Acı
Masal
Evvel
zaman içinde, masal diyarlarının birinde, Ormanlar Padişahı ve Denizler
Padişahı koca bir sarayın Doğu ve Batı kanatlarında mutlu mesut yaşarlarmış. Ormanlar
Padişahı'nın yakışıklı mı yakışıklı bir oğlu, Denizler Padişahı'nın da güzeller
güzeli bir kızı varmış. Birbirlerini çok seven iki genç, günün birinde
harikulade bir düğünle dünya evine girmişler. Düğün gününün ertesi sabahı,
müneccim başı ağlayarak Ormanlar Padişahı'nın huzuruna çıkmış ve gece gördüğü
garip rüyayı anlatmaya koyulmuş. Yirmi üç gün içerisinde, bir vakit, prens ve
prensesin başına gelecek ölümcül felaketten bahsetmiş. Aynı anda, Denizler
Padişahı’nın müneccim başısı da gördüğü rüyayı hararetle padişahına
anlatıyormuş. İki padişah birbirlerine haber salıp sarayın tam ortasında, iki
bayrak direğinin altında buluşmuşlar. İnanılır gibi değilmiş bu. Meğerse
ülkenin tarihinde ilk kez iki kâhin aynı anda aynı rüyayı görmüş. Kraliçeler
hemen prensle prensesi alıp ayrı ayrı şatolara yerleştirmişler, ilk önlem
olarak. Bu arada, saraydaki ileri gelenler de hemen çare aramaya başlamış.
Felaket
yeri, şekli ve zamanı... İşte bilmek istedikleri şey buymuş. Önce Ormanlar
Padişahı'nın müneccim başısı atılmış. Yüzyıllardır kullanılmayan bir Şaman
davulunu mahzenden çıkarmış. Kör bir flütçü ile yedi gün yedi gece iki bayrak
direğinin altında meşk etmişler. Müziğin sesi en ücra ormanlardan, en uzak
denizlerden duyulmuş. Yedinci gece, müneccim başı yere düşüp bayılırken sadece 'Felaket açık havada olacak,' diye
fısıldayabilmiş. Padişahlar tabi ki bundan tatmin olmamışlar.
Sonra,
Denizler Padişahı'nın müneccim başısı gelmiş. Muhafızların kulağına bir şeyler
fısıldamış. Hep birlikte sarayın Doğu kanadına gitmişler, muhafızlar müneccim
başıyı masmavi bir havuzun içine üç kere batırıp çıkarmışlar. Müneccimbaşı her
seferinde bir kelime haykırmış. ‘Uzakta...
Akşamleyin... Soğukta.’ Denemeler böylece sürmüş gitmiş. Çömezler, müneccim
başıların mahzeninden, yine yıllardır kullanılmayan büyük bir cam küre
getirmişler. Tüm büyücüler toplanıp ay doğup batıncaya değin küreye bakmışlar
ve sabahleyin sadece akları kalmış kör gözlerini padişahlara dikerek
fısıldamışlar: ‘Deniz... Gözyaşı... Neş'e.’
Daha
sonra, Ormanlar Padişahı'nın müneccim başısı padişahtan mor mahzenin açılması
için müsaade istemiş. Bu mahzen geleneklere göre on yılda bir, gece karanlığında
açılırmış. İlk kez gelenek bozulup o gece mahzen açılmış ve müneccimler içeriye
girmişler. İçeride değişik büyüklükte kâğıt tomarları duruyormuş. Bunlar, ince
deri parçalarıyla kördüğüm yapılmış olarak mahzende beklermiş. Müneccimler
girer ve o kördüğümleri çözmeye uğraşırlar, eğer çözebilirlerse kâğıt tomarını
almaya hak kazanırlarmış. Doğrusu, bu çok küçük bir olasılıkmış. Sabaha karşı
parmakları ve tırnakları kan içinde olan müneccim başı sadece iki tomar kâğıtla
çıkabilmiş mahzenden. Günlerce okuduktan sonra anlaşılmış ki edinilen yeni
bilgiler işe yaramıyor.
Sonra
sonra, Denizler Padişahı'nın müneccim başısı kutsal havuzda yıkanıp beyaz
elbiselerini giymiş. Sarayın en uç noktasındaki kuleye çıkıp leylak rengi bir
su içmiş. Bu, ölüm suyuymuş. Bir saat sonra içeriye girmişler. Ölmeden önce
bütün geleceği ayrıntılarıyla görebilen müneccim başının cansız vücudu yanında
duran kâğıtta aynen şunlar yazıyormuş: Balıklar,
havai fişekler, kahkahalar. Derin bir sessizlik çökmüş odaya. Herkes bir
anda diğer müneccime bakmış. Onun da bir önerisi varmış elbet. Beş gün boyunca
yanmış toprak hazırlayıp bunu ahşap bir sala yüklemiş. Denize açılmış. Sal su
aldıkça ahşaptan gelen sözcükler çıtırdıyormuş. Sonuçta, yine üç kelime
belirmiş: Aydınlık, karanlık, hüzün...
İki
padişah salonda oturup düşünmeye başlamışlar. Bu arada yanlarına çömez bir
müneccim gelmiş. İzin isteyip fısıltıyla konuşmaya başlamış. ‘Bir de aşka
soralım dilerseniz, şimdiye kadar hep yaşama sorduk. Peki, bu aşk ne kadar
sürecek, diye soralım.’ Sabaha karşı, ülkenin tek erkek cadısı elini pembe
mermerli havuza batırmış; kendine ait olmayan bir çocuk sesiyle konuşmaya
başlamış: ‘Prens ve prenses, deniz
şenliklerinin ikinci günü, bir deniz kazasında boğulacaklar, ne yazık ki.
Aşkları bitecek.’ Önce kimseden tek laf çıkmamış. Sonra da çığlıklar,
ağlamalar, bayılmalar... Öyle ya, geleneksel deniz şenlikleri o günlerde
olacakmış. Tez olarak hazırlıklar başlatılmış. Yer, mekân ve zaman belliymiş
nasıl olsa. Öyleyse tedbir de alınabilirmiş. Üzerlerine prenses ve prensin
giysileri giydirilen iki kukla bir tekneye yerleştirilmiş ve şenliklerin ikinci
günü de denize bırakılmış. Bu arada birbirinden ayrı kalmaya dayanamayan
prenses ve prens de, nasıl olduysa, başka bir şatoda buluşmak için yola
koyulmuşlar. Nerede olduklarını bildiren birer mektubu da şatolarında herkesin
görebileceği bir yere koymuşlar. Neyse, uzatmayalım, sahtekâr tekne kısa süre
içinde diğer teknelerin arasında yerini almış. Almış ama nereden geldiği belli
olmayan küçük bir dalga bir anda tekneyi alaşağı edivermiş. Tekne batmış.
Kuklalar da... İşi bilen ahaliden çığlıklar, bağırışlar yükselmiş; bir de sahte
gözyaşları. Saray halkının yarısı koşarak, güle oynaya prensesin, yarısı da
prensin gizlendiği şatoya gitmişler. Prens ve prensesin yazdığı mektupları
bulmuşlar. Okuyup, doğruca mektupta söylenen, adadaki şatoya gitmek için
tekneye binmişler. Bu arada ülkeye gece çökmeğe başlamış bile. Hava serinlemiş.
Orman ve deniz insanlarının kahkahalarla gökyüzüne fırlattığı havai fişekler
geceyi rengârenk boyamış. Tekne, kıyıdan pek de uzak olmayan adadaki eski
şatoya doğru yavaşça yol almış. Teknedekiler suyun hemen üzerinde, prens ve
prensesin gökyüzündeki renkleri sessizce seyre dalmış ölü bedenlerini
gördüklerinde, iki mavi balık aşkları da ömürleri gibi kısa süren prens ve
prensesin hemen yanında, ıslıksı sesler çıkararak söyledikleri bir şarkıyla
onları sonsuzluğa uğurluyormuş. Adada, rengârenk gökyüzünü seyreden küçük bir
ağaçtan iki orman elması düşmüş toprağa. Toprağa düşerken çıkardıkları tok ses
balık ıslıklarıyla karışıp şarkıya kısacık eşlik etmiş. Bu isimsiz şarkı bir
ağıt olup bütün diyarları asırlarca dolaşmış durmuş.
Ender
Macun, Nisan 2018
Resim: Pieter Brueghel, a willage
fair, 16. yy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder