa gönüllü katılır. Savaş tüm sorunlar unutturmuş, toplumu kaynaştırıp yakınlaştırmıştır. Sonbahara kalmadan savaşın biteceğine inanan Almanlar şenliklere devam eder. Ancak evdeki hesap çarşıya uymaz ve savaş o yılın sonbaharında bitmez. Çatışmalar bütün şiddetiyle devam eder. Alman ordusu başlarda Fransa ve Rusya’ya karşı başarı kazansa da zamanla cephelerden ölüm haberleri geldikçe şenliklerin yerini hayal kırıklığı kaplar. Yavaş yavaş savaşın çirkin yüzü görünmeye başlar. Özellikle 1915 yılında Verdun cephesinde ağır kayıplar verilmesi Almanların moralini bozar.

“AYNI GEMİDEYİZ” YALANINA KARŞI

Savaş uzadıkça kitlelerin üzerinde yarattığı ruh hali değişir ve yine sınıfsal ayrışmaya doğru gidilir. İşçiler kandırıldığının farkındadır ve savaşa iğrenerek bakmaya başlar. Bir süre önce burjuvaziyle kadeh kaldıran işçiler sokaklara dökülür. Kadınlar kucaklarında çocuklarıyla “ekmek, ekmek” diye bağırmaya başlar. Savaş bir cephe daha açmış, açlıkla sınanan işçi aileleri sınıfsal çıkarları için savaşmaya başlar.

Alman askerlerin cephelerden gönderdiği mektuplar zaferleri değil, kan, barut ve yenilgileri anlatmaktadır. Bir kez daha anlaşılmıştır ki savaş sadece zenginlerin işine yaramıştır, işçiler kandırıldığını gördükçe örgütlenmeye başlar. Saflar gittikçe belirginleşir. Buna Rusya’da Çar’ın devrilip Rus proletaryasının devrimi gerçekleştirmesinin de payı vardır. Bu olgu Almanya ve Avrupa’da büyük bir coşkuyla karşılanır.

KOŞULLAR VE İNSANLAR

1902 Doğumlular, savaş koşullarını ve o dönemde kitlelerin yönelimlerini anlatırken belgesel bir nitelik ortaya çıkarsa da, asıl konu olarak elbette insan hikayelerini ele alır. Dönemin ve koşulların etkisindeki birçok insanın hikayesini, çocuk yaştaki anlatıcının bakış açısından izleriz. Aynı zamanda roman kahramanı olan anlatıcıyla birlikte, onun arkadaşları olan Ferd v. K, Leo Silberstein, August gibi çocukları da tanırız. Ergen yaşta yakalandıkları savaş travması hayatlarında tarifsiz acılar bırakır. Savaş onları erken büyütmüştür. Büyüklerin yüklendiği sorumlulukların bilincinde olarak ne istenirse yapmaya başlarlar.

Kitabın en dikkat çeken noktalarından biri de anlatıcı ve arkadaşlarının cinselliği keşfetme çabalarıdır. Büyüklerin dünyasında yaşananlar onlar için bir “sır”dan ibarettir. Ergen kahramanların zaman zaman o sırrın peşine düştüklerine tanık oluruz. Savaşın sonunda anlatıcının tanıştığı Anna, kahramanımıza o sırrın ne olduğunu öğretir.

1970 yılında Toplum Yayınları tarafından basılan kitap, aradan yüzyıllık bir zaman geçmesine rağmen savaşı anlatmadaki başarısıyla zihinlere kazınmıştır. 2016’da Yordam Edebiyat aracılığıyla tekrar okura ulaştırılır. Savaşın bir oyun olmadığını, insanlara verilecek en büyük cezanın bir savaş ortamında bulunmak olduğunu gözler önüne seren bu kitap, bir barış haykırışıdır.

Selma Sayar


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder