Ziya / On Bir - Ender Macun - Sevdalım Hayat
Ziya / On Bir - Ender Macun

Ziya / On Bir - Ender Macun

Paylaş

Ziya / On Bir

Uzun bir bakıştır ki uyandırır bizi derin uykudan, artık yoktur lâl sabahımız
Ne bir kuş ne de efsun olmak geçiyor içimden ki acı kahve tadında rüyalarımız
Resimaltı / Bir Bakarsın – ender macun 








nneannem divanın üzerine koyduğum fotoğraflara tek tek bakarken beni gördüğünde biraz şaşırdı. “ne yapıyorsun o resimlerle?” dedi. Bir şey demedim. Sonra biraz daha yaklaştı, fotoğraflardan birini eline aldı. “Ters tutuyorsun anneanne” dedim. Cebinden gözlüğünü çıkarıp taktı. Fotoğrafı iyice yaklaştırdı kendine. Gözlerini kısıp elinde tuttuğu fotoğrafa baktı. Sonra da elimdeki tükenmeze. “Ne yazdın sen buraya böyle?” dedi. “Resimlerin altına yazılır mı hiç, yazacaksan arkasına yaz. Nasıl sileceğiz şimdi bunu? Aaaa bunlara da mı yazdın…Ziya’nın bunlar ayol.” Korkmuştum. ‘Resimaltı onlar’ dedim. “Ne,” dedi… “resimaltıymış…” Fotoğrafları hışımla topladı, kutuya tıktı. Odadan çıkarken “bir daha sana ait olmayan hiçbir şeyi…” dedi. Söylene söylene çıktı.


Ziya’nın her nedense bizim evde, sehpanın altında duran fotoğraf kutusunu birkaç gün önce keşfetmiştim. Ziya’nın çeşitli yerlerde, çeşit çeşit insanla,  çekilmiş onlarca fotoğrafı vardı kutuda. Bizim aile fotoğraflarımıza hiç benzemiyordu bu fotoğraflar. Her biri başka bir hikâye anlatıyor gibiydi. Ziya’yı bir kuyu önünde çocuklar (dört çocuk) ve hasır şapkalı bir eşekle, pelerinli ve elinde korsan kılıcıyla gösteren o harikulade fotoğrafı gördüm ilk. Bu da diğer fotoğraflar gibi (daha sonra bakacaktım) özel olarak hazırlanılmış bir fotoğraf olsa gerekti. Fotoğrafın arkasında da bir şey yazmıyordu. Aklımdan bir çok hikâye geçti bu fotoğrafın çekilmesiyle ilgili. Kendi kendime katılarak güldüm düşündüklerime. Okul çantamı açtım, içinden kalem kutumu çıkardım ve hiç düşünmeden tükenmez kalemimi elime aldım. Fotoğrafın alt kısmı açık renkti ve oraya yazabilirdim bu fotoğrafla ilgili bulduğum cümleyi. Fakat birkaç dakika sonra, işimi bitirdiğimde toplam beş cümle yazmış olduğumu gördüm. Yirmi sekiz kelime. Tam yüz altmış dokuz harf. Tekrar tekrar okudum yazdıklarımı. Sonra yaptığımdan biraz utanarak ve biraz da suçluluk duygusuyla fotoğrafı kutunun en altına koydum ve kutuyu da bulduğum yere bıraktım. Daha sonraki günlerde bunu bir iş haline getirdim. Kutudan her gün bir fotoğraf alıyor ve zeminde uygun yer bulup oraya o fotoğrafla ilgili bir şeyler yazıyordum. Nasıl olsa kimse bakmazdı bu fotoğraflara. Baksalar bile Ziya yazmış, diye düşünürlerdi. Nasıl olsa Ziya da yoktu artık hayatımızda. Kim bilecekti?

Öğlen uykusundan yeni uyanmıştım. Yavaş yavaş akşam olmak üzereydi. Anneanneme yakalanmış ve fotoğrafları da kaptırmış olduğum için kötü hissediyordum. Kutu neredeydi şimdi? Odanın kapısı aralık olduğu için holden gelen sesleri duyabiliyordum.  “Resimlerin altına tükenmezle yazıyor. Ciddiye almamak lazım bunları… Bunlar bir çocuğun uydurduğu saçma sapan şeyler. Altı üstü resimaltı işte. Öyle diyor.” Konuşan anneannemdi. Kalktım. Kapı aralığından annem ve anneannemi masa başında oturmuş Ziya’nın fotoğraf kutusuna, içindeki fotoğraflara, benim o fotoğrafların altlarına yazmış olduğum şeylere baktıklarını, bir yandan da pofur pofur sigara tellendirdiklerini gördüm. Tavanda asılı duran ampule doğru yavaşça süzülen gri duman tavana, oradan duvarların köşelerine dalgalanarak yayılıyordu. “İyi de” dedi annem “bu çocuk nereden biliyor bütün bu resimlerin hikâyelerini?” Gözlerimi kocaman açıp iki elimle ağzımı kapadım, yatağıma geri döndüm. Holden kopup gelen incecik bir duman yavaşça aralık kapıdan süzülerek odaya girdi. Pikeyi tepeme kadar çekip, hareketsiz bekledim.

Ender Macun 
endermacun@yahoo.ca
          

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder